Yönetmenliğini Pablo Larraín’in yaptığı “No” filmi Şili’deki askeri darbe dönemini anlatan üçlemenin son filmi
Muhalefetin ilk hazırladığı kampanya filmi darbenin yıkımını anlatan işkence ve katliam görüntülerinden oluşmaktadır. Filmi izledikten sonra René, “Başka bir şey yok mu”? diye sorar, “Daha umutlu bir şeyler?”
Yönetmenliğini Pablo Larraín’in yaptığı “No” filmi Şili’deki askeri darbe dönemini anlatan üçlemenin son filmi. Serinin ilk filmi “Tony Manero”da (2008) darbenin şiddetli zamanlarını anlatan Larrain, serinin ikinci filmi “Post Mortem”de (2010) darbenin oluş sürecini anlatıyor. “No” ise bir halk oylamasıyla dikta rejiminin yenilgisini konu alıyor.
1970 yılında sosyalistlerin oluşturduğu koalisyon (Unidad Popular) iktidar olur. Salvador Allende başkan seçilir. 1973 yılında ise Amerika destekli bir darbeyle ordu, yönetimi ele geçirir. Darbeden sonra Augusto Pinochet devlet başkanı ilan edilir. Allende darbeye karşı direnirken darbenin gerçekleştiği gün öldürülür. Otopsisi sonucu intihar ettiği öne sürülmesine rağmen ölümünden saatler önce elinde makineli tüfekle çekilmiş fotoğrafı, çatışırken öldüğü şeklinde yorumlanır.
Şili’nin önde gelen müzisyenlerinden Victor Jara’nın elleri, binlerce kişiyle birlikte tutuldukları spor salonunda gitar çalmaması için kırılır ve daha sonra katledilir. İlerleyen yıllarda Pinochet’nin diktatörlüğüne dair hazırlanan iddianamede bu dönemde hayatını kaybedenlerin sayısı 3 bin 172 olarak açıklanır.
Darbe büyük bir yıkımla birlikte kendi neslini de oluşturur. Bizdeki ‘80 sonrası nesil gibi ama Şili çok daha ağır yaşar bunu. Şili ekonomisini şekillendirmek ve neolibaralizme geçişi sağlamak için 400 CIA uzmanı Pinochet’ye yardım etmektedir. Rejim, Chicago Üniversitesi’nden ekonomistlerin yakın gözetiminde radikal bir özelleştirme programını hayata geçirir.
No filminin konusu işte bu rejime karşı yürütülen “Hayır” kampanyası.
Filmin ana karakteri René Saavedra (Gael García Bernal) çocukluk yıllarında cuntanın vahşi ve faşist yüzünü görmüş, sonrasında kapitalizmin bireyci toplum anlayışıyla büyümüş, ünlü bir reklamcı olmuştur.
Bu arada 15 yıldır Şili’yi diktatörlükle yöneten Pinochet de uluslararası baskılara boyun eğip Şili’yi başkanlık sürecine dair bir halk oylamasına götürmektedir. “Evet” ya da “Hayır” oylarına göre Pinochet 8 yıl daha iktidarda kalacak ya da görevi bırakacaktır. Çoğunluk, seçimin düzmece olduğunu, Pinochet’nin kaybedeceği bir seçime girmeyeceğini düşünmektedir. Darbeciler de sandıktan “Hayır” çıkacağına ihtimal vermezler. Sonuçta bütün kitle iletişim araçları yayın organları cuntanın denetimindedir ve halk korku yoluyla sindirilmiştir. Devlet televizyonlarından her gün 15 dakika “Hayır”, 15 dakika “Evet” propagandası yapılacaktır.
“Hayır”cı muhalefet liderleri de “Hayır” kampanyası için reklamcı René’i ikna ederler.
Muhalefetin ilk hazırladığı kampanya filmi darbenin yıkımını anlatan işkence ve katliam görüntülerinden oluşmaktadır. Filmi izledikten sonra René, “Başka bir şey yok mu”? diye sorar, “Daha umutlu bir şeyler?”
René, zaten şiddet yoluyla sindirilmiş bir ulusa geçmişteki kötü anıları hatırlatmanın anlamsız olacağını düşünmektedir. René’in umut söylemi 15 yıldır darbeyle yönetilen bir ülkenin muhalefeti tarafından başlangıçta küçümsenir ama umudun sihri de buradadır. Birkaç kişinin René güvenmesi yeter ve neşeli bir şarkı Şilinin dört bir yanına yayılmaya başlar. Önce olumsuz bir kelime olan “Hayır” gökkuşağının renkleriyle sempati uyandıracak bir figüre dönüştürülür. Darbe rejiminin baskısını göstermek yerine özgür bir ülke tablosunu halka gösterecek bir reklam kampanyası hazırlanmaya başlar. Mizah işin içine karışır, umutlu bir şarkı kampanyaya eşlik eder ve kampanya umulmadık bir başarı kazanır. Darbe yönetimi bütün baskı araçlarını devreye soksa da referandumu kaybeder.
İzleyenin ağzına Gezi’den bir tat gelir yerleşir. Zamanlar, mekanlar, kişiler çok farklı olsa da diktatörlük heveslilerinin kullandıkları araçlar ve yöntemler neredeyse aynıdır. Tarihte diktatörlerin çeşitli şekillerde yıkılmasına tanıklık etmişizdir ama referandum sonucuyla yıkılan ilk diktatördür Pinochet. Bu yüzden o kampanya ve bu film “Hayır”daki umudu bugünün Türkiye’sine dahi ulaştırabiliyor.
Larrain’in kampanyaya yönelik eleştirel tavrına rağmen… Çünkü Larrain, filminde referandum sonucunun bir zafer olarak görülmesini istemez. Pablo Larraín bunu bir röportajında şu şekilde dile getirir: “René Saavedra, Pinochet’nin bu ülkeye yerleştirdiği neoliberal sistemin çocuğu. İşte bu yüzden, diktatörlükle beraber gelen ideolojik araçların, Pinochet’yi devirmede kullanılması çok ilginç. Benim için ‘Hayır’ kampanyası, Şili’deki tek geçerli sistem olan kapitalizmin yerleştirilmesi için ilk adımdı. Bir metafor değildi, doğrudan kapitalist bir hareketti. Siyasete alet edilen reklamın saf ve gerçek ürünüydü.”
Onun için herkes referandum sonucunu coşkuyla kutlarken René ifadesiz bir yüzle oğluyla beraber oradan ayrılır. René’yi takip eden seyirci de referandumun coşkusunu yaşayamadan oradan ayrılmak zorunda kalır. Ertesi gün René film boyunca bindiği kaykayla işe giderken yüzünde aynı ifade vardır. Larrain belki haklıydı belki değil ama ağzımıza Gezi’den bir tat gelmişken hem de bir referandum bizim kapımızı çalarken neden olmasın?