Bireysel yardımlar kapitalizmin hastalıklarını iyileştiremez. Bunu sadece işçi sınıfının örgütlülüğü yapabilir
Bireysel yardımlar kapitalizmin hastalıklarını iyileştiremez. Bunu sadece işçi sınıfının örgütlülüğü yapabilir
Tatil günleri kapıya dayandı. Noel Baba şapkalı fedakâr gönüllülerin, dışarıda zillerini çaldığı yerel Walmarts mağazalarında ve sinagoglarda, yemek yardımı yapma mevsimi. Yoksul çocuklara oyuncak dağıtımı yapılan bidonlardan biblolar ve oyuncak ayılar taşıyor ve bunlar alışveriş merkezlerinin hoparlörlerinden çınlayan noel şarkıları içinde asıl sahibi olan “yoksul”lara erdemmiş gibi veriliyor.
Bütün bunlar mükemmel bir şekilde uygunmuş gibi görünüyor. Açlık çeken çocukların ve evlerini kışın ısıtamayanlara yardım istemek için yalvaranların imgeleriyle bombardımana uğruyoruz. Oscar Wilde’ın Sosyalizm ve İnsan Ruhu’nda (Metis Yay., çev. Fatih Özgüven, 2016) vurguladığı gibi, hemcinsimiz insanların zor durumları karşısında “güçlü bir şekilde yüreğimizin sızlaması” ve yoksulluk ile acı karşısında hemen harekete geçmeye mecbur hissetmemiz “kaçınılmazdır”. Kurtuluş Ordusu kovasındaki 1 Dolar ya da OxFam’a aylık taahhüt, bunca gereksiz insan sefaletiyle çevrelendiğimizde, elimizden gelenin en azı gibi görünüyor.
Ancak, eğer ruhu rahatlatıyorsa ve yoksulluğa bir derece süreklilik sağlıyorsa, bu çürümüşlükten sorumlu aynı sistemi tahkim ediyorsa, hayırseverlik; Wilde’ın notlarında da belirttiği gibi, “bir çözüm değil, açmazın şiddetlenmesidir.” Evsizlere sağlanan barınaklar ve ücretsiz yemek dağıtımları, mevcut toplumsal düzene meydan okumaz, bunların arkasındaki hayırseverlik duygusu daima kapitalizmin bir sonucudur.
George Bush ve George Soros gibi ideolojik açıdan farklı figürler, yoksulluğu yok etmek için kişisel yardımlaşmaya yönelik inançlarını ilan ederler. Amerikalılar en sevdikleri hayırsever derneklere her gün hatırı sayılır miktarlarda para vermek için hazırlanırken, Bill Gates ve Bono kendi vakıflarına servet bağışlarlar.
Ancak yardımseverler, temelde iyi edilemeyen bir yarayı yatıştırır. Ne senin bölgende yaşayan insanlar için verdiğin dolarlar, ne de Gates Vakfı’nın özel konut projelerine verdiği hibeler, mortgage nedeni ile evlerini kaybetmiş sokaktaki komşularına yardım edecektir. Konut krizine neden olan finansal spekülasyonları ise çok daha az engelleyecektir. Kurumsal hazır yemek firmaları ve üst segment restoranların çalışan yoksullara kalan artıkları bağışlamaya teşvik eden sözde “gıda yardımı” programları, bu mahrumiyetin nedenini irdelemez.
Yoksulluğun en kötü yönlerini hafifletmek yeterli değildir. Eğer bizler, bir yabancıya sıcak bir yemek veya gece kalabileceği bir yatak verebiliyorsak, ilk etapta onların neden aç ve evsiz olduğunu sorgulama cesaretine de sahip olmalıyız.
Hayırseverliğin iskeleti
Yaygın hale gelmiş yoksulluk, insani ilişkilerin kaçınılmaz bir durumu değildir. Bu, belirli bir toplumsal ilişkiler dizisinin sonucudur: kapitalizmin toplumsal ilişkileri.
Kapitalizmin doğuşu 16. yüzyıl İngiltere’sinin kırsalına kadar gider. Köylülerin ortak topraklarının etkili bir biçimde özelleştirilmesi ile tarihte ilk kez insanlar yaşamlarını sürdürmek için pazara güvenmeye mecbur bırakıldılar.
Sonraki iki yüzyıl boyunca, toprakların çitle çevrelenmesinin devam etmesi ve işçilerin emeklerini açlık tehdidi altında satmaya zorlanmasıyla birlikte endüstriyel kapitalizm ortaya çıktı. Bu eşi benzeri olmayan sistem, dünyanın daha önce hiç görmediği bir maddi bolluk yarattı. 19. yüzyılın başlangıcı ve bitişi arasındaki evrede, kişi başına üretim katlanarak arttı.
Fakat kapitalizm, başına buyruk bir şekilde, zenginliği nüfusun küçük bir kesiminin ellerinde yoğunlaştırdı. Yalnızca emek hareketleri ve sosyalist partiler ayaklandığı zaman, işçiler kendi yarattıkları ikramiyenin birazını geri almaya muktedir olabildi.
İngiltere köylüleri şehir proleteryasına dönüştürüldüğünde ve çocuklar, ailelerini kömür ocağı kazalarında, kollarını ise mekanik dokuma dişlilerinde kaybettiklerinde, Londra burjuvazisi ilk yetimhaneleri ve kamu hastanelerini kurdu. 19. yüzyılla birlikte, bütün büyük sanayi kentlerinde, düşkünler için darülacezeler ile yenmemiş ve bozulmuş gıdaların dağıtıldığı merkezler kuruldu. Her ne kadar bu hayırsever girişimler burjuvazinin kırık kalplerini bir miktar onarsa da, yanıt verdikleri yapısal kişiselleştirmeyi değiştirmek için hiçbir şey yapmadılar.
Bugünkü korkunç yoksulluk, hâlâ hiçbir şey yapmamış olduklarını kanıtlamaktadır.
Geçen yıl itibari ile, her beş Amerikalı çocuğun birden fazlasının evlerinde güvenilir gıdaya erişimleri bulunmamaktadır. Milyonlarcası arabalarında yaşamaktan bir maaş çeki uzaktayken, yüz binlercesi köprü altlarında ve geçici kamplarda veya kısa süreli barınaklarda yaşamaktadır. Dünya çapında, üç milyar insan günlük 2,50 doların altında yaşamakta ve her sekiz kişiden biri yavaş yavaş açlık çekerek ölmektedir. Hisse senedi piyasaları benzeri görülmemiş boyutlara ulaşırken, açlık veya beslenme yetersizliği nedeni ile her gün yaklaşık 21 bin kişi ölüyor.
Bu acımasız durum, cömert içgüdülerimizin gözünden kaçmadı. Sadece Birleşik Devletler’de bile iki yüz binden fazla hayır kurumu bulunmaktadır.
Her ne kadar Amerikalılar 2016 yılının sonuna kadar en sevdikleri hayır kurumlarına 400 milyar dolar bağış yapmaya karar verdilerse de (Feeding Amerika bir yılda 3,7 milyar öğün yemek vermekle övünmekte); Birleşik Devletler’de yoksulluk oranları ani bir artış gösterdi.
Hem yoksulluğun hem de özel yardımların yoğunlaşması bir tesadüf sayılmaz. George W. Bush, üst düzey yöneticiler için vergi oranlarını düşürüp, refah harcamalarını azaltırken; aynı zamanda sadaka kültürünü destekledi. Latin Amerika’da yardımsever sivil toplum örgütleri IMF’nin Yapısal Uyum Programları’nın yardımcı birlikleri olarak görev yapıyor ve kamusal harcamaların kesilmesi üzerindeki yaygın hoşnutsuzluğu, apolitik, sıklıkla ABD destekli bir teselliye dönüştürüyor.
Bu arada, Binyıllık Kalkınma Hedefleri hakkındaki şaşırtıcı derecede samimi raporda, yardım kurumlarının çalışmaları ile açlıktan ölmekte olan insan oranlarının aşağı doğru çekilmesine rağmen Birleşmiş Milletler; ekonomik eşitsizliğin artmasının herhangi daha ileri gelişmeyi engellediğine işaret etti.
Sermaye için bu özellikle rahatsız edici bir durum değil. Şirketler kendi hisse değerlerini artırmak için düzenli olarak bizlerin hayırsever içgüdülerimizi kullanmaktadır. Ödeme yaparken bizlere HIV ile mücadelede 1 dolar bağışlamak isteyip istemediğimiz sorulmakta ve marketlerde hayvanlar üzerinde denenmemiş şampuan ile sıradan şampuan arasında seçim yapmamız gerektiği söylenmektedir. FedEx, çalışanlarının boş zamanlarını tercih edilen yerel nedenler için kullanmalarına gönüllü olurken hedef, elde edilen kârın yüzde 5’inin topluma geri bağışlanacağının yüksek sesle duyurulmasıdır.
Bu görünüşteki yardımseverlik eylemleri, konutların, sağlık ve eğitimin kamu tarafından finanse edilmesine yönelik sinsice kurgulanmış alternatiflerdir. Kamusal destek aynı anda budanırken, piyasa imajını parlatmak için yapılan fırsatçı girişimlerden başka bir şey değildir. Kurumsal nezaketin iyi niyet gösterileri, açlığı, evsizliği ve yoksuluğu asla bitirmemiş ya da anlamlı bir şekilde hafifletmemiştir.
Bireysel seviyede, geleneksel yardım biçimleri sözde faydalanıcılarını küçük düşüren bir ilişkisel hiyerarşi sunar. Gıda ve barınma haklarını, temel insan hakları olarak garanti altına alan bir refah devleti oluşturmak yerine, çaresiz olanlar, yaşamın eksiklerinin giderilmesini nazikçe istemelilerdir. Onlar, yoksullaşmış olanların sahip olmadıklarını alıp alamayacağına karar veren yardım bağışçılarının kaprislerine maruz kalmaktadırlar.
Sosyal-demokratik refah devletinin kusurları ne olursa olsun, imza attığı başarılardan biri bu takdir yetisini kaldırmak, devlet bürokratlarını “hak eden” ve “hak etmeyen”lerin arabulucuları değil de evrensel hizmet sağlayıcısı yapmaktı.
Bunun aksine, sadaka kültürü her iki tarafın da insanlığını tehlikeye atan bir ilişki yaratır. Sadaka alanı alçaltırken, verende de tatmin duygusu oluşturur. Bir taraf diğerine yukarıdan bakarken, omuz omuza savaşılamaz. Çevremizdeki acılara verilecek uygun cevap sempati değil öfke ve bununla birlikte siyasi dayanışma kararı olmalıdır.
İhtiyacımız olan şey, insanların sokaklarda yaşamadığı ve bir öğün yemek için dilenmediği bir toplumdur. Yoksulluk acınacak bir şey değildir, örgütlenilecek ve ortadan kaldırılacak bir durumdur. Sadaka alanların daha fazla bozukluğa ihtiyaçları yok, sadece güçlü işçi sınıfı örgütlenmelerine ihtiyaçları var.
Gerçekten de solun yoksulluğu sona erdirmesinden önce biraz daha zaman bulunduğuna eşit bir şekilde emin olabiliriz. Gericiler Beltway’e hükmeder ve bizler birkaç yıl boyunca (Demokratlar geçen seçimlerde öğrendikleri derslerinde başarısız olurlarsa daha uzun süre) sosyal harcamalarda kesintiler olmasını bekleyebiliriz. En umutlu senaryoda bile, tümüyle tükenmiş ABD refah devletini yeniden inşa etmek, sağlığı ve konut hakkını toplumsal haklar yapmak yıllar alacaktır.
Peki bu arada ne yapmamız gerekiyor?
Sol alternatif
Gerçek şu ki, yardımseverliğin, en iyi durumda ağır bir yara üzerindeki yarabandı olması, basitçe onu koparmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Ben de, bizzat, şehirdeki yoksullara ve evsizlere gıda sağlayan bir Katolik işçi evinde yaşıyor ve çalışıyorum.
Ancak bizler yemek ve çorba bağışlarından daha fazlasını yapabiliriz. Tarih gösteriyor ki, kişisel yardımseverlik, geleneksel biçimiyle sermayeyi desteklerken, eğer sol örgütlenmeyle ilişkiliyse, eşitlikçi bir değişimin aracı haline de gelebilir.
Kara Panter Partisi, diğer şeylerin yanısıra parasız giysi bankaları, parasız sağlık klinikleri, parasız kahvaltı sağlayan “hayatta kalma programı” ile FBI’ı dehşete düşürdü. Altmıştan fazla program toplumun temel ihtiyaçlarına hizmet ederken, onların açıkça siyasi amaçları da vardı.
Yardım “insanlara bilinç vermek” için tasarlandı diye açıkladı Panter lideri Huey P. Newton. Böylece, “baskı altındakiler kendilerini yüklerinden kurtarabilirler.” Panterler’in girişimleri partinin yan faaliyetleri, ayrıca silah kullanan bir tarihin dipnotu değil: J. Edgar Hoover’in “ülkenin iç güvenliğine en büyük tehdit” olarak adlandırdığı Panterlerin, etkili üye kazanma aracı haline geldi.
Daha yakın bir tarihte, Mjondolo’da (Zulu’da “kulübelerde yaşayan insanlar”) üslenen Güney Afrika toplum örgütü Abahlali, yerel belediye hizmetleri için yerel yönetimle savaşırken tabanını güçlendirmek için topluluk bahçeleri ve aşevleri açtı. Homes Not Jails (“hapishane değil ev”) örgütü terk edilmiş binalara girerek evsizler ve evi olmadığı için bir yakınında barınmak zorunda olanlar için doğrudan eylem ile doğrudan yardımı birleştirdi.
Geçtiğimiz yaz, devletin rutin yıkımlarına karşı, çalıştığım yer, şehrin evsizlerine yardım düzenlemek için kendi aşevini kullandı. Hizmetlerimizden faydalananlarla, diğer insanların ortak çıkarlarını birleştirerek, bir yardım merkezinde politik güçlenme için bir mekân oluşturduk.
Bu durumda Sol, kendi yardım derneklerini kapitalist hayırseverlere ve gerici gönüllülere kaptırmamalıdır. Bunun yerine, doğrudan yardımın potansiyellerini kullanarak, bu yardımı gerekli kılan koşulları ortadan kaldırmayı amaçlayan örgütleri yaratmaya çalışmalıyız.
Kara Panterler’in ruhuyla yapılan, alıcılarını yalvarandan ziyade yoldaşları olarak gören politikleşmiş bir yardımseverlik, acı çekmeyi politik dayanışmaya dönüştürür ve Sol’un saflarını genişletir.
Öyleyse bu tatil mevsiminde, OxFam’a bağışta bulunma veya bir aşevinde gönüllü olma. Bağrına taş bas ve örgütlen.
Not: Çeviri metnin düzenlenmesindeki katkıları nedeniyle Evren Yurttaş’a teşekkür ederiz.
[Jacobinmag’daki 21 Aralık 2016 tarihli İngilizce orjinalinden Esin Kaptanoğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.