İktidarın yeni saldırılarına hazır olmalı, direnme eğilimlerini kucaklayabilmeli, ortak mücadele için birleşmeli ve güven veren samimi bir adres oluşturmalıyız
“İktidarın yeni saldırılarına hazır olmalı, direnme eğilimlerini kucaklayabilmeli, ortak mücadele için birleşmeli ve güven veren samimi bir adres oluşturmalıyız. Bu, sosyalist hareketin iddia sahibi bileşenlerinin, faşizme karşı mücadele önceliğiyle çaba ve fedakarlık göstermesini gerektirir”
Olası başkanlık referandumuna ilişkin takvimin işlemeye başlaması üzerine toplumsal muhalefet yine zorlu bir süreçle karşı karşıya. Bir yanda güçlüklerle karşılaştıkça saldırganlığını tırmandıran iktidar, bir yandan iktidarı küçük çaplı geri adımlara zorlayan direnme eğilimleri, bir yanda da muhalefetin parçalılığı ve etkisizliği var. Geçtiğimiz hafta yazılı bir açıklamayla sosyalist harekete “faşizme karşı birleşelim” çağrısı yapan Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı Nuri Günay’la, bu çağrıyı ve önümüzdeki sürece ilişkin değerlendirmelerini konuştuk.
Sendika.Org: AKP ve MHP anlaştı, “Partili Cumhurbaşkanlığı” sistemini içeren Anayasa değişikliği teklifi gelecek hafta TBMM’ye geliyor. Sizin pencerenizden görünen nedir?
Nuri Günay: Adını ne koyduklarının pek bir önemi yok. İktidar sahibi, çürümüş diktatörlüğüne göre bir Anayasa yazmanın böylece iktidarını mutlaklaştırmanın derdinde. Adı “başkanlık” olur, “partili cumhurbaşkanlığı” olur, bu gerçeği değiştirmez. Hazırladıkları taslağa bakılırsa kurmak istediği rejime literatürde sultanlık, mutlak monarşi karşılık gelir. Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki monarklarda görülen yetkilerle donatılmış bir “cumhurbaşkanı” tarifi yapmışlar.
Sosyalistler, tüm solu ve diktatörlük karşıtlarını harekete geçiren güçlü bir programla, dikta kurma sürecini olası referandumda başarısızlığa uğratma hedefini de içeren bir direniş örgütlemeli. Halkevleri olarak diktatörlüğe karşı yürüteceğimiz çalışmaları ortaklaştırmak için tüm sola çağrımızı yineleyeceğiz; “Diktatörlüğün inşasını durdurmak için ortak mücadeleye!” diyeceğiz.
Karşımızdaki, kırılgan ve bu nedenle de saldırgan bir iktidar
Her alanda krizlerle boğuşan, ülkeyi yönetmekte güçlük çeken, toplumsal meşruiyete değil, zora ve kirli çıkar ağlarına dayanarak iktidarını sürdüren bir parti, daha doğrusu bir tek adam iktidarı var karşımızda. Kırılgan ve bu nedenle de tehlikeli adımlar atmaktan çekinmeyen, saldırgan bir iktidar.
Gericiliğin her türlüsünü bünyesinde toplayan emek düşmanı, kadın düşmanı, çocuk düşmanı, Kürt düşmanı, Alevi düşmanı, laiklik düşmanı, doğa düşmanı, bilim ve sanat düşmanı faşist bir iktidar bu.
Kendi iktidarını karşıtlarını ezerek, bastırarak inşa etmenin peşinde. Bu yeni Anayasa değişikliği tartışmalarını ve olası referandum sürecini de bu bağlamda, demokrasi güçlerine, ezilenlere yönelik yeni bir saldırı süreci olarak okumalıyız.
Öte yandan, kırılganlıktan söz ettim. Dış politika ve ekonomi alanında yaşananlar, egemenler arası çatlakları da belirginleştirmiş durumda. Kredi derecelendirme kuruluşlarının not düşürmesi, Avrupa Parlamentosu’nun yaptırıma yönelmesi, TÜSİAD’ın sesini yükseltmesi, Rusya’nın ayar üstüne ayar vermesi, ABD’den esen rüzgarlar da pek Erdoğan lehine değil… Tüm bu koşullar içinde AKP ve İslamcı medya içinde çatlak seslerin yükseldiğini görüyoruz.
İktidar içinde çatlak sesler, toplumsal muhalefette kıpırdanışlar
Yanı sıra toplumsal muhalefette kıpırdanışları da görüyoruz. Cinsel istismar yasası karşısında gösterilen ve AKP’yi geri adıma zorlayan tepki bir yere kaydedilmeli. Bu ülkede kadınlar, ki Haziran İsyanı’nın ve öncesindeki sürecin en önemli dinamiklerinden biri olduğu kabul edilmeli, en zor koşullarda sarsıcı çıkışlarla sahne alıyor.
İktidar içinden yükselen çatlak sesler, toplumsal muhalefetten gelen müdahalelerin daha etkili sonuçlar alacağı bir zemin yaratacağı gibi, Erdoğan’ı harekete geçmeye zorlayan uyarılar olarak da görülmeli. Biz direnme eğilimlerini bir araya getirip ilerletmeyi başarırsak kendi fırsatımızı yaratmış oluruz, aksi takdirde Erdoğan daha önce de defalarca ortaya koyduğu gibi, yeni bir saldırı dalgası ile muhalefeti ezip iç birliğini sağlamaya yönelecektir.
Karşımızda riskler de var olanaklar da. Açık faşizme yönelmiş, gözünün karartmış bir iktidar ve bunun karşısında parçalı bir muhalefet, gerçeğimizin bir yüzünü oluşturuyor; gerçeğin diğer yüzünde ise zayıf noktaları çoğalmış, halk düşmanı yüzü her yönüyle belirginleşmiş bir iktidar ve bastırılamayan direnme eğilimleri var.
Bu direnme eğilimlerini bir araya getirebilecek bir merkez yaratma göreviyle yüz yüzeyiz, böyle bir merkezin varlığından henüz söz edemiyoruz ama bunun olanakları olduğunu da görüyoruz.
Birleşik Haziran Hareketi’nin çağrısıyla 20 Kasım’da Kartal’da düzenlenen ve sizin de destek verdiğiniz mitingin ardından yaptığınız çağrıda da benzer bir vurgu yaptınız. Tam olarak ne öneriyorsunuz sosyalistlere?
20 Kasım Mitingi’ne katılım kararımızı açıkladığımızda, bunu AKP faşizmine karşı sol güçlerin ortak mücadelesinin olanaklarını güçlendirme sorumluluğuyla yaptığımızı belirttik.
Miting günü meydanda da gördük ki, mitingin örgütlenme sürecinde ve miting alanındaki bir dizi yetersizliğe rağmen sosyalist güçlerin birlikte yaptığı çağrıların toplumsal muhalefet dinamikleri üzerinde gerçek bir etkisi var.
Mevcut örgüt, birlik ve platformlarımızın tek tek sağlayamadığı etkiyi ancak sosyalist güçlerin toplamı bir araya geldiğinde sağlayabiliyor. Bu hem toplumsal muhalefet dinamiklerine güven verebilmek açısından hem de ciddiyetimizin ortaya konması açısından nesnel bir gereklilik olarak karşımızda duruyor.
Her birimizin niyet ve iradesinden bağımsız olarak şöyle bir gerçek var; AKP faşizmine karşı direnme eğilimlerini ortak bir hatta buluşturabilmek, birleştirebilmek ve bunu ilke ve hedefleri belli bir mücadeleye yönlendirebilmek için sosyalistlerin birliğini sağlamalıyız. Bu birleştirici güç sosyalistlerde var. CHP ve Kürt hareketi de demokrasi mücadelesinin bileşenleri olmakla birlikte, kendi nesnel sınırları ve özgün gündemleri nedeniyle faşizme karşı direnme eğilimlerini birleştirme konusunda yeterli değiller.
Bundan başka, toplumun bu derece politize olduğu, mücadelenin sertleştiği, şiddet araçlarının bu kadar etkin kullanıldığı bir dönemde faşizme karşı ortak mücadeleyi örgütleme görevi de emek ve meslek örgütlerine havale edilemez. Bu, görevden kaçmaktır. DİSK, KESK, TMMOB, TTB toplumsal muhalefette önemli misyonlar üstlenmiştir. Ama politik örgütlerin faşist tehdit karşısında kendi görev ve sorumluluklarını bu dörtlüye havale edip, sonra da yaşanan sorunlar nedeniyle bu kurumları suçlaması kabul edilebilir değil. 10 Ekim 2015’ten bu yana yeterince olumsuz deneyim biriktirdik.
Her gün yeni bir sayfa açan faşist saldırganlığa karşı demokrasi güçlerini savunmak ve diktatörlük projesini durdurmak için bu halka bir ortak direniş adresi gösterebilmeliyiz; bunun için de sosyalistler faşizme karşı bir politik güç birliği yaratmalı. Bu bizim çağrımız olmanın ötesinde, tarihin hepimize dayattığı bir görev. Bu görevden kaçmamalı, elimizi taşın altına koymalıyız.
Sizin yazılı çağrınızda ÖDP ve HTKP’nin adı özel olarak anılıyor ve bu iki örgüt başta olmak üzere Birleşik Haziran Hareketi’ne sesleniyorsunuz. Neden?
Çağrımız sosyalist hareketin genelinedir. Ama bu yazılı çağrıda özellikle ad verilmesinin nedeni basit. 20 Kasım Mitingi’nin çağrısını bu arkadaşlar yaptı, biz de diğer sol kurumlarla birlikte mitinge destek verdik. Mitingin örgütlenme sürecinde de, bize çağrı geldiğinde ve katılım kararımızı açıkladığımızda ortada gerçek bir ihtiyaç olduğunu ve ortak mücadele cephesini örmek ve kalıcı etkiler yaratmak için daha ciddiyetle çalışmamız gerektiğini belirtmiştik. Sosyalistlerin ilkeleri ve hedefi belli bir politik güç birliğini yaratırsak bu tarz mitinglerin, pratik yan yana gelişlerin sonuç alıcı olabileceğini düşünüyoruz.
Üstelik daha önce de 18 Temmuz’dan itibaren ÖDP ve HTKP’yi de kapsayan bir dizi görüşme yapmış, birlik yaratma önerilerimizi paylaşmıştık. 20 Kasım’ın da ardından daha önceki görüşmelerimize atfen bu açıklamada dostlarımızın adını özellikle zikrettik. Zira bu görüşmelerin başında, yaratacağımız birlikteliğin ilk işi olarak Türkiye çapında diktatörlük inşasına karşı bir dizi miting düzenlemeyi önermiştik.
Yoksa, tekrarlıyorum, çağrımız bütün sosyalist güçleredir. Ancak burada şurası herkes açısından açık ki ÖDP ve HTKP’li dostlarımızın 20 Kasım’daki çağrıları karşısında sosyalist hareketin diğer bileşenlerinin iyi niyetle attığı ve umut veren bir manzara açığa çıkaran adımları yanıtsız bırakmaması gerekir.
Pratik karşılığı da olan bir diyaloğu esas alarak bunun ilerletilmesini istiyoruz. Bunun dışında elbette pek çok zeminde sosyalist hareketten diğer dostlarımızla temas halindeyiz.
Daha bir dizi birlik zemini var, bunlar ne olacak?
Görüntüde bir “birlik” enflasyonu olabilir ama gerçekte faşist saldırganlığa ve diktatörlük projesine karşı ortak mücadelenin gereğine göre oluşturulmuş programlı bir siyasi birlik yok. Daha önce kurulmuş birlik zeminlerinin hiçbiri de sosyalistlerin politik güç birliğini ifade etmiyor.
Tüm bunlar, başarılı ya da başarısız ya da kısmen başarılı deneyimler olarak, ya geçmişte kaldılar ya da şimdi karşımıza çıkan politik çatışmaya yanıt vermesini bekleyemeyeceğimiz, başka misyonlarla hareket ediyorlar.
Toplumsal kriz, ekonomik kriz ve siyasal krizlerin çakıştığı bir sürece giriyoruz. Her kriz, bir iktidar kavgasını dayatıyor. İktidarın açık faşizme yönelişinin de, demokrasi güçlerinin faşizme karşı mücadelesinin de anlamı bu. Sosyalistlerin faşizme karşı mücadeleyi bir iktidar mücadelesi olarak örgütlemesi, mevcut kriz karşısında bir iktidar alternatifi olarak sahne alması gerekir. Bunun yapılmadığı her durumda düzen güçlerinin inisiyatifi tanınmış olacaktır.
Günün ihtiyaçlarına yanıt verecek bir mücadelenin gerekliliklerine odaklanmalıyız. İktidarın yeni saldırılarına hazır olmalı, direnme eğilimlerini kucaklayabilmeli, ortak mücadele için birleşmeli ve güven veren samimi bir adres oluşturmalıyız.
Bu, sosyalist hareketin iddia sahibi bileşenlerinin, faşizme karşı mücadele önceliğiyle çaba ve fedakarlık göstermesini gerektirir. Farklı önceliklerle hareket etmek hem sosyalistlere hem de bu ülkeye kaybettirir. Karşıdan gelen saldırıya ve kendi saflarımızdaki ortak direniş potansiyeline odaklanmalıyız. Bu kendimize, tarihe, ülkemize ve halkımıza karşı sorumluluğumuzdur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.