ABD istihbarat örgütlerinin yeni psikolojik savaş hamlelerinin, oluşmakta olan yeni yönetime belirli siyasi sınırlar çizmeyi ve Rusya’ya yönelik tutumu keskinleştirmeyi hedeflediği son derece açık
ABD istihbarat örgütlerinin bu yeni psikolojik savaş hamlelerinin, oluşmakta olan yeni yönetime belirli siyasi sınırlar çizmeyi ve Suriye’de Halep’te yaşanan gelişmelerle beraber Rusya’ya yönelik tutumu daha da keskinleştirmeyi hedeflediği son derece açık
“Yeni Soğuk Savaş”, Batı ile Rusya’nın son yıllardaki ilişkisini anlatmak için yakın dönemde sıkça kullanılan bir kavramdı. Her iki tarafın yetkilileri de yaptıkları açıklamalarda bu kavramın ilişkilerini doğru tanımlamadığını söylüyor ve Soğuk Savaş’ın geçmişte kaldığını dile getiriyordu…
Ancak ABD yönetici eliti içinde son birkaç günde hızla tırmanan bir gerilim, yoğunlaşan tartışma durumun aslında “yeni Soğuk Savaş”a çok fazla benzemeye başladığını gözler önüne serdi.
ABD’nin 17 istihbarat örgütünün ortak kanaatine göre Rusya, ABD’deki son başkanlık seçimine Trump lehine müdahale etmiş. Washington Post’a konuşan üst düzey bir ABD istihbarat yetkilisi, “İstihbarat camiasının değerlendirmesi şu ki, Rusya’nın amacı bir adayı diğerinin önüne çıkartmak, Trump’ın seçilmesine yardım etmekti” diyor.
“ABD seçimlerinde Rusya’nın eli”
ABD yönetici eliti içindeki tartışmanın boyutları ve kullanılan dilin giderek sertleşmesi, meselenin görünenin ötesine uzanan bir kapsama sahip olduğunu düşündürüyor. Öyle ki, istihbarat örgütlerinin açıklamasının üzerine atlayan New York Times editoryasının yazısının başlığı, “ABD seçimlerinde Rusya’nın eli”. Editorya yazısında şunları söylüyor:
“Amerikan savunma yetkilileri Rusya’nın kapasiteleri ve tehlikeli niyetleri konusunda uyarılarda bulunuyor, Moskova’yı Amerika için en ölümcül tehdit olarak görüyorlardı… Demokrat aday Clinton yönetime geldiğinde, Rusya’yı Suriye içsavaşında işlediği savaş suçları ve Ukrayna’ya ve komşularına karşı saldırganlığı nedeniyle cezalandırmak ve onu izole etmek için etkinlikleri iki kat arttıracağını söylüyordu.”
Editoryaya göre, Clinton’ın Rusya’ya karşı sert bir politika izleyeceği son derece açıktı, oysa Trump sözkonusu olduğunda: “Ruslar’ın onu -Trump’ı-, etrafı Kremlin dalkavukları ile çevrilmiş yumuşak ve acemi bir politikacı olarak görmesi için nedenler vardı.”
Yeni dolaşıma sokulan ve editoryanın da kuvvetle savunduğu iddiaya göre, Kremlin’e yakın bilgisayar korsanları Demokrat Parti adayının elektronik postalarını ve Cumhuriyetçi Parti Ulusal Komitesi’nin bilgisayarlarında kayıtlı olan bilgileri ele geçirdiler. Clinton’ın elektronik postalarını Wikileaks’e verdiler ve yayımlanmasını sağladılar, ancak Cumhuriyetçi Parti’ye ait bilgileri kullanmadılar.
Bu düzeyde önemli bir iddia acaba hangi bulgularla desteklenmiş?
Dün NYT’de yayımlanan konuyla ilgili çok geniş bir habere göre ortaya konulmuş ciddi bir bulgu yok. İstihbarat yetkilileri ile görüşen haberciler, seçimden bu yana konuyla ilgili hiçbir yeni bulgunun ortaya çıkmadığını, seçimden önce Obama’ya sunulan brifinglerde bu değerlendirmenin defalarca ifade edildiğini, ancak bunların seçimden önce neden gündeme getirilmediğinin de bilinmediğini ifade ediyorlar…
Oysa haberin içinde de defalarca tekrarlandığı gibi, sözkonusu iddialar sadece istihbarat yetkililerinin değerlendirmelerini içeriyor, bu değerlendirmeleri destekleyen güçlü bulgu ve kanıtlar ortaya konulamamış. Muhtemelen seçimin sonucu da çantada keklik olarak görüldüğü için, bu işe fazla zaman da ayrılmamış. Seçim sonucunun istenildiği gibi olmaması, bunun tekrar gündeme getirilmesine neden olmuş. Görünen bu…
ABD istihbaratının sahte bilgi-belgeleri
Trump yaptığı açıklamada, bu suçlamaları “komik” bulduğunu, bu durumun Demokratlar’ın seçimdeki büyük başarısızlıklarını kabullenememeleriyle ilişkili olduğunu ifade etti. Trump’ın sözcüsü ise, “Bu iddiada bulunan kişiler Saddam Hüseyin’in kitle imha silahlarına sahip olduğunu söyleyen kişilerle aynıdır” dedi. Göreve başlayacak yeni ABD Başkanı’nın sözcüsü, ABD istihbarat örgütlerini, sahte belge ve bilgi üretmekle itham etti. Bu ithamın -ABD istihbarat örgütlerinin sahte bilgi ve belge üretmesinin- doğru olduğu uzun zamandır zaten bilinen bir gerçek… Artık seçilmiş bir ABD Başkanı sözcüsü tarafından da böylece kabul edilerek bu gerçek ilk elden teyit edilmiş oldu.
Financial Times editoryası da konuya Batının liberal demokrasisinin militan temsilcisi olarak müdahil oldu… Onlar da, bütünlüklü kanıtların henüz ortaya konulamadığını, ama buna rağmen durumun sadece Amerika için değil tüm liberal demokrasiler için büyük bir tehdit olduğunun altını kalınca çizdiler. ABD’nin Rusya ile ilişkilerde bir reset yapması sözkonusu olsa bile, bu meselenin çözülmesinin bir önkoşul olarak kabul edilmesi gerektiğini dile getirdiler. Bütünlüklü kanıtlara sahip olmayan bir “istihbarat iddiası” devletler arası ilişkilerde neden ve nasıl bir önkoşul olarak kabul edilsin, bunu izah etmek Batı demokrasisinin bu kararlı savaşçısına düşüyor.
Editorya Trump’ın istihbarat örgütlerine yönelik sözlerini de çok yakışıksız buluyor, çalınmış maillerin kapsamının sınırlı olabileceğini, yeterli araştırmanın henüz tamamlanmamış olabileceğini, belki de istihbarat örgütlerinin bir hata yapmış olabileceğini, ama yine de Trump’ın başkan olarak beraber çalışacağı bu kurumları konuşmasında böyle aşağılamaması gerektiğini kuvvetle ifade ediyor.
Bunlar liberal Batı demokrasilerinin faziletleri… Kanıt olmayabilir, iddialar belki doğru da değildir, çünkü yeterince araştırma yapmadan ifade edilmiş olabilirler, ama yine de tüm bunları yaratanlar bizim değerli kurumlarımız… Söylenen budur.
Peki Trump’ın bu vesileyle gündeme getirdiği Irak yalanlarından ne haber? Bu yalanlara dayanılarak başlatılan Ortadoğu savaşlarıyla Ortadoğu cehenneminin kapıları açılmadı mı? Şimdi Ortadoğu’nun her köşesini cayır cayır yakan alevler açılan bu kapılardan bölgeye yayılmadı mı?
Kim bu “Kremlin dalkavukları”?
Trump’ın etrafını çevirmiş olan Kremlin dalkavuklarına ilişkin iddialarsa, ABD istihbarat çevrelerinin ne denli marazi psikolojilere sürüklenebileceklerini gösteren türden. Acaba Trump’ın kabine üyesi olarak açıklanan Goldmann Sachs’ın milyarder şefleri ya da ABD Ordusu’nda en üst düzey komutanlık yapmış savaşçı şahinler mi Kremlin’in dalkavuklarıdır? ABD istihbarat örgütlerinin bu yeni psikolojik savaş hamlelerinin, oluşmakta olan yeni yönetime belirli siyasi sınırlar çizmeyi ve Suriye’de Halep’te yaşanan gelişmelerle beraber Rusya’ya yönelik tutumu daha da keskinleştirmeyi hedeflediği son derece açık.
Bunun daha geniş kapsamlı bir psikolojik savaş hamlesinin parçası olduğunu netleştiren bir başka iddia ise yine ABD istihbarat örgütleri tarafından Washington Post aracılığıyla 10 gün önce yaygınlaştırılmıştı. Bu iddiaya göre Batıda 200 internet sitesi Rusya yanlısı yayın yapıyordu. Gerçekte ise bu sitelerin pek çoğu, Batı’daki kararlı sosyalist ve anti-emperyalist odaklardan oluşuyordu. Sendika.Org ve başka sosyalist-devrimci yayın organları tarafından çevrilip, yayımlanan pek çok yazının kaynağı olan bu siteler arasında Global Research, Counterpunch, Truthout, Zero Hedge, Antiwar.com, Contortium News gibi çizgisi açık ve net olan, Rusya eleştirileri de içinde kendine yer bulan odaklar var.
Bu sitelerin tümü, ABD’nin emperyalist savaşlarını teşhir eden, bu savaşların neden ve sonuçlarını açık bir biçimde ortaya koyarak ABD emperyalizminin üzerindeki örtüyü çekip alan haber ve yorumlara geniş ölçüde yer veriyorlar.
Suriye’ye yönelik emperyalist saldırının gerçek boyutlarının ortaya konulmasında bu odaklar önemli roller oynadılar. Emperyalizmin “insani müdahaleleri” lehinde kamuoyu oluşturulmasında haber ve yorumların, yayın faaliyetlerinin çok belirleyici bir yeri var. ABD istihbarat örgütlerinin örtülü faaliyetlerinin deşifre edilmesi yolunda önemli haber ve yorumlara yer veren bu odaklar, işte bu nedenlerle ABD istihbarat örgütlerinin hedefi konumuna geldiler ve tıpkı eski Soğuk Savaş’ta olduğu gibi, gerçekleri olanca çıplaklığıyla ortaya koyduklarında yine Rusya yanlısı yayınlar yapmakla suçlanmaya başladılar.
Hepsini uyduruyorlar
Bunun nasıl bir psikolojik operasyon olduğunu anlayabilmek için İngiltere’nin eski Özbekistan Büyükelçisi olan ve Julian Assange ile yakın bir ilişkisi olduğu söylenen Craig Murray’ın konuya ilişkin olarak hedef alınan sitelerden biri olan Global Research’te anlattıklarına kulak verelim. Murray, CIA’nın iddiaları için “Saçmalık, hepsini uyduruyorlar”, “Ben kimin sızdırdığını biliyorum, bir Rus değil, içeriden biri” diyor. “Bu bir sızdırma, hackleme değil” diyen Murray, bunların iki ayrı şey olduğunu belirtiyor. Murray, iddiaları ortaya atan CIA’nın madem failleri biliyor neden onlar hakkında herhangi bir işlemde bulunmadığı sorusunu soruyor?
Mesele psikolojik operasyon, manipülasyon olduğunda eğer sözkonusu olan ABD’nin yönetici elitiyse ölümlerden ölüm seçmek gerekiyor. Bu suçlamalara maruz kalan Trump’ın oluşturduğu yeni kabinenin belli olan mensupları da bu konuda hiç fena olmayan bir sicile sahipler.
Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü geçtiğimiz çarşamba günü düzenlediği resmi basın toplantısında, Çin ve ABD arasındaki ilişkilerin sağlıklı bir çizgide gelişmesi için, sorumlu mevkilerde bulunan kişilerin görüşlerini gerçek olaylara dayandırmaları gerektiğini belirtti. Sözcü, taraflar arasında karşılıklı güvenin ancak bu yolla geliştirilebileceğini vurguladı.
“Kremlin dalkavuğu”nun Kremlin hakkında yazdıkları
Çin Dışişleri Bakanı sözcüsünün bu açıklamayı yapmasının nedeni, Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atadığı ABD Ordusu emekli generallerinden Michael T. Flynn’ın -ABD’nin liberal basınına göre, kendisi bir Kremlin dalkavuğu oluyor- temmuz ayında yayımlanmış olan kitabında yer alan, Çin’in “radikal İslamcılarla” yaptığı ittifaka ilişkin iddialardı.
Flynn kitabında bunu şu şekilde ifade etmişti:
“Savaş devam ediyor. Biz, Kuzey Kore ve Çin’den, Rusya’ya, İran’a, Suriye’ye, Küba, Bolivya, Venezüella, Nikaragua’ya uzanan ve çalışmakta olan bir koalisyonla karşı karşıyayız. Biz sadece doğrudan ulus-devletlerin saldırısı altında değiliz, fakat aynı zamanda El-Kaide, IŞİD, Hizbullah ve sayılamayacak kadar çok terörist grubun da saldırısı altındayız.”
Kitabın başka bir paragrafında aynı iddiasını şöyle yineliyor Flynn:
“Radikal İslamcılar ve Pyongang, Havana, Moskova ve Pekin rejimleri arasındaki bir ittifakla karşı karşıya olmamız şaşırtıcı değildir.”
Görüyorsunuz “Kremlin dalkavuğu” “Moskova rejimi” hakkında neler yazıyor… Gerçekte savaşmakta olduğu IŞİD ve diğer Sünni radikal İslamcılarla ittifak kurmakla suçlayarak “Moskova rejimi”ne nasıl dalkavukluk yapıyor…
Flynn’ın “komplo teorileri”ne olan düşkünlüğü, Trump tarafından ismi açıklandığı günden beri Batının liberal yayın organlarının en çok öne çıkardıkları öğelerden birisidir. Bu yayın organlarında ima edildiği gibi, Flynn belli ki komplo teorilerine düşkün bir kaçık… Yukarıda sayılan ülke ve örgüt isimlerini yan yana ancak ya bir kaçık ya da bilinçli manipülasyon yapmaya çalışan birisi getirebilir.
Ama onun komplo teorilerine düşkün bir kaçık ya da bilinçli bir manipülatör olması; ne yıllar boyu ABD ordusunun en önemli birimlerinde üst düzey komutanlık yapmasına engel olmuş, ne de Pentagonun en hassas birimlerinden Savunma İstihbarat Ajansı’nın en üst düzey yöneticisi olmasını engelleyebilmiştir. Şimdi önemli dış politika ve güvenlik konularında yeni ABD Başkanı’nın görüşlerine başvuracağı ilk birkaç isimden biri konumuna yükselmesine engel olamadığı gibi…
Ağca’yı komünist Bulgaristan’a bağlayan komplo teorisyeni
Dana Priest’in New Yorker’da yazdığına göre, Flynn ordudaki kariyerinde en büyük başarısını, ordunun, savaş alanlarındaki şüpheli teröristlerin öldürülmesi ya da yakalanmasıyla görevli gizli birimi olan “Birleşik Özel Operasyonlar Komutanlığı”nda devrim yaratan yeni yollar bularak elde etmiştir. (THE DISRUPTIVE CAREER OF MICHAEL FLYNN, TRUMP’S NATIONAL-SECURITY ADVISER, Nov 23.) Flynn, bu “başarıları” Afganistan ve Irak savaşlarında kazanmıştır.
Flynn “İslamcı terör” üzerine kitabını Michael Ledeen adında tanınmış bir Neo-Con’la birlikte yazmış. Ledeen oldukça tanınan bir isim ve daha öne ABD Ulusal Güvenlik Konseyi danışmanlığı, ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD Savunma Bakanlığı danışmanlıkları gibi önemli görevlerde bulunmuş. 1970’lerde İtalya’da da İtalyan faşizmi üzerine akademik çalışmalar yürütmüş. 1980’lerin başında İtalyan Askeri İstihbaratı’na “risk değerlendirmeleri” konusunda danışmanlık yapmış olan Ledeen, 1981 yılında Mehmet Ali Ağca’nın gerçekleştirdiği Papa suikastı hakkında yaygınlaştırdığı bir komplo teorisiyle tanınmış. Ledeen, Türk Ülkücülerin ve Ağca’nın “derin bir komünist Bulgaristan bağına sahip olduğunu” savunan grubun en önünde yer almış. Televizyonlarda ve gazetelerde bunun propagandasını yapmış. Creag Unger, “Reagan yönetimi Beyaz Saray’a yeni yerleştiği günlerde yaygınlaştırılan bu “Bulgar bağlantısı” teorisi, Soğuk Savaş propagandasına mükemmel bir zemin sundu” diyor. Ledeen’in 80’li yıllarda Orta ve Güney Amerika’daki devrimci halk hareketlerine karşı geliştirilen açık ve örtülü ABD müdahalelerini de o dönemin “terörle savaş”ı çerçevesinde güçlü bir biçimde savunduğu çeşitli kaynaklarda ifade ediliyor.
Ledeen, ABD’nin Irak’ı işgalini de en yüksek sesle savunan Neo-con unsurlardan biri. Dönemin Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı emekli general Brent Scowcroft, Ortadoğu’ya yönelik büyük çaplı bir ABD askeri müdahalesinin bölgede büyük sarsıntılara yol açacağını ve bölgeyi kaynayan bir kazana dönüştüreceğini düşündüğü için müdahale fikrine mesafeli yaklaşmaktaymış ve bu yönde açıklamalar yapıyormuş.
“Bölgenin kaynayan kazana dönmesini umut ederim”
Ledeen 2002 yılında yazdığı konuyla ilgili bir yazısında, Scowcroft’un şu sözlerini aktarmış:
“Irak’a saldırırsak Ortadoğu’da büyük bir patlamaya yol açabiliriz. Bu patlama, bütün bölgeyi kaynayan bir kazana dönüştürebilir ve bu da ‘terörle savaşımıza’ zarar verebilir.”
Ledeen yazısında bu sözleri aktardıktan sonra şunları yazmış:
“Birisi bölgenin kaynayan bir kazana dönüşürülmesini ancak umut edebilir ve lütfen, daha hızlı… Eğer kaynayan kazana dönüştürülmeyi fazlasıyla hak etmiş herhangi bir bölge varsa, burası bugünkü Ortadoğu’dur. Biz savaşı etkili yürütebilirsek, İran, Irak ve Suriye’deki terör rejimlerini alaşağı ederiz…”
Bu saldırgan fikirleri savunan Ledeen’in “terörle savaş” perspektifinde başından beri değişmeyen sabit ise İran’ın ana hedef olması gerekliliğiydi, öyle ki, New York Times onun “terörle savaş” perspektifinin “bütün izler -terörün bütün izleri- Tahran’a çıkar” sözüyle özetlenebileceğini söylüyor.
İki oğlu ABD Ordusu’nda komutanlık yapmakta olan Ledeen’in büyük oğlu ise ABD’nin Savunma Bakanlığı kadrosunda yer almaktadır ve Afganistan ve Irak’ta görev yapmıştır. Ledeen, Trump kabinesinde yer almıyor, ancak sözleri yönetim tarafından ciddiye alınan etkili bir unsur olacağı vurgulanıyor.
Ortadoğu’da “cehennemin kapılarını açan” savaşların sorumluluğu hep dönemin başkanı George W. Bush’a yüklendi. Oysa ABD yönetici eliti o süreçte tek vücut olmuştu, bu savaşların sorumluluğunun ona yüklenmesi esas olarak dünya çapında gelişen tepkiler karşısında alınan bir tutum olmuştu. Irak savaşını başlatmak için ABD istihbarat örgütlerinin uydurduğu sahte bilgi ve belgeler dolaşıma sokulduktan sonra oluşan ortamda Demokratlar’da en az sonraki Cumhuriyetçiler kadar sorumluydu. Öyle ki, Irak işgalinin mimarlarından Dick Cheney yeni kitabında bunları belgeleriyle ortaya koyuyor. Mesela Obama yönetiminin “müzakereciliği ile ünlü Demokrat Dışişleri Bakanı John Kerry” o dönem ne demiş ve oyunu ne yönde kullanmış?
“Saddam Hüseyin, ölümcül bir kitle imha silahı cephaneliğini elinde tutarak güvenliğimize tehdit oluşturduğu için, onun gerekirse güç kullanarak silahsızlandırılması için ABD Başkanı’na yetki verilmesi yönünde oyumu kullandım.”
El Kaide ile aynı safta olan kim?
Demokrat Obama döneminin bir başka Dışişleri Bakanı Hillary Clinton?
“İstihbarat raporlarımız, Saddam Hüseyin’in kimyasal ve biyolojik silah cephanesini yeniden oluşturmak için faaliyet gösterdiğini, füze sistemleri geliştirdiğini ve nükleer programını gösteriyor. Saddam El Kaide teröristlerine barınma, eğitim ve yardım sağlıyor.”
Demokrat Obama’nın Başkan Yardımcısı Joe Biden?
“Saddam’ın silahlanmasını engelleyecek tek yol ABD’nin büyük çaplı askeri bir eylemle onu devirmesidir.”
Kendi açıklamalarında net olarak görüldüğü gibi hepsi oradaydı…
ABD’nin egemen eliti, dünya çapında tam egemenlik için militarist aygıtı kullanma konusunda kararlıydı ve bu konuda ortak bir tutuma sahipti. İstihbarat örgütlerinin ürettiği bilgiler ve “ulusal güvenlik tehdidi” algıları bu hedef doğrultusunda girilecek savaşların meşrulaştırılması için dolaşıma sokulmuştu.
Peki Clinton deşifre olan elektronik postalarında aslında seçim sonucuna hemen hiç etkisi olmayan ama hem Demokrat Partilileri, hem de ABD istihbarat örgütlerini rahatsız eden ne vardı?
İlk akla gelenlerden birisi, Şubat 2012 tarihli bir elektronik posta. Bu, Hillary Clinton’ın danışmanı Jack Sullivan tarafından Clinton’a gönderilmiş, konusu Suriye ve Sullivan, El Kaide’nin Suriye’de kendileriyle aynı safta yer aldığını yazıyor. İkincisi, Ağustos 2014 tarihli ve Clinton tarafından kampanya sorumlusu Podesta’ya yazılmış. Clinton, IŞİD ve radikal Sünni örgütlerin ABD’nin sıkı müttefiği olan Suudi Arabistan ve Katar tarafından gizlice finanse edildiğini yazıyor.
Bu elektronik postalarda yazılanlar, ABD istihbarat örgütlerinin yıllardır üretip, dolaşıma soktukları ve bunlara dayanarak “terörle savaş”ı süreklileştirdikleri manipülasyonların bir kısmını boşa çıkarıyor. IŞİD ya da diğer radikal Sünni örgütlerin kendi ürettikleri kaynaklarda söz edildiği gibi İran, Suriye, Rusya, Çin, Venezüella, Küba tarafından değil, bizzat kendilerinin en sağlam müttefikleri tarafından fonlanıp desteklendiğini bildiklerini ve El Kaide ile aynı saflarda bulunmaktan rahatsız olmadıklarını açık bir biçimde gösteriyor. Bu psikolojik savaş hamlesinin asıl nedeni, Suriye ve Ukrayna’da başarısızlıklarının nedeni olarak gördükleri düşmanları Rusya’ya karşı psikolojik savaşı yükseltmek ve ABD halkının öfkesini Rusya’ya yönlendirmektir.
ABD istihbarat örgütlerinin bu kampanyadaki bir başka hedefi, internet yayıncılığının ortaya çıkardığı olanaklardan yararlanarak daha geniş kitlelere açılma yolları bulan sosyalist ve anti-emperyalist odakların yaygınlaşmasını engellemek için onları “Rus bağlantısı” iddiasını kullanarak itibarsızlaştırmaya çalışmaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.