Trump CIA merkezinde, ABD’nin 2003 yılında Saddam Hüseyin’in devrilmesi için yaptığı müdahalenin geri ödemesi olarak Irak petrolünü alması gerektiğini iddia etti
Trump CIA merkezinde, ABD’nin 2003 yılında Saddam Hüseyin’in devrilmesi için yaptığı müdahalenin geri ödemesi olarak Irak petrolünü alması gerektiğini, bu yapılsaydı belki de bugün IŞİD’in olmayacağını, çünkü IŞİD’in petrol paralarıyla semirdiğini iddia ettikten sonra, “belki de bir şansımız vardır” dedi
Trump oyuna son derece hızlı girdi…
Reuters Haber Ajansı’nın geçtiği yeni bir habere göre, ajansın gördüğü bir başkanlık karar taslağında, Savunma ve Dışişleri Bakanlığı’ndan Suriyeli sivil mülteciler için Suriye içinde ve çevresindeki ülkelerde güvenli bölgeler oluşturmaya yönelik planların 90 gün içerisinde üretilmesi isteniyor. (Trump draft order seeks plan for refugee safe zones in Syria, elsewhere, Reuters, Wednesday, Jan 25)
Bu haberin ardından, Trump ABC News adlı kanala yaptığı açıklamada da, bu taslağa uygun biçimde, bölgedeki şiddetten kaçan insanları korumak için Suriye’de kesinlikle güvenli bölgeler oluşturacaklarını söyledi. Trump, Avrupa’nın milyonlarca insanı göçmen olarak kabul etmesinin de hatalı olduğunu düşündüğünü tekrarladı.
Buradan ne tür bir ‘güvenli bölge’ planı ortaya çıkar bilinmez, ancak ABD’nin yeni yönetiminin Suriye’de yeni hamleler üzerinde çalıştığı bu haberlerle daha fazla açıklık kazanıyor. ‘Güvenli bölge’nin hangi amaca nasıl hizmet edeceğini anlaşılmak isteniyorsa, ilk olarak Türkiye’deki, Ürdün’deki mülteci kamplarından toplanıp 100-200 dolar karşılığında Suriye’de “muhalif savaşçı”ya dönüştürülenlere ve ABD’nin ‘IŞİD tehdidi’ nedeniyle iki yılda Suriye içinde oluşturduğu ve sürekli genişlettiği askeri varlığa bakmak gerekiyor. Bunlar nelerin hangi araçları kullanarak hedeflendiğini kavramak için önemli açıklıklar sunuyorlar.
New York Times’ın elde ettiği bir başka başkanlık karar taslağında ise, ABD’nin uluslararası örgütlere sağladığı fonların denetlenmesi ve azaltılması yönünde uygulamaya konulacak kriterler belirleniyor. Bu taslağa göre, Filistin’e ya da Filistin Kurtuluş Örgütü’ne tam üyelik veren örgütlere, programlarında kürtajı savunan örgütlere, Kuzey Kore ve İran’a uygulanan yaptırımları atlatan örgütlere fon sağlanmayacak. Ayrıca, terör sponsoru herhangi bir devletin nüfuzunda olan ya da onun tarafından kontrol edilen örgütlerin fonları hemen kesilecek. Sistematik insan hakları ihllaleri yapan ya da azınlık gruplara zulmeden örgütlerin fonları da hemen kesiliyor. (Trump Prepares Orders Aiming at Global Funding and Treaties, Jan 25.)
Taslakta, bu kriterlerin uygulanmasıyla birlikte ABD’nin uluslararası örgütlere sağladığı fonların yüzde 40 azalacağı öngörülüyor. Taslağın düzenlenip Trump tarafından imzalanması durumunda en önemli fon kesintilerinin Birleşmiş Milletler’e bağlı örgütlerde gerçekleşeceği öngörülüyor. Bunun milyarlarca dolar kesinti anlamına geldiği ve özellikle mültecilere sağlanan yardımları çok etkileyeceği belirtiliyor.
NYT’nin haberinde, Filistin’in Birleşmiş Milletler’e tam üyeliğinin kabul edilmesi üzerine Obama yönetiminin ABD’nin Birleşmiş Milletler’in eğitim, bilim ve kültür örgütlerine sağladığı fonları zaten kestiği, bunun yeni bir uygulama olmadığı belirtiliyor, ancak Birleşmiş Milletler’e bağlı örgütlerin fonlarının yüzde yirmi beşini tek başına ABD’nin karşıladığı düşünüldüğünde bunun çok ciddi etkileri olacak.
İsrail kamuoyu Trump’ın ilk hamlelerinden son derece memnun. İsrail yönetimi, hızla yeni işgal kararları almaya başladı. Haaretz’in deyimiyle ‘Batı Şeria’nın tam kalbinde’ 20 bin yerleşimci aileyi barındıracak yeni yerleşimler kurulacağı geçtiğimiz Salı günü İsrail hükümeti tarafından duyuruldu.
Batı Şeria’nın işgalinin 50. yılında İsrail devletinin zulmü hız kesmeden devam ediyor ve yeni ABD yönetiminin katı İsrail yanlısı tutumu İsrail devletini daha da güçlü ve saldırgan kılıyor. Batı Şeria’yı işgal etmiş yerleşimcilerin şemsiye örgütü Yesha Konseyi bu gelişmeler üzerine yaptığı açıklamada, “Atalarımızdan kalan topraklarımızda geçirdiğimiz zor yıllardan sonra bu gelişmelerin yeni bir yerleşim dalgasının başlangıç noktası olmasını umut ediyoruz” diyor.
Donald Trump’ın kendine baş danışman olarak atadığı damadı Jared Kushner’in özellikle Ortadoğu sorunları konusunda çalışacağı çeşitli haber ve yorumlarda daha önce vurgulanmıştı. Kushner milyarder bir kapitalist ve İsrail’in işgalci yerleşimlerine ABD’den fon sağlayan en önemli ailelerden birisinin mensubu. Geçtiğimiz günlerde basına yansıyan haberlerde, onun İsrail Savunma Kuvvetleri Dostları Ulusal Kurulu üyesi olduğu ve New York merkezli bu kuruluşun İsrail askerleri ve ailelerinin faydalanacağı çeşitli programlar için İsrail Ordusu’na her yıl on milyonlarca dolar aktardığı dile getirildi.
Kushner ailesinin İsrail Silahlı Kuvvetleri’ne fon sağlayan bu kuruma 325 milyon dolardan fazla bağış yaptığı çeşitli kaynaklarda ifade edildi. İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin internet sitesindeki bağışçılar listesinde iki gün öncesine kadar yer alan Jared Kushner’in ismi, basında bu tartışmaların başlaması üzerine iki gün önce silindi.
Trump bir süre önce yaptığı bir konuşmada, İsrail Filistin barışını Jared Kushner’in organize edeceğini, eğer o yapamazsa, bu işi dünyada kimsenin başaramayacağını ifade etmişti. Filistinlileri her gün öldüren İsrail Ordusu’na bu düzeyde bağışlar yapıp, yıllardır işgalci yerleşimcileri fonlarla besleyen birisinin İsrail Filistin barışını organize edecek temel unsur olması eğer bir Trump şakası değilse, önümüzde açılan yeni dönemde karşımızda nasıl bir Ortadoğu olacağına dair önemli ve güçlü bir işarettir.
Trump’lı Ortadoğu’nun hayırlara vesile olmayacağını gösteren çok işaret var.
Trump ABD Başkanı olduktan sonra ilk olarak CIA’nin merkez binasını ziyaret etti ve 400 CIA mensubu huzurunda konuştu. Trump’ın seçimi Rusya’nın müdahalesiyle kazandığını ve onun Rusya’da bir otel odasında uygunsuz vaziyette çekilmiş videolarının bulunduğunu basına sızdıran kurumlardan birisi CIA idi.
Trump CIA merkezinde yaptığı konuşmada, basınla bir savaşı olduğunu, basının onunla Amerikan istihbarat örgütlerinin arasını açmaya çalıştıklarını söyledi. Yüzde bin CIA’nın arkasında olduğunu ve CIA’nın değerini ondan daha iyi kimsenin bilemeyeceğini dile getirdi.
Demagogun CIA ile ilişkileri onarmaya çalıştığı ve bunun için yalanlar söylediği son derece açıktı, ama onun bu konuşmasında asıl önem taşıyan nokta, daha önce 2015 yılında bir söyleşide ilk kez ifade ettiği ve CIA merkezinde tekrarladığı Irak petrolü konusuydu.
Trump CIA merkezinde, ABD’nin 2003 yılında Saddam Hüseyin’in devrilmesi için yaptığı müdahalenin geri ödemesi olarak Irak petrolünü alması gerektiğini, bu yapılsaydı belki de bugün IŞİD’in olmayacağını, çünkü IŞİD’in petrol paralarıyla semirdiğini iddia ettikten sonra, “belki de bir şansımız vardır” dedi. Huffington Post, Trump’ın daha önceki bir seçim konuşmasında aynı konuyu gündeme getirdiğini ve bu konuda “IŞİD bokunu bombala, Exxon girsin ve petrolü alsın” dediğini aktarıyor. (Iraqi PM Vowes Trump Will Not Take Iraq’s Oil as He Promised, Haaretz, Jan 25)
Exxon Mobil’in CEO’su Rex Tillerson Trump tarafından Dışişleri Bakanlığı’na aday gösterilmişti. Tillerson’un bakanlığı senato tarafından onaylandı. Yani rump tarafından Irak petrolünü alacağı söylenen şirketin en üst düzey yöneticisi artık ABD yönetiminin iki numarası. Exxon’un Irak’ta ve Kürt Bölgesel Yönetimi bölgesinde oldukça geniş petrol çıkarma faaliyetleri olduğu biliniyor, ama muhtemel ki Ortadoğu petrolüne dair meseleler yeni Amerikan yönetimi üyelerinin kendi aralarında sık konuştuğu konulardan birisi.
Ortadoğu petrolünün uzun zamandır ABD egemenlerinin öncelikli ilgi alanlarından birisi olduğunu ve bunun halen devam etmekte olduğunu biliyoruz. Trump’ın bu konuyu CIA merkezinde istihbaratçıların en tepesindekilere konuşurken dile getirmesi de oldukça manidar. Trump’ın konuşmasında asıl önemli nokta ise, IŞİD hakkındaki yeni manipülasyon çabalarıdır. IŞİD’in Irak’taki petrol paralarıyla semirdiğini iddia etmek, IŞİD’in ABD ve bölgedeki ortaklarının faaliyetleri sonucunda ortaya çıkmasının üstünü örten ve Batılıların hiç de yeni olmayan “medenileştirme hakkı” ideolojisinin yeni bir versiyonudur.
Trump CIA merkezinde yaptığı konuşmanın ardından bu kez ABC News’in yaptığı söyleşide aynı iddialarını daha net bir biçimde yineledi, ABD’nin Irak’tan çekilirken petrolü kontrol edecek bir stratejiye sahip olmamasının yanlışlığını vurgulayarak “Eğer petrolü almış olsaydık IŞİD olmazdı. 6 trilyon dolar harcadık, şimdi ülkemiz dağılıyor” dedi.
Trump’ın bu sözleri, ABD egemen sınıfının en azından onun bugün iktidarda olan kanadının Ortadoğu petrolü konusunda ne tür düşüncelere sahip olduğunu en önemli temsilcisinin dilinden gözler önüne seriyor. ABD yöneticilerinin Ortadoğu petrolünü kontrol etme isteği, Ortadoğu petrolünün kapitalist dünya ekonomisinin işleyişinde sahip olduğu merkezi önemden kaynaklanıyor. Yaklaşık yarım asırdır, ABD’nin Ortadoğu politikalarında en önemli belirleyenlerden birisi bu faktördür.
Bu durum o kadar öyledir ki, 1974 petrol krizinden sonra, dönemin ABD Başkanı’nın danışmanı ve ABD ulusal güvenlik konseyi üyesi Edwad Luttwark 1975 yılında, bir “savaşta devrim” modeli geliştirmiştir. Bu modelin uygulama ülkesi Suudi Arabistan ve hedef Suudi Arabistan petrolüne ABD tarafından el konulmasıdır. İsrail Ordusu ile ortak yürütülecek bir işgal planını kapsamlı bir biçimde ortaya koyan bu model o zaman uygulanamamıştır.
Luttwark’ın “savaşta devrim” modeline uygun bir işgal o zaman gerçekleşmedi, ancak ABD’nin 2003’teki Irak işgali aynı Luttwark tarafından “savaşta devrimin başarısı” olarak selamlandı. Petrolün kapitalist dünya ekonomisindeki önemi devam ediyor ve Ortadoğu’dan Hazar Havzası’na uzanan bir yayılım içinde mevcut politik çatışmaların gerisinde yatan en önemli faktörlerden birisi petrolün kontrolü. ABD egemen sınıfının en yırtıcı ve asalak unsurlarını kapsayan yeni ABD yönetiminin bu noktada da saldırgan politikalar geliştirmesi hiç şaşırtıcı olmayacak.
ABD yönetiminin geliştireceği yeni saldırıların ideolojik örtüsü “İslamcı teröre karşı savaş” olacak. Bunun ilk adımı olarak, “Beyaz Saray’a yakın kaynaklar Trump’ın göçmenlerin ülkeye girişine engel getirecek, Suriye, Irak, İran, Libya, Yemen, Sudan ve Somali yurttaşlarının vizelerini askıya alacak, kayıtdışı göçmenleri sınırdışı edecek ve Meksika sınırına duvar örecek düzenlemeyi imzalayacağını duyurdu.”
Reuters’in geçtiği bu haberin içinde önemli bir ayrıntı gizliydi. Yukarıda zikredilen ülkelerden gelen vize başvuruları askıya alınmıştı, ancak bu durumun istisnaları vardı. Reuters’in yayımladığı orijinal metinde, ülkelerinde zulme uğrayan azınlıkta olan dinsel grupların mensupları bu kararın istisnasını oluşturuyordu. Bu ülkelerde azınlığı oluşturan dinsel grubun ağırlıklı olarak Hıristiyanlar olduğu biliniyor. Yani karar esas olarak Müslümanlar için alınmış, Hıristiyanlar ve diğer dinsel topluluklar kararın dışında tutulmuştu.
Trump yönetimiyle beraber “Medeniyetler Çatışması” olarak isimlendirilen ‘kültür ve din savaşlarının’ yeni bir düzeye sıçrayacağı zaten öngörülen bir gelişmeydi. Henüz ilk haftada gündeme gelen bu politika tercihleri bu eğilimin derinleşeceği yönünde kuvvetli işaretlere sahip.
‘Kültür ve din savaşları’ şeklinde yürütülen bir ‘İslamcı terörle savaş politikası’nın Ortadoğu’dan Asya’ya yeni ve daha büyük yıkımlar getirmekten başka hiçbir sonuç doğurmayacağı, ABD’nin 2001’den beri yürütmekte olduğu ‘İslamcı terörle savaş’ politikasının sonuçları çerçevesinde çıplak bir biçimde karşımızda duruyor. Trump yönetimi eliyle bu perspektifle büyütülecek savaş, Cihatçı örgütlerin çok daha fazla güçlenmesi, Cihatçı şiddetin alanını genişletmesi; bu gelişmelerden çok daha güçlü meşruiyet üretecek ABD şiddet aygıtlarının halklara karşı çok daha da yoğunlaşmış bir terörü devreye sokması dışında hiç bir sonuç yaratma şansı yoktur. Bu nedenle, Ortadoğu çok daha tehlikeli bir döneme doğru ilk adımlarını atmaktadır.
Yeni ABD yönetiminin uygulayacağı bu politikalar Ortadoğu halklarının direniş ve mücadele birikimini harekete geçirecektir, içine girilen bu tehlikeli dönem aynı zamanda, yeni İntifada’lara, yeni halk direnişlerine gebedir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.