Britanya Başbakanı Theresa May’in hem ABD’nin yeni başkanını, seçilir seçilmez ziyarete koşan ilk lider, hem de 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye’yi ziyaret eden ilk Batılı lider olmayı başardığı bir haftayı geride bıraktık. Aslında anlamsal yolculuğuna baştan yenik başlayan “Etik dış politika” kavramının yine çok acı çektiği buna karşılık “eski ve güçlü ittifakları yeni boyutlara […]
Britanya Başbakanı Theresa May’in hem ABD’nin yeni başkanını, seçilir seçilmez ziyarete koşan ilk lider, hem de 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye’yi ziyaret eden ilk Batılı lider olmayı başardığı bir haftayı geride bıraktık. Aslında anlamsal yolculuğuna baştan yenik başlayan “Etik dış politika” kavramının yine çok acı çektiği buna karşılık “eski ve güçlü ittifakları yeni boyutlara taşıma” söyleminin egemen olduğu bir haftaydı.
“Avrupa Birliği’yle (AB) bağlarını koparma sürecine giren Britanya’nın yeni ve güçlü dostlara ihtiyaç duyacağını biliyoruz. Ama Donald Trump’ın ‘Müslüman Yasağı’ ve Recep Tayyip Erdoğan’ın muhaliflerine karşı giderek artırdığı baskılara bakınca insan sormadan edemiyor: “Gerçekten böyle dostlara ihtiyacımız var mı bizim?”
Guardian gazetesindeki bu satırlar, bu iki ziyaretin Britanya kamuoyunun sol tarafında yarattığı tepkiyi iyi özetliyor.
Ancak, AB sonrasının belirsizlikler dolu dünyasına ilkbaharda resmen atılmaya hazırlanan Britanya’da, hükümetteki muhafazakarlar açısından, yeni ve güçlendirilmiş ittifakların, insan hakları ve demokrasi kaygılarından çok önce geldiği gayet açık. May’in, daha başkanlıktaki ilk haftasında attığı adımlarla, hem ABD’de hem Britanya’da büyük tepki toplayan Donald Trump’ı ziyaret etmekte bu kadar acele etmesinin, onun attığı adımları eleştirmekten ısrarla kaçınmasının arkasında yatan tam da bu.
Ziyaretin ikinci ayağı Türkiye’de, Batı medyası nezdinde bir zamanlar sahip olduğu popülerliği kaybeden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında çok sert eleştirilere hedef oldu. Ama bu ziyaretin insan hakları, basın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi konularda Ankara’ya bir uyarı vesilesi olmasını bekleyenler vardıysa, hayal kırıklığına uğradılar.
Sonuçta Başbakan May, Ankara ziyaretini Britanya Savunma ve Havacılık Şirketi BAE Systems için 125 milyon dolarlık bir savunma kontratını garantileyerek, kendisi açısından başarıyla tamamladı.
Yolunda gitmeyen her şey için “Başarılarımızı kıskanan dış güçler” “İngiliz parmağı” söylemini sık sık kamuoyunun önüne süren Türkiye’nin iktidar yanlısı medyası ise, gayet iyi bildiğimiz kullanışlı unutkanlığı ile bu ziyareti, hükümetin uluslararası itibarının kanıtı olarak sunmaktan mahcup olmadı.
Tabi Britanya açısından baktığımızda Türkiye’nin, bu zor dönemeçte silah sanayiini memnun edecek bir müşteriden ibaret görüldüğünü düşünmek hata olur.
Britanya’nın May hükümeti ile Türkiye’nin AKP hükümetinin, Avrupa Birliği ile gerilimleri, Suriye’de Esad’lı çözüm konusunda geldikleri nokta, İsrail ile ilişkileri geliştirme arzuları, İran’dan ve bölgedeki Şii müttefiklerinden duydukları rahatsızlık ve Rusya’nın gücünü dengeleme istekleri gibi bir çok konuda, benzer bir hatta oldukları bir gerçek. Üstelik bu benzerliklerin çoğunu ABD’nin yeni yönetimiyle de paylaşıyor olmaları, önümüzdeki dönemin muhtemel ittifak eksenleri hakkında da ipuçları veriyor.
Otoriter rejimlerin yükselişe geçtiği, siyasi liberalizmin, kendi beşiği olan ülkelerde bile kenara itildiği yeni ve daha tehlikeli dünya, bildiğimiz İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sonrası dünyasından hızla farklılaşıyor.
Neyse ki, geçtiğimiz günler, siyasi ve ekonomik hakları çiğnenen, yine de boyun eğmeyenleri sevindirecek ve düşündürecek gelişmelere de sahne oldu.
Biz daha Trump’a karşı ABD ve dünyanın birçok başka yerinde yürüyen çoğu kadın milyonlarca insanın oluşturmaya çalıştığı birleşik direniş hareketinin dinamiklerini çözümlemeye çalışırken, başkanın 7 ülke vatandaşlarına koyduğu vize yasağı karşısında yüzbinler ayağa kalktı.
Britanya’da Trump’ın ülkeye davet edilmesine tepki gösteren onbinler 40’ın üzerinde şehirde sokaklara döküldü. Ziyaretin iptal edilmesini talep edenlerin imzaları şu anda 2 milyona yaklaşıyor.
Bu halk tepkisi ilginç bir şekilde ortaya bir meşruiyet sorunsalı koydu. ABD ve İngiltere’de, bu hareket olmasa Trump karşısında kılını kıpırdatmayacağına bahse girebileceğimiz güçlü-iktidarlı bazı kesimleri tavır almaya zorladı.
Öte yandan Trump’ın “Müslüman yasağı” uygulamasına dünyada kimin ses çıkarıp kimin ses çıkarmadığı, aslında bizi bölenin de birleştirenin de dini inançlarımız -ya da inançsızlığımız- değil, ezenden ya da ezilenden yana olmak olduğunu ortaya koydu.
ABD’nin, Britanya’nın, kendi hakları için olduğu kadar hiç tanımadıkları insanların hakları için de sokağa dökülen milyonları, başka coğrafyalarda yaşayan, başka inançlardan, başka uluslardan, hakları, canları tehlikede olan mazlum insanlara net bir mesaj verdi:
Popüler otoriterliğin her yerde birden yükselişine karşı umut, ezilen, sömürülen ve boyun eğmeyenlerin en geniş küresel dayanışmasını kalıcı kılabilmektir. Yalnız değiliz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.