Yaşanacak inadına. Savaşa inat barışı savunmak için, ölümün yüceltilmesine karşı yaşamı savunmak için, gençliğini çaldıkları bir nesli ayakta tutmak için yaşanacak inadına
Yaşanacak inadına. Savaşa inat barışı savunmak için, ölümün yüceltilmesine karşı yaşamı savunmak için, gençliğini çaldıkları bir nesli ayakta tutmak için yaşanacak inadına
19 Aralık akşamı Rusya’nın Ankara Büyükelçisi’ne yönelik suikast sırasında içeride olanların fotoğrafı. En sağdaki bıkkın suratlı adamın hâli, tüm memleketi özetler nitelikte. Üzerine neler neler yazılır o bakışın…
Bir ülke düşünelim, iki haftada yaşananlar tüm bir senenin özetini sunsun ortaya. Ne oldu? Türkiye’nin en büyük kentinde 45 kişi öldü, Kayseri’de askerleri taşıyan araca saldırı oldu, Başkentte büyükelçi öldürüldü. Suriye’nin Bab kentinde ordu IŞİD karşısında büyük kayıp verdi. IŞİD elindeki iki Türk askerini yakarak katlettiği görüntüleri yayımladı. 2016’da yaşananların çok sade bir özetidir. Eksik bir özet elbette. Tutuklanan eşbaşkanlar, milletvekilleri, belediye başkanları; bodrumlarda yakılan insanlar, harabeye dönen kentler… Bunlar, yukarıda bahsedilen özete girmiyor. Yaşanılanlar, yaşanıldıklarıyla kalmıyor. Ateş, artık sadece düştüğü yeri yakmıyor. Kalıplar yetersiz, kalıplara sokmak anlamsız… Ne yapacağız? Sosyal medyada herkesin dilinde olan soru bu: Ne yapacağız şimdi? Olayı kimin yaptığı, olayın siyasi, psikolojik ve toplumsal sonuçlarından daha önemli hâle geldi. İnsanlar denklem oluşturdu. Şöyleyse şu, böyleyse bu… Aynılar, aynı yerde.
Yazalım o zaman. Ne var bu bakışta? Ülkenin başkentinde, en güvenli olması gereken yerde, bir sanat etkinliğinde yaşanabilecek en saçma olayın özeti var. Savaş çığırtkanlığının bıkkınlığı var. Ölümün, yaşamdan değerli tutulmasının bıkkınlığı var. Sokağa çıktığında “Acaba bir şey olmadan eve gidebilir miyim?” sorusunu sormanın utancı var. Metroda karşımızda oturan insanı içinden “Acaba bir şey yapar mı?” diye sorgulamanın bıkkınlığı ve utancı var. Sevdiklerimizi aradığımızda “İyi misin? Yakınlarında mıydın?” diye sormanın utancı var. Ölü/yaralı listesi yayınlanmasını beklemenin, o listede tanıdık birinin olmamasının gizli sevincinin utancı var. “Bir gün o listede ben de olabilirim…” düşüncesinin gelip saplanması var. Artık bu acıya alışmış olmanın utancı var. Beşiktaş’taki patlamayı karşı sahilde arkadaşlarıyla gitar çalıp şarkı söylerken gören gençlere “Hadi eve gidelim abi” sözünü söyleten karanlığın utancı var. Gençliğini yaşayamayan bir neslin, gelecek kaygısını yaşama kaygısına birleştirmesinin bıkkınlığı var. O bakışta ne var biliyor musunuz? Bir memleket özeti var. Harcı kanla karılmış, kanı kanla temizlemeye çalışanlarla iç içe yaşadığımızın özeti var. Karanlık tarihli 19 Aralık’a bir karanlık daha anlam yüklenmesinin bıkkınlığı var. Maraş’ın, “Hayata Dönüş’ün” utancına eklenen bambaşka bir utancın bıkkınlığı var o bakışta.
Bize işte bu bıkkınlığı revâ gördüler. Ne yapalım, ölüm varsa hayat da var. Ne yapacağız sorusunun cevabı budur: Yaşanacak inadına. Savaşa inat barışı savunmak için, ölümün yüceltilmesine karşı yaşamı savunmak için, gençliğini çaldıkları bir nesli ayakta tutmak için yaşanacak inadına. Çünkü ne diyor şarkıda: “Yaşamak, görevdir yangın yerinde.” Ve bize sarılacak Metin Altıok gülümseyerek, “Aldırma…” Sevdadan değil, yaşamak gerektiğinden aldırma diyecek. Çünkü yaşamı bir görev olarak edinmek kaldı bize. İşte bunu yapacağız.
* Can Erdem
Antalya Halkevi Üyesi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.