bilindiği gibi afganistan geçen yüzyılın sonuna ve bu yüzyılın başına yayılan, görünürde siyasal kaos ve iç savaşın damgasını vurduğu ama ekonomiden kültüre her alanda derin bir yıkımın yaşandığı sürecin sonucunda, özellikle kadınlar için cehennem anlamına gelen bir çöle dönüştü. bugün türkiye’nin başından geçenler bence en çok afganistan’la kıyaslanabilir. türkiye’de, ab’ye uyum çerçevesinde tarım ve hayvancılık […]
bilindiği gibi afganistan geçen yüzyılın sonuna ve bu yüzyılın başına yayılan, görünürde siyasal kaos ve iç savaşın damgasını vurduğu ama ekonomiden kültüre her alanda derin bir yıkımın yaşandığı sürecin sonucunda, özellikle kadınlar için cehennem anlamına gelen bir çöle dönüştü. bugün türkiye’nin başından geçenler bence en çok afganistan’la kıyaslanabilir. türkiye’de, ab’ye uyum çerçevesinde tarım ve hayvancılık bitirildi, paranın, sermayenin el değiştirmesi sürecinde gıda ve tekstil gibi imalata dayanan sektörlerin yerini inşaat aldı. bu aynı zamanda kadın istihdamında büyük bir düşüş anlamına geliyor çünkü bilindiği gibi gerek–zaman zaman ücretsiz bile olsa- tarımda gerekse gıda ve tekstil sektörlerinde kadınlar çalışırken, inşaat neredeyse hiç kadın istihdam etmeyen bir sektör. sosyal devlet tamamıyla kadükleştirildi, iyi eğitim ve ortalama sağlık hizmeti ancak belli düzeyde geliri olanların harcı. hem ekonomik hem de siyasi baskı ve yönlendirme kültür, sanat gibi alanları sığlaştırıyor, kısırlaştırıyor. bilimin ne durumda olduğunu görmek için tübitak’ın uğraştığı şeylere bakmak yeterli. savaşın sonuçlarını hatırlatmama gerek bile yok.
yaşadığımız kaotik ve emniyetsiz ortam bu gelişmeleri belki flulaştırıyor ama bugün emekçiler için insani yaşama koşullarının ulaşılmaz olduğu, kadınlar için bir şiddet ve baskı sarmalı haline gelmiş, halkın manevi dünyasını dolduracak dinden başka hiçbir şeyin bırakılmadığı ve dinin çocuk istismarından katliama her türlü suçun ve günahın bahanesi haline getirildiği, emperyal heveslerle, sömürgeci iştahla yürütülen muharebelerde oğullarını, kızlarını kaybeden bir ülkeye dönüşüyoruz.
afganistan’ın yıkımı abd’nin müdahalesiyle oldu; bu müdahale için “kadın özgürlüğü”nün bahane edildiğini de hatırlayalım. benzer bir şey, başka bahanelerle suriye için de denendi, nasıl kanlı sonuçları olduğunu birlikte gözlemledik.
türkiye ise terim yerindeyse “içeriden” afganlaştırılıyor. böyle muazzam bir yıkımda tek sorumlunun iktidar olduğunu söylemek doğru olmaz çünkü özellikle büyük tarihsel öneme sahip süreçlerde muhalefetin de sorumluluğu artıyor.
milliyetçiliğin başta kürtler ve araplar olmak üzere bölge halklarına düşmanlık, ve “herkes bize düşman/kıskananlar çatlasın”a indirgendiği, müslümanlığın tekfirciliğe tebdil edildiği, sosyalistliğin de ahlaki bir duruşla açıklandığı bu siyasal iklim aynı zamanda olup biten karşısında bir sorumsuzluğa işaret etmiyor mu?
bu tür süreçler aynı zamanda sıradan emekçinin, kadının, gencin müdahale araçlarından yoksun olduğu ve –genellikle de süreçten sorumlu olanların oluşturduğu- otorite mihraklarına sığınma ihtiyacı hissettiği zamanlar oluyor.
önümüzde bu gelişmeleri tersine çevirebileceğimiz bir dönem var. bu sürece müdahale edecek meşru, demokratik mücadele araç ve yollarını bulmak, geniş halk kitlelerinin seslerini duyurabilecekleri bir ortam oluşturmak demokratlıktan vatanseverliğe, bütün politik tutumların birinci görevi, ilk adımı. o adımı atmamızın zamanı geldi de geçiyor bile.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.