Facebook ve Google’ın fazla nüfuz kullanmadıkları ve sorun çözmeyi tekellerine almadıkları bir dünya inşa etmek gelişmiş demokrasilere layık zorlu bir görev
Demokrasi sahte haberlerde boğuluyor. Facebook ve Google’ın fazla nüfuz kullanmadıkları ve sorun çözmeyi tekellerine almadıkları bir dünya inşa etmek gelişmiş demokrasilere layık zorlu bir görev
Demokrasi sahte haberlerde boğuluyor. Bu, 2016 yılında Brexit’ten İtalyan referandumuna ve ABD seçimlerine kadar kaybeden tarafta olanlar tarafından varılan, güveni tazelenen sonuçtur.
Görünüşe göre, bütün bu azimli, dürüst ve bugünlerde rastlanılmayacak şekilde akılcı yetişkinler, tehlikeli bir sahte haberler, internet memleri ve komik YouTube videoları salgını yüzünden seçimleri kaybediyorlar. Bu çoğunluk için sorun, demokratik kapitalizmin Titanik’inin tehlikeli sularda yüzmesi değil; zaten onun batma potansiyeli kibar toplumlarda hiç tartışılamaz. Aksine, asıl sorun ufuktaki dev buzdağları hakkında oldukça fazla sahte haber olması.
Nitekim son zamanlarda sunulan bıkkınlık verici yanlış çözümler şöyle: internet memlerinin yasaklanması (İspanya iktidar partisi tarafından önerildi); haberlerin doğruluğuna karar veren uzmanlar komisyonu oluşturulması (İtalya’nin antitröst otoritesinin şefi tarafından piyasaya sürülen bir çözüm); sahte haberlere karşı savunma merkezleri kurulması ve bu haberleri yayan Twitter, Facebook ve benzeri sitelere ceza verilmesi (Alman yetkililer tarafından önerilen bir yaklaşım).
Bu son öneri, ifade özgürlüğünü destekleme konusunda Facebook’u teşvik etmenin fevkalade bir yoludur; aynı Facebook Bologna’daki çıplak Neptün heykelinin bir fotoğrafını çok müstehcen olduğu gerekçesiyle sansürlemişti. Otoriter hükümetler için bir tüyo: eğer çevrimiçi sansür yanınıza kâr kalsın istiyorsanız, beğenmediğiniz haberleri sahte diye yaftalayın, böylelikle batıdaki hiç kimse bu konuda şikayet etmeyecektir.
Sahte haber krizi, demokrasinin çöküşünün nedeni mi olacak? Yoksa bu sadece, çok daha uzun zamandır sürmekte olan derin, yapısal bir rahatsızlığın mı sonucudur? Bir krizin var olduğunu inkar etmek zor olsa da, bunun bir sahte haber krizi mi yoksa tamamen başka bir şey mi olduğu, her gelişmiş demokrasinin sorması gereken bir sorudur.
Bizim seçkinler bu sorularla ilgilenmiyor. Aslında onların sahte haber söylemlerinin kendisi de sahte: Var olduğunu kabul etmeyi reddettikleri karmaşık, sistemsel bir sorunun sığ bir açıklaması. İktidar partilerinden basın ve düşünce kuruluşlarına kadar ana akım kuruluşların, gözler önüne serilen krize, “sahte haber” bakış açısıyla yaklaşma kolaylığı, dünya görüşlerinin sızdırmazlığı hakkında çok şey söylüyor.
Bugün batılı toplumların karşı karşıya kaldığı büyük tehdit, yurt dışında hoşgörüsüz demokrasilerin ortaya çıkmasından çok, içerideki gelişmemiş demokrasinin sürekliliğidir. Seçkinler tarafından neredeyse her gün sergilenen bu gelişmemişlik, yadsımanın iki biçimiyle kendini gösteriyor: günümüzdeki sorunların bir çoğunun ekonomik temellerinin yadsınması; mesleki uzmanlıktaki derin yozlaşmanın yadsınması.
İlk biçim Brexit veya Donald Trump’ın seçim başarısı gibi olguların, öncelikli olarak ırkçılık veya seçmen cehaleti gibi kültürel faktörlere atfedilmesiyle kendini gösteriyor. İkinci biçim çoğu kişinin mevcut kurumlara yönelik duyduğu muazzam hayal kırıklığının, bu kurumların nasıl işlediğine dair bütün gerçeği bilmemelerinden değil, aksine hepsini çok iyi bilmelerinden kaynaklandığını yadsıyor.
Bu iki yadsıma ile körleşen politika yapıcılar her şeyden önce seçmenleri yabancılaştıran ne varsa, daha çok onu tavsiye ediyorlar: daha çok uzmanlık, daha çok merkezileşme, daha çok düzenleme. Fakat onlar politik ekonomi bağlamında düşünemediklerinden, nihayetinde kaçınılmaz olarak yanlış düzenlemeler yapıyorlar.
Sahte haberler etrafındaki ahlaki panik, bu iki yadsıma biçiminin demokrasiyi daimi gelişmemişliğe nasıl da mahkum ettiğini gösteriyor. Sahte haber krizinin ekonomik kökenleri olduğunu kabullenmeyi reddetmek, dijital kapitalizmin sürdürülemez iş modeli yerine Kremlin’i herkesin favori günah keçisi yapıyor.
Oysa, Rusya veya başka herhangi bir hükümet tarafından yapılan hiçbir dış müdahalenin geniş ölçekte viral haber üretemeyeceği açık değil midir? Sahte haberlerle yatıp kalkan çılgın hareketler (Lyndon LaRouche‘u hatırlayın) her zaman olmuştur. Kendi çılgın fikirlerini viralleştirmekte yoksun oldukları şey, Rusya’nın politik ve finansal koruması değildir, aksine, çevrimiçi reklamcılıkla müsrifçe finanse edilen bugünün dijital altyapısıdır.
Sorun sahte haberler değil, fakat sahte haberlerin yayılma hızı ve kolayca yayılmasıdır ve aslında günümüz dijital kapitalizmi yanlış fakat tıklamaya değer anlatılar üretmeyi ve yaymayı son derece kârlı hale getirdiği için (Google ve Facebook örneklerine bakın) varlar.
Bununla birlikte, sahte haber krizini bu şekilde yeniden biçimlendirmek, yadsımalarından birini aşan ve iletişimin ekonomi politiğiyle ilgilenen bir kuruluş gerektirecektir. Ve bunu benimseyenler son 30 yıldır, Silikon Vadisi dehasının ve özelleştirilmiş telekomünikasyonun çığırtkanlığını yapan ve aynı zamanda antitröst uygulamalara karşı oldukça gevşek bir tutum benimsemiş olan merkez sol ve merkez sağ siyasi partilerdir.
İkinci tip yadsıma bugünün uzman bazlı bilgisindeki yozlaşmaya göz yumar. Düşünce kuruluşları yabancı hükümetlerden gelen fonları memnuniyetle kabul ederken; enerji firmaları iklim değişikliği hakkındaki şaibeli araştırmaları fonlarken; Kraliçe bile (nasıl da popülisttir kendisi) ekonomi mesleğini sorgularken; basın sürekli olarak halkla ilişkiler ajanslarından ve siyasi akıl hocalarından emirler alırken; mali düzenleyiciler ve Avrupa komisyon üyeleri işlerini Wall Street’te çalışmak uğruna terk ederken, gerçekten kim vatandaşları “uzmanlara” şüpheyle baktıkları için suçlayabilir ki?
Sahte haberlerin masrafları, dijital yayıncılığın iç karartıcı ekonomisinden dolayı düzenli olarak kendi şüpheli “haberlerini” oluşturan basından geldiği zaman durum daha da kötüleşir. Bugünlerde kâr ettiğini iddia eden nadir gazetelerden biri olan Washington Post’u ele alalım. Kârlılıkta kazandığını güvenilirlikte kaybetmiş görünüyor.
PropOrNot adlı meçhul bir örgütün yayımladığı raporun bir kısmına dayanarak, birçok ciddi çevrimiçi haber kaynağını Rus propagandası olarak pervasızca nitelendirdikten sonra, geçenlerde, (aralarında Observer’ın da olduğu başka basın kuruluşlarındaki bir habere dayanarak) Vermont’taki bir enerji nakil şebekesinin Rus siber saldırılarıyla zarar gördüğü konusunda bir uyarıda bulundu. Öyle görünüyor ki bu saldırılar gerçekte olmadı ve Washington Post konu hakkında şebeke operatörüne danışma zahmetine bile girmedi. Görünüşe göre, çevrimiçi reklamcılık ile yönetilen bir ekonomi kendi gerçeklik kuramını üretti: gerçeklik, en çok bakışı toplayandır.
Profesyonel gazetecilerin bu sorun hakkında kendi suçunu kabul etmeden şikayet ettiğini duymak, uzmanlığa olan inancı daha da sarsmaktadır. Demokrasi sahte haberler arasında belki boğuluyor, belki boğulmuyordur, fakat seçkin ikiyüzlülüğün içerisinde boğulduğu kesin.
İki yadsıma arasında sıkışan seçkinler, iklim değişikliğine yenilikçi çözümler aramaktan hiçbir zaman geri durmadıkları gibi, sahte haber sorununa da yenilikçi çözümler bulmaktan asla geri durmayacaklardır. Bu iki konu arasında mutlak bir benzerlik var: Tıpkı iklim değişikliğinin fosil kapitalizminin bir yan ürünü olması gibi, sahte haberler de dijital kapitalizmin bir yan ürünüdür.
Mevcut önerilerin otoriter doğasından bıkmış bazı ileri zekalı politika girişimcilerinin bu sorun üzerine serbest pazar yaratıcılığını salıvermeleri çok uzun sürmez. Söz gelimi, haber kuruluşlarının, kendi hükümetlerince verilmiş sahte haber yapma izinlerini takas edebildikleri hakikat ötesi bir emisyon değişim planı niye kurulmasın ki? Saçma mı, evet; yararsız mı, evet. Ancak bu düzen önerisi, başlıca toplumsal yenilikçilik ödüllerini muhakkak kazanırdı.
Sahte haber sorununa yönelik, ne yanlış tanı koyan, ne de seçkinlere sahip olduğundan daha fazla güç atfeden tek çözüm dijital kapitalizmin temellerini tümüyle yeniden düşünmektir. Çevrimiçi reklamcılığı ve onun yıkıcı tıkla-ve-paylaş dürtüsünü yaşam, çalışma ve iletişim şeklimizin merkezine daha az almamız gerekiyor. Aynı zamanda karar verme yetkisini kolayca yozlaşabilen uzmanlar ve rüşvetçi şirketler yerine vatandaşlara daha çok aktarmamız gerekiyor.
Bu, Facebook ve Google’ın fazla nüfuz kullanmadıkları ve sorun çözmeyi tekellerine almadıkları bir dünya inşa etmek anlamına geliyor. Gelişmiş demokrasilere layık zorlu bir görev. Heyhat, kendi yadsımalarının çeşitli biçimlerinde sıkışmış mevcut demokrasiler, gitgide daha çok sorunu Silikon Vadisi’ne aktarırken, kendileri dışında herkesi suçlamayı tercih ediyorlar.
[The Guardian’daki 8 Ocak 2017 tarihli İngilizce orjinalinden Elem Güzel tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.