Bizlere sınırsız bir gezegende sonsuz büyüme sözü verildi. Eşit olmayan bir sistemde tüm farklılıkların ortadan kaldırılacağı vaat edildi. Toplumsal barış; rekabet ve kıskançlık üzerine kurulu bir sistem ile sağlanacaktı. Demokrasinin güvenliği paranın gücü ile sağlanacaktı. Çelişkiler oldukça açıktı. Bütün bir paket büyüye dayanmaktaydı İktidar yanlıları, bizlere küresel kapitalizmin dinamik ve yıkıcı bir güç ile […]
Bizlere sınırsız bir gezegende sonsuz büyüme sözü verildi. Eşit olmayan bir sistemde tüm farklılıkların ortadan kaldırılacağı vaat edildi. Toplumsal barış; rekabet ve kıskançlık üzerine kurulu bir sistem ile sağlanacaktı. Demokrasinin güvenliği paranın gücü ile sağlanacaktı. Çelişkiler oldukça açıktı. Bütün bir paket büyüye dayanmaktaydı
Bizlere sınırsız bir gezegende sonsuz büyüme sözü verildi. Eşit olmayan bir sistemde tüm farklılıkların ortadan kaldırılacağı vaat edildi… Bütün bir pakette büyü bulunmaktaydı. Fotoğraf: Stefan Rousseau
İktidar yanlıları, bizlere küresel kapitalizmin dinamik ve yıkıcı bir güç ile sürekli bir yenilik ve değişim kaynağı olduğunu söylediler. Bir sonraki adımda ise kalıcı istikrar ve barış ile tarihin sonunu getireceğini dile getirdiler. Ancak bu çelişkiyi çözmeye yönelik hiçbir girişimleri olmadı.
Bizlere sınırsız bir gezegende sonsuz büyüme sözü verildi. Eşit olmayan bir sistemde tüm farklılıkların ortadan kaldırılacağı vaat edildi. Toplumsal barış; rekabet ve kıskançlık üzerine kurulu bir sistem ile sağlanacaktı. Demokrasinin güvenliği paranın gücü ile sağlanacaktı. Çelişkiler oldukça açıktı. Bütün bir paket büyüye dayanmaktaydı.
Bunların hiçbiri işe yaramadığı için, geri dönülecek bir normal bulunmamaktadır. Jeremy Corbyn ve Bernie Sanders tarafından savunulan –işlerin toplu yıkımlarına ve çevresel limitlere çarpan bir dünyada- Keynesyen önlemler, 21. yüzyılda finansal krizlerin neden olduğu neoliberal reçeteler kadar alakasızdır.
Age of Anger [Öfke Çağı] adlı kitabında Pankaj Mishra, mevcut krizleri, toplumu 200 yıldır ya da daha uzun zamandan beri süren bir bozulmanın tezahürleri olarak açıklar. Bunlar, bizlerin sterilize edilmiş Avrupa ve Amerika tarihlerini, iç savaşları ve uluslararası savaşları, sömürgecilik ve denizaşırı katliamları, ırkçılığı ve soykırımı unutmamızı sağladı. Halbuki tüm bu kızılca kıyamet ve katliamlar o dönemin istisnaları değil, normları idi.
Artık endüstriyel kapitalizm küreselleştiği için dünyanın geri kalan kısmı da aynı yıkıcı güçlerle karşı karşıyadır. Evrensel özgürlük, refah ve özerklik vaat ederken, eski özgürlük biçimlerini yok ediyor. Vaat edilenler; iktidar, statü ve mülkiyet hakkı ile ters düşmektedir. Sonuç, 19. yüzyıl Avrupa’sında aşağılanma, kıskançlık ve acizlik hissi hastalıklarıdır. Vaat edilmiş ancak gerçekleştirilmemiş beklentiler, öfke ve bıkkınlık; İngiltere, ABD, Fransa ve Macaristan’da IŞİD, dirilen Hindu milliyetçiliği ve İngiltere’deki ezme demogojisine kadar çeşitli hareketlere destek sağladı.
Krizler bizleri nasıl etkiliyor? Raymond Williams bu konuda “Gerçekten radikal olmak için; umutsuzluğa ikna olmak yerine, umutları mümkün kılmak gerekir” diye belirtmektedir. Geçmişte, umutsuzluk halini oldukça inandırıcı hale getirdiğimi biliyorum. Bu nedenle, bu makale; politik, ekonomik ve sosyal değişimlerde mücadele vermenin amaçlandığı nadiren yayımlanan bir serinin ilki niteliğini taşımaktadır. Geri dönüşü yok, eski katiyetlerde artık rahat yok. Dünyayı ilk ilkelerinden bu yana yeniden düşünmek zorundayız.
Başlayabileceğim birçok nokta var, ancak bana kesin olanlardan biri bu gibi geliyor. Piyasa tek başına bizim de devletin de ihtiyaçlarını karşılamaya yetmiyor. Bağlılığın kökünü kazırken hem yabancılaşmaya hem de aşırılık yaratan öfke ve ümitsizliğe yardım etmek gerekir. Egemen ideolojilerden belirgin bir şekilde yoksun bir unsur var ve bu unsur ne piyasa ne de devlet: Müşterekler!
Müşterekler, bir topluluğun paylaştığı ve eşit haklara sahip olduğu bir varlıktır. Yani prensipte; toprağı, suyu, mineralleri, bilgi birikimini, bilimsel araştırmaları ve yazılımları kullanmada eşit haklara sahip olmayı gerektirmektedir. Ancak bu varlıkların birçoğu, şu anda devletler veya özel çıkarlar tarafından ele geçirildi ve başka sermaye biçimleri muamelesi gördü. Bu kuşatma nedeniyle bizler ortak zenginliklerinden yoksun kaldık.
Stonington, Maine’de bir balıkçı kooperatifi. ‘Bazı ortak alanlar hâlâ ayakta durmaktadır. Bunlar Nepal ve Romanya’daki toplum mülkiyetindeki ormanlardan Maine’deki ıstakoz balıkçılığına kadar çeşitlilik göstermektedir.’ Fotoğraf: Alamy0
Bazı ortak alanlar hâlâ ayakta durmaktadır. Bunlar Nepal ve Romanya’daki toplum mülkiyetindeki ormanlardan Maine’deki ıstakoz balıkçılığına, Doğu Afrika ve İsviçre’deki otlaklara, internete, Wikipedia’ya, Linux’a, Public Library of Science’ta yayımlanan yayınlara, Helsinki’deki zaman bankasına, yerel para birimlerine ve açık-kaynaklı mikroskoplara kadar çeşitlilik göstermektedir. Fakat bunlar özel ve münhasır mülkiyetin genel kuralları için istisnai özelliktedir.
Topluluğun kurucusu Martin Adams, Land [Toprak] adlı kitabında bizlere toprağın herkese ait olduğunu ve sadece bir azınlık tarafından keyfini çıkarmak için edinilen hiçkimseye ait olmadığını anlatır. Ayrıca, Adams toprağın özel olarak kullanımında tazminat olarak “topluluk toprak katkısı” ödenmesini önerir.
Bu durum, gelir ve satış vergilerini bir miktar karşılayabilir, toprak fiyatlarının düşmesini sağlayabilir ve böylece toprakların istiflenmesinin önüne geçilebilir. Bu gelir, evrensel temel ihtiyaçların karşılanmasına yardımcı olabilir. Sonuçta toprağın yerel topluluğa ait olduğu ve onu kullananların kiraladığı bir sisteme geçebiliriz.
Benzer prensipler enerjiye de uygulanabilir. Fosil yakıtların yakılmasıyla karbon üretilmesi hakkı açık artırmalı yapılabilir (her yıl daha küçük bir havuz elverişli olur). Elde edilen gelirler kamu hizmetlerini finanse edebilir ve temiz enerjiye geçilebilir. Rüzgar veya güneş ışığı kullanarak güç üretmek isteyenlerden topluluk katkısı ödemesi talep edilmelidir. Ya da jeneratörler toplumun kendisine ait olabilir. Bu konu ile ilgili İskoçya’da birçok örnek bulunmaktadır.
Bilgi birikiminde yapay bir kıtlık yaratmak ya da diğer insanlar tarafından üretilen değeri kapmak için fikri mülkiyet haklarının kullanımında (Google, Facebook gibi) şirketlere izin vermek yerine, yolumuza Ekvador hükümeti tarafından desteklenen “sosyal bilgi ekonomisi” ile devam edebiliriz. Çevrimiçi platformlar oluşturmaya ve barındırdıkları içeriği sağlamaya yardımcı olması için (Dijital para birimi Bitcoin’in temelini oluşturan blok zincir teknolojisinin yardımıyla) kâr payları mübadele edilebilir.
Müştereklerin yeniden restore edilmesi sadece servet paylaşımı anlamında değil, toplumu değiştirmek anlamında da önemli bir potansiyele sahiptir. Yazar David Bollier’in de belirttiği gibi, müşterekler sadece bir kaynak (arazi, ağaç, yazılım vb) değil, aynı zamanda bir topluluğu yöneten ve koruyan insan topluluğudur. Ürünlerin pasif tüketicileri olan bizlere kıyasla, müştereklerin üyeleri birbirleri ile daha derin ilişkiler geliştirirler.
Ortak kaynakların yönetimi; kurallar, değerler ve adetler oluşturmayı gerektirir. Bu durum, bazı hallerde, yaşadığımız ortama entegre ve onun ayrılmaz parçası olmamızı sağlar. Yani, devletin şirketlerin değil de toplumun ihtiyaçlarını karşılaması anlamını taşır. Bir başka deyişle, ortaklığı canlandırmak; atomize edici, yabancılaştıran güçlerin toksik reaksiyonlarının binlerce formuna karşı bir ağırlık olabilir.
Bütün cevap bu değil. Umut ediyorum ki, sizlerin yorumları ve önerileri ile geniş bir yelpazede potansiyel çözümler ürettikten sonra, 21. yüzyılın talepleri ile örtüşebilen yeni politik, ekonomik ve sosyal bir kurgunun sentezini geliştirmeye başlayabilirim. Bunun farkında olmak, bizler için de çalışmaya ihtiyaç olduğunu gösteren bir başka zorluk. Ancak öncelikle ne istediğimize, sonrasında ise amaca nasıl ulaşacağımıza karar vermeliyiz.
* Yazının tam başlığı “Umutsuzluk meselesi tamam. Artık içinde bulunduğumuz karışıklıktan çıkmaya başlayalım!”dır.
[The Guardian’daki 13 Aralık 2016 tarihli İngilizce orjinalinden Esin Kaptanoğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.