Bir kez daha kanıtlandı ki; futbola siyaset girmesin diyenler futbola sol siyaset girmesin diyenlerdir. Sağ siyaset zaten futbolun tam göbeğindedir, hatta futbol onların araçlarından birisi durumundadır Futbol ile siyaset ilişkisini yürütme bağlamında bir işlev üstlenmiş olan ama esasen “Paranın Futbolu / Futbolun Parası” işlevi için oluşturulmuş bir kurum olan “Türkiye Süper Lig Profesyonel Kulüpler Vakfı”, […]
Bir kez daha kanıtlandı ki; futbola siyaset girmesin diyenler futbola sol siyaset girmesin diyenlerdir. Sağ siyaset zaten futbolun tam göbeğindedir, hatta futbol onların araçlarından birisi durumundadır
Futbol ile siyaset ilişkisini yürütme bağlamında bir işlev üstlenmiş olan ama esasen “Paranın Futbolu / Futbolun Parası” işlevi için oluşturulmuş bir kurum olan “Türkiye Süper Lig Profesyonel Kulüpler Vakfı”, bilindik adıyla “Kulüpler Birliği”, 20 Mart günü İstanbul Haliç Kongre Merkezinde “The Premier Summit 2” logosuyla “2. Futbol Zirvesi”ni gerçekleştirdi.
Söz konusu zirve daha çok açılış konuşmalarından birisini gerçekleştiren TFF başkanı Yıldırım Demirören’in “Ekonomimiz düzelmeye başladıkça, ülkemiz güçlenmeye başladıkça futbolumuz da güçlendi. Daha güçlü bir Türkiye için 17 Nisan sabahı evet diyen bir Türkiye’de uyanmak dileğiyle” diye bitirdiği son derece sığ, samimiyetsiz, zorlama ama zirvenin de amacına ruhuna uygun cümlesi nedeniyle yankı buldu.
Önce söz konusu sözde futbol zirvesine özetle bir bakalım. Her şeyden önce futbol zirvesi diye tanımlanan zirvenin futbolun kendisiyle uzaktan yakından ilgili olmadığını, zirvenin tamamen “endüstriyel futbol” olarak tanımlanan, eleştirel futbolun eleştiri konularından birisi olan “futbolun pazarlanması” ve “pazarlanan ticari meta olarak futbol” ile ilgili olduğunun altını çizmemiz gerekir.
Söz konusu zirvenin programının ana başlıklarını alt alta sıraladığımızda ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır:
Görüldüğü üzere zirvenin teması futbol gibi görünse de “oyun” adı altında naifçe ifade edilmiş olan futbolun nasıl daha fazla tüketim metası haline getirilebileceği ve nasıl daha fazla kazanç elde edilebileceğinin dikte edilmesi üzerine kurgulanmıştır. Araya serpiştirilen Belçika gençlik geliştirme modeli ve medyatik/popüler futbolcuların katılımının sağlandığı paneller zirvenin “paket” olarak şekillendirilmesi ile ilgili konulardır.
Zirve denilen, sözde futbolun konuşulacağı toplantı, açılışın tamamlanması ile de bitmiş oldu. Çünkü daha başında güncel siyasetin ve “evet”çi muktedirlerin gövde gösterisi için planlanmış, zamanlaması da ona göre ayarlanmış bir toplantı haline geldiği anlaşıldı. Metalaştırılmış ve pazarlaması yapılan futbol ile ilgili konuşmalar bile, Türkiye’deki futbolun metalaştırıp pazarlayanların dahi rağbet etmediği bir hale dönüştü.
Zirvede konuşulanlar ışığında bizim Kulüpler Birliği Başkanı’nın, TFF Başkanı’nın anlattıkları ya da söyledikleri gibi güçlü bir futbol ekonomisine ve yönetimine çok uzak olduğumuz, dahası futbolu ve ekonomisini yönetenlerin o pek savundukları liberal modellerden dahi bihaber oldukları, hatta kapkaççı ve hırsız ticareti ile işi götürdükleri ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Tam da bu bağlamda UEFA Financial Fairplay Direktörü Andrea Traverso’nun değerlendirmelerine bakmakta yarar var:
Futbol Zirvesi’ni “Evet” zirvesine çevirenlerin başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, Spor Bakanı, Kulüpler Birliği Başkanı ve TFF Başkanı’nın bu konuda söyleyebilecekleri hiçbir şey yoktur.
Dahası hem bu zirve parayla ilgilidir, o halde para ile ilgili bir konu olan Katar-Digitürk yayın ihalesinde KDV hariç 500 milyon doların nasıl bağlandığı, bu paranın nasıl değerlendirileceği ve bu ihalenin Katar-Türkiye arasındaki diğer olası ilişkiler ile bağlantısının neler olduğu veya olabileceği konuşulsaydı bari.
Futbolun yöneteni olan TFF’nin özerkliği tam bir fiyaskodur. Bir zamanlar hakem gözlemcilerini dahi FETÖ ilişkili futbol ve hakemlik ile ilişkisi olmayan tiplerden atayacak kadar basiretsiz ve yönetemeyen, bunca yıldır iktidar ve esas olarak da muktedir ve onun gölge adamlarınca kontrol edilen bir futbol yönetimi karşısında da “hayır” demek her sporseverin ve futbolseverin görevi olmalıdır aslında.
Bu iktidara ve bu iktidarın referanduma sunacağı Anayasa’ya ve söz konusu Anayasa’nın getireceği spor düzenine ve spor yönetimine “hayır” demek için çok nedenimiz var. İşte onlardan birkaçı;
Özetle özelde futbolun genelde sporun bir politikası olmazsa, politikanın, dahası günlük siyasetin futbolu ve sporu olur. Tıpkı futbol halkın olmadığı zaman, sermayenin ve egemenlerin futbolu olduğu gibi.
Bir kez daha kanıtlandı ki; futbola siyaset girmesin diyenler futbola sol siyaset girmesin diyenlerdir.
Sağ siyaset zaten futbolun tam göbeğindedir, hatta futbol onların araçlarından birisi durumundadır. Çoğu da buradan beslenip semirmektedir.
Daha iki gün önce, Federasyon Başkanı’nın yukarıdaki cümleleri de ifade ettiği “sözde futbolun zirvesi” dedikleri yerde “futbol” adına hiçbir şey yoktu. Sadece futbolun parası ve paranın futbolu vardı.
Gerçeğin en somut yüzü işte orada 2. Futbol Zirvesi denilen yerdeydi. Futbolun piyasa ve piyasacı simsarlar tarafından nasıl idare edildiği ve edileceği konuşuldu futbolun zirvesinde. Anladık ki futbolun zirvesi futbol ve insan değildir.
İşte biraz da bunun için “hayır”.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.