BOTAŞ ve TPAO’nun ve ETİ Maden’nin Varlık Fonu’na devredilmesi, bu kurumların özelleştirilmesi anlamına geliyor. Yıllardır yapamadıklarını yapmak istiyorlar
Çok net söylüyorum, BOTAŞ ve TPAO’nun ve ETİ Maden’nin fona devredilmesi, bu kurumların özelleştirilmesi anlamına geliyor. Yıllardır yapamadıklarını yapmak istiyorlar… Buralarda işçi olarak çalışan ve ücretinden başka geliri olmayan üyelerinin, kısa ve uzun vadede neyle karşılaşacağı ve bunlara karşı nasıl bir mücadele hattı oluşturulabileceğinin belirlenmesi, sendikanın yapması gerekenlerin başında gelir. Yaparlar mı, döneme ve sendikanın politik çizgisine bağlı. Şu sıralarda sendikal politikaların yönlendiricileri hükümetle aralarını bozmaya hiç niyetli değiller
BOTAŞ, TPAO, Eti Maden, Petrol-İş Sendikası’nda çalıştığım 13 yıllık süre boyunca özelleştirilmeleriyle gündeme gelen, her seferinde şu veya bu biçimde sendikanın, üyelerin eylemleriyle veya yasal yollarla birim birim ya da toptan özelleştirilmelerine karşı çıktığı, üye potansiyelinin büyük bölümünü oluşturan işletmelerdi. Şu anda varımızın, yoğumuzun emanet edildiği varlık fonuna devredilmiş durumdalar.
Türkiye’de varlık fonunun varlıktan değil de yokluktan kurulduğunu ise sol cenahta yer alan tüm iktisatçı abilerimiz ve erkek kardeşlerimiz yazdı. İlk sermayesini, özelleştirme fonu, işçi ücretlerinden kesilen işçi sınıfının yiyemediği ya da ona bir türlü layık görülmeyen işsizlik sigortası fonu, zorunlu üye yapılanların çıkmak için beş takla atmak durumunda kaldıkları ve hemen hemen tüm çalışanların BES’ten nasıl kurtulurum diye birbirlerine sordukları, bireysel emeklilik sigortasında birikmesini düşündükleri paralar oluşturuyor. Şimdi bunlara yenileri eklendi. Yiğit Bulut’tan çok söz edildi ama fonun en tepesine “Özelleştirme İdaresi Başkanlığı” yapan Mehmet Bostan’ın getirilmesi bu fonun temel görevlerinden birinin ne olduğunu açıkça gösteriyor.
Memleket hakkında bir parça düşünen herkesin malumudur. Kamu kurum ve kuruluşlarının ciddi bir mal varlığı vardır, bunların başında araziler gelir. Ziraat Bankası’ndan, TPAO’ya, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden BOTAŞ’a ilk gözlerini diktikleri yerlerin bu mal varlıkları olduğu düşünülebilir. (*) Ama sınırlı bir coğrafyada arazi biter. Ondan sonra gelsin kar getiren tüm şirket ve fabrikaların uluslararası sermayeye peşkeş çekilmesi, gitsin özelleştirmeler. İşçi sınıfı açısından bakıldığında bu kurum ve kuruluşlarda çalışanların durumu ne olacak, diye bir sorunun sorulması önce o alanda örgütlü sendikanın görevidir, değil mi? Buralarda işçi olarak çalışan ve ücretinden başka geliri olmayan üyelerinin, kısa ve uzun vadede neyle karşılaşacağı ve bunlara karşı nasıl bir mücadele hattı oluşturulabileceğinin belirlenmesi, sendikanın yapması gerekenlerin başında gelir. Yaparlar mı, döneme ve sendikanın politik çizgisine bağlı. Şu sıralarda sendikal politikaların yönlendiricileri hükümetle aralarını bozmaya hiç niyetli değiller.
Petrol-İş Sendikası’nın yayınladığı iki metin bu konuda lafı dolandırma ötesinde merkezi düzeyde bir politikaya sahip olmadıkları daha doğrusu bir işçi oyalama politikasına sahip olduklarını gösteriyor. Tek sürprizi bir kısmı hala mücadele ile bir şeylerin kazanılabileceğini düşünen sendikanın tabanı yapabilir, fakat hizmet sendikacılığı zaten sınıfın ekonomik ve demokratik hak taleplerini nötralize etmek için yok mu, bulunur bir yolu. İş cinayetlerine karşı kurban kesmek, ya da mevlüt okutmak, işçileri size hizmet ediyoruz, indirimli şu hastane, bu otel diye yönlendirmek, futbol takımı kurarak enerjiyi, toplu iş sözleşmelerinde ücret pazarlığında tüketmek yerine buralarda elimine etmek vs gibi…
İki metin dedim. Sendika merkezini temsilen yayınlanan bu metinlerin sektördeki işçi sınıfının bir kısmı açısından ne anlama geldiğine, bakmakta yarar var. İlk metnin başlığı esasında açıklayıcı “ Varlık fonu ile özelleştirmelere yeni bir zemin yaratılmasın”. Yani varlık fonuna karşı çıkmıyoruz, bu fona devredilen üyelerimizin bulunduğu işletmelerin de özelleştirildiğini ya da özelleştirilebileceğini biliyoruz, ama çok rica ederiz hatırımız için bunu yapmayın. İyi belki güzel hatırınıza yapmazlar.
Varlık fonuna ilişkin açıklamada hükümet yetkilileri “Mevcut kuruluşların, mevcut yönetimi, işletme politikaları, iş planları, yatırım ve büyüme stratejilerine uygun olarak devam edecektir” deniyor ya sendika hemen bu jestçiğe sarılıyor, taşerona kadrodan, özel istihdam bürolarıyla iş ilişkisi kurulmasına kadar işgücü piyasalarını esnekleştirip, güvencesizleştiren ve bunu da “sizin lehinize” diye kakalamaya çalışan bir hükümetin lafına güvenmekte beis görmüyorlar. Görmesinler ama biz söyleyelim, gerçekten de ilk aşamada, özellikle de referandum ve onu takip eden aylarda fonu bu işletmelere bağlı toprakları ya da malları satarak artırabilirler. Fakat arazi biter. Sendika eğitimlerinde anlatılmaz ama emektir artı- değeri üreten ve sömürü oranları arttıkça büyür işletmeler. Kısacası sendika üyesi olan asıl işyerlerinde çalışan emekçilere gelir sıra ve yıllardır yapmak istedikleri şeye: özelleştirmelere. Sektörde kısım, kısım özelleştirmeler yoluyla taşeron şirketlere devredilen işletmelerde, işçilerin işten çıkarmalara karşı nasıl mücadele ettiklerini, yönetimlerin bunları nasıl ehlileştirmeye çalıştığını TPAO eylemlerinden biliyoruz.
Çok net söylüyorum, BOTAŞ ve TPAO’nun ve ETİ Maden’nin fona devredilmesi, bu kurumların özelleştirilmesi anlamına geliyor. Yıllardır yapamadıklarını yapmak istiyorlar. Petrol işçileri bunu bilmeli. Sermayenin ve onun çıkarlarının bekçisi olan devlet, daha önce özelleştirilen işletmelerden farklı olarak daha acımasız bir istihdam rejimi uygulayacak- o zaman eksik gedikleri de olsa mücadele eden bir sendika vardı-. Özelleştirilen tüm kuruluşlarda olduğu gibi verimliliği artırmak uğruna az işçiye çok iş yaptırarak, bazı çalışanları işten atarak, toplu sözleşmelerde aba üstünden sopa göstererek, arkadaşlarınız gibi sizi de atarız, diyerek işçiyi sefalet ücretlerine mahkum edecekler. Bu fona her zaman daha fazla para aktarılması gerekecek işçi arkadaşlar bunu patronlardan değil, sizin emeğiniz üzerinden artıracaklar. Bunu yapmalarını engelleyecek hiçbir kurum ve yapı yok çünkü, fon denetim dışı, hoş denetim içi olsa ne fark edecek, ama yine de bir umut, diyor insan.
Sendikanın metninden olabileceklerin bilindiğini de görüyoruz, ne yazık ki, sıralamışlar. Esasında ne yapmaları gerektiğini de biliyorlar, yapamayacaklarını da ben biliyorum. Nereden mi çıkardım, ikinci metne geliyoruz. Birgün Gazetesi’ne verdiği demeçte sendikanın yönetim kurulundan bir erkek konfederasyonları Türk-İş’e seslenerek “Bu işletmelerin fona devredilmesini genel grev nedeni sayın” diyorlar. Peki sen bu durumdan üyeleri en çok etkilenecek sendika olarak ne yapıyorsun? Bunun cevabı yok. Metalde çalışmaktan çelik bileklere sahip olan İGMetall üyesi annemin, kendine dair olanakları harekete geçirmeden, başkasının olanaklarıyla, iyilik, iş ya da hayır yapmak isteyenlere yönelik şöyle bir sözü vardır: “Buyrun amcamın odasına”. Evet, Türk-İş ne duruyorsun, genel grev yapsana.
Petrol-İş’te çalıştığım sürece sınıfın hizmetinde olduğunu hiç unutmayan iki şahane “erkek” uzman tanıdım, biri uluslararası sendikal metinleri özüne uygun bir biçimde çevirip, bu konuda Türkçe literatür oluşturan Gün abi diğeri Köy Enstitüsü mezunu eğitimci, rahmetli Süleyman Hoca. Onun şu sözleri aklıma geliyor ““Sendikacı dediğin solcu olur”. Asgari şart olarak koyardı bu özelliği Süleyman Hoca, düşünüyorum da o kendi dönemi üzerinden kuruyordu denklemi galiba, ona “Solcu dediğin nasıl olur peki Hoca?” diye sormayı çok isterdim.
* Bknz: Hayri Kozanoğlu, Yangından Mal Kaçırma Fonu, BirGün Gazetesi, 7 Şubat 2017.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.