Yarın pek çok üniversitede yeni dönem başlıyor. Ders içeriklerimizi güncelleştirdiğimiz, akademik çalışmalarımıza zaman ayırabildiğimiz ara dönemde yine gece yarısı gelen bir KHK ile sarsıldık. Hocalarımla, arkadaşlarımla aynı “suçu” işlemiş bir akademisyen olarak o listeleri tararken nasıl bir üzüntü yaşadığımı, kendi ismimi görmediğimde nasıl bir mahcubiyet duyduğumu tarif edemem. Teselli için sözcük bulmak da zor, umutlu […]
Yarın pek çok üniversitede yeni dönem başlıyor. Ders içeriklerimizi güncelleştirdiğimiz, akademik çalışmalarımıza zaman ayırabildiğimiz ara dönemde yine gece yarısı gelen bir KHK ile sarsıldık. Hocalarımla, arkadaşlarımla aynı “suçu” işlemiş bir akademisyen olarak o listeleri tararken nasıl bir üzüntü yaşadığımı, kendi ismimi görmediğimde nasıl bir mahcubiyet duyduğumu tarif edemem. Teselli için sözcük bulmak da zor, umutlu mesajlar vermek de.
Ancak burada sözünü ettiğim bir meslek grubunun başına gelenlere duyulan üzüntü değil. Daha önce ifade etmiştim Türkiye’de akademi hiçbir zaman özgür olmadı, dışı sizi içi bizi yakan atama yükseltme kriterleriyle vasatı ya da vasatın az üstünü çoğu kez kabullendi. Son bir yılda “Bu suça ortak olmayacağız” diyen Barış İçin akademisyenler ve onların ifade özgürlüğüne sahip çıkan bir grup dışında ciddi bir dayanışma örneği de göstermedi. Düşünün, rektörlük seçimlerinin bir KHK ile kaldırılmasına kaç üniversiteden, kaç akademisyen ses çıkardı? YÖK Cuma günü bir basın açıklaması yapıp ihraçlar konusunda topu üniversitelere attı, hatta açıklamada üniversitelerin özerk olduğu vurgusu yapıldı. Rektörünü dahi seçemeyen, seçilmiş rektörleri sürekli baskı altında olan, asaleten atanmış bir tane dahi dekanı bulunmayan üniversiteler nasıl özerk olabilir? Görevden alınmamak ya da yeniden atanmak için iktidara yaranmaya çalışan rektörler varsa akademik özgürlüğü kim koruyacak? Cevabın YÖK olmadığını zaten biliyoruz, derdimiz kamuoyunun yanıltılmasından vazgeçilmesi.
Akademi de bu toplumun ürünü, kendi öğrenciliğinizden bilirsiniz, insan hakları ve özgürlükler için mücadele edeni de var, yan odadaki arkadaşı atılırken ses çıkarmayanı, daha kötüsü sevineni de. Ancak kimlerin atıldığına, haklarında söylenenlere bakın. Çoğu bugünkü akademinin sorunlarını dert edinen, bu kısıtlı özgürlük ortamında araştırma yapmak için didinen, sırça köşklerinde makalelerine kapanmak yerine akademisyenliğin sorumluluğu gereği öğrendiklerini her fırsatta ve her ortamda paylaşmak için elini taşın altına koymaktan çekinmeyen insanlar. Aralarında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Mine Gencel Bek gibi atılan arkadaşlarının derslerini vermeyi reddederek ya da Doç. Dr. Levent Ünsaldı gibi bu yapılanları seyretmek istemiyorum diyerek istifa edenler var. Devlet “sen istifa edemezsin ben kovarım” diyen Türk filmi patronları gibi onları da KHK listesine koydu.
Atılan akademisyenlerin çoğunluğu zamanında bugün hükümet cephesinde yer alanların özgürlüğü için de mücadele etmiş insanlar, aynı görüşte olmasalar bile onları okula almayan, düşünceleri ya da kıyafetleri yüzünden dışlayan zihniyetten koruyan, mücadele etmeye cesaretlendiren de onlar. Şu anda test kitapları başında saatler geçiren, iyi bir gelecek için gecesini gündüzüne katan çocuklarınız seneye üniversiteye girdiklerinde onların ufuklarını açan, düşüncelerine saygı gösteren hocalardan mahrum kalacaklar. Diyelim ki bu iktidar döneminde haliniz vaktiniz yerine geldi, ‘istikrar’ size yaradı, çocuklarınızı burada değil, 28 Şubat’ta olduğu gibi, yurtdışında okutacaksınız. Kaçışınız yok, çalıştığınız gazetede staja gelen muhabir adayı soru sormayı bilmeyecek, bel bağladığınız çalışanınızın muhakeme yeteneği olmayacak, dahası intihalle yükselmiş akademisyenleri görerek belki hırsızlığı meşru görecek.
Üniversite adından referansla yerli ve milli olamaz, üniversite binalardan ibaret değil, eleştirel bilgi üretmeyen, öğrencisine soru sormayı öğretmeyen yer üniversite değil. Akademik cübbe, taşıyanın toplumsal ayrıcalığını değil özerkliği ve biat etmeye karşı direnci simgeler. Bugüne dek biz bu mücadeleyi kendi içimizde vermekteydik ancak artık ucu maalesef size de dokunuyor. Biz kaybetmeye korktuğumuz işimiz ya da postallar altına ezilen cübbelerimiz için değil eksiğiyle, yanlışıyla da olsa akademik özgürlük için, tartışma, eleştirme özgürlüğü için direniyoruz. Okullarda darbelerin kötülüğünü öğrenen çocuklarınız yarın postalların ezdiği cübbelerin fotoğrafının hesabını “peki bu neydi?” diye sormadan, çok geç olmadan bu kıyıma birlikte hayır demeliyiz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.