Halep gündemini uzun süre es geçen AKP medyasının son günlerdeki tutumu göz önünde bulundurulursa olası bir İdlip saldırısının iç kamuoyunda da ilginin merkezi olacağını ve cihatçı güçlerin Suriye gündemini doğrudan Türkiye’ye taşımayı deneyeceklerini tahmin etmek güç değil Geride bıraktığımız hafta gerek askeri-lojistik gerek politik-stratejik bakımdan Suriye savaşının yakın geleceğine büyük etkide bulunması muhtemel gelişmelere sahne […]
Halep gündemini uzun süre es geçen AKP medyasının son günlerdeki tutumu göz önünde bulundurulursa olası bir İdlip saldırısının iç kamuoyunda da ilginin merkezi olacağını ve cihatçı güçlerin Suriye gündemini doğrudan Türkiye’ye taşımayı deneyeceklerini tahmin etmek güç değil
Geride bıraktığımız hafta gerek askeri-lojistik gerek politik-stratejik bakımdan Suriye savaşının yakın geleceğine büyük etkide bulunması muhtemel gelişmelere sahne oldu. Ordu güçlerinin bundan yaklaşık üç hafta önce başlattığı ve Halep’i cihatçı çetelerin elinden bütünüyle kurtarmayı amaçlayan askeri girişimi 13 Aralık akşamı itibariyle başarıyla sonuçlandı.
Hatırlanacağı gibi, cihatçıların askeri-lojistik üssü denebilecek İdlip ile Halep’i birbirine bağlayan Kastello Yolu’nun 27 Temmuz’da Suriye Ordusu tarafından ele geçirilmesi ile başlayan Halep kuşatması, cihatçıların kuşatmanın olası sonuçlarını göz önünde bulundurarak kentin güney batısına dönük reaksiyonal girişimi sonucunda kısa süreliğine akamete uğratılmıştı. Kastello yolunun Suriye Ordusu’nca alınmasının hemen ardından Fetih Ordusu şemsiyesi altında yan yana gelen irili ufaklı cihatçı grupların Ramuseh’e yönelerek Halep’e yeni bir kanal açma çabası başarılı olmuşa benziyordu.
Elbette söz konusu acil manevranın arkasında; cihatçıların Türkiye’nin İdlip üzerinden akan yardım olmaksızın bölgedeki varlıklarını yalnızca Halep’e dayanarak uzun zaman sürdüremeyeceği gerçeğini gayet iyi anlıyor olmaları yatıyordu. Ancak cihatçılar bölgeyi bir ay dahi ellerinde tutamadan kaybettikten sonra, İdlip’in aksine cihatçılar için günlük hayatın üretilebildiği bir alan olmaktan çoktan çıkmış ve yalnızca dışarıdan alınan destekle sürdürülen bir kent savaşının gitgide çökmekte olan dekoruna dönüşmüş Halep’in kısa süre sonra cihatçıların elinden tümüyle çıkacağı meydana çıkmış oluyordu.
Suriye Ordusu cihatçıları tekrar kuşatma altına aldıktan ve kıskacı sıkıp gevşettiği Eylül-Ekim aylarının ardından Kasım ayı ile birlikte büyük bir süpürme operasyonuna girişti. Ağustos ayı cihatçılara hem Halep kuşatmasının kırılması hem de Türkiye’nin Menbiç’in SDG (Suriye Demokratik Güçleri – QSD) tarafından alınmasına karşılık Cerablus’a fiziksel olarak girişiyle yeni olanaklar müjdeliyor gibi görünse de, Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu (FKO) adını verdiği hamlesine kanalize etmek niyetiyle Halep’ten kuzeye çektiği cihatçı güçlerin yarattığı boşluk aynı zamanda kentin düşmesinin temel nedenlerinden birini teşkil edecekti.
Bir yandan TSK’yı alışılageldik yayılmacı hayalleri peşinde Suriye sahasının pratik bir aktörüne dönüştürerek ordu ile arasında geçici de olsa bir uzlaşım alanı yaratmak ve bu sayede 15 Temmuz sonrası oluşan sarsıntının payandasına dönüştürmek, öte yandan Suriye’deki Yeni Osmanlıcı hedeflerine güç taşımak isteyen AKP, kuşkusuz bu adımıyla Kürt güçlerinin coğrafi bütünlüklerini oluşturmasının da önüne geçmeyi amaçlıyordu.
Rusya ile dönemsel bir uzlaşı sağlayan ve sahadaki durumu kabullenerek atacağı adımları buna göre kararlaştırmaya ikna edilmiş gibi görünen ABD, Türkiye’nin Suriye savaşına kendi askeri güçleri ile dâhil olmasını uzun zamandır istiyor olsa bile, 15 Temmuz sonrası oluşan denklemde Erdoğan ve TSK ittifakının geçmişe oranla kendi planından oldukça bağımsız bir girişim içinde bulunduklarını apaçık görüyor. Fakat yine de Türkiye’nin Suriye savaşı içinde oynayabileceği rolü bütünüyle Rusya’nın çizeceği sınırlara terk etmemek adına en azından görünüşte TSK ile Suriye’den devşirilen cihatçıların oluşturduğu cepheden bütünüyle kopmamaya çalışıyordu.
Yeri gelmişken belirtmekte fayda var; tüm bu gelişmeler hem Türkiye’de bulunan cihatçı cenah hem de Halep’te kuşatma altında terk edilmiş cihatçılar tarafından tedirginlikle karşılanıyordu. Üstelik, FKO’ya eşlik eden ABD Özel Kuvvetleri Cerablus’ta Türkiye’nin beraber hareket ettiği cihatçı güçlerin saldırısına uğruyor ve daha sonrasında aralarında Ahrar El Şarkiyye, Mare Devrimcileri, Sukur Cebel ve Suvvar Tel Rıfat gibi grupların bulunduğu bir kısım cihatçı ABD’nin operasyona dahil olmasını öne sürerek operasyondan çekiliyordu.
Sayıları az olsa da, kentin geleceğinin Türkiye’nin kuzeydeki hamlesinden ötürü çıkmaza girdiğini savunan bir kısım Türkiyeli yazar-çizer ve ilişkili oldukları Halep’te bulunan cihatçıların sesi, Fırat Kalkanı’nın kuzeydeki ilerleyişinin gölgesinde kalıyor; en iyi niyetli olanlar ise kimi yönleriyle eleştirdikleri Türkiye’nin kısa sürede El Bab üzerinden Halep’e Halid Bin Velid ayarında bir manevrayla kurtarıcı bir adımda bulunacağını umuyorlardı.
Ancak Türkiye’nin yürüttüğü operasyonun sınırları Rusya-Suriye-İran bloğu tarafından belirlenmişti ve bu cephe açısından en kötü ihtimalle operasyon El Bab’ın geçici olarak Türkiye ile dayandığı cihatçılara terk edilmesinden ibaretti. Türkiye irili ufaklı pek çok yerleşimi kolayca ele geçirdikten sonra El Bab önünde hem -çok etkili olmasa da- IŞİD’in direnişiyle hem de ne hikmetse kimliği belirlenemeyen uçakların bombardımanı sonucu aldığı uyarıyla uzun süre debelenip durdu.
Bu esnada Halep kuşatmasını sonuçlandıracak taarruz çoktan başlamıştı. Kentin kuzey batısından SDG’nin de eşlik ettiği Suriye Ordusunun harekâtına uzun süredir kuşatma altında bulunan ve askeri imkânları bir yana yaşamsal ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak duruma gelmiş cihatçı güçlerin uzun süre dayanması söz konusu değildi. Ancak Türkiye, kuşkusuz sahadaki inisiyatifin Halep’in düşmesiyle birlikte tümüyle Rusya cephesine geçeceğini düşünen ABD’nin de yönlendirmesiyle, Katar ve Suudi Arabistan ile birlikte Suriye savaşında alışıldık hale gelen umutsuz bir denemeye tekrar başvurmak durumunda kaldı ve Halep’e yönelmiş güçlerin dikkatini dağıtmak adına Palmira’ya saldırmak üzere IŞİD’e ciddi bir güç aktardı.
IŞİD on gün gibi bir sürede Palmira’yı bütünüyle ele geçirdi ve Humus’a doğru sarkan bir hat oluşturdu. Fakat IŞİD’in hem Musul ve Telafer çevresinde içinde bulunduğu durum, hem kuzeyde gitgide zayıflaması göz önünde bulundurulduğunda bu denli büyük çaplı ve etkili bir harekât yürütebilmesi dış destek olmaksızın olanaksızdı. Emperyalist güçlerin IŞİD ve çeşitli cihatçı gruplarla ilişkileri malum, ancak ilişkinin bu oranda alenileştiği bir eşik herhalde altı yıldır süren Suriye savaşında ilk kez geçilmiş oldu. Suriye’nin Palmira operasyonunun arkasında Türkiye başta olmak üzere Suudi Arabistan ve Katar’ın olduğunu öne sürmesinden birkaç gün sonra Rusya Lavrov’un ağzından Palmira saldırısının arkasında ABD’nin olduğunu ve bundan ötürü ABD ile olan diyaloglarına son vermeyi kararlaştırdıklarını ilan etti.
IŞİD’in Palmira harekâtının Humus kırsalından öteye geçmesinin mümkün olmadığı aşikâr olsa da IŞİD’e yakın kaynakların aktardığı bir bilgi oldukça dikkat çekici ve IŞİD’in Palmira’daki ilerleyişi kadar savaşın seyri açısından da belirleyici öneme sahip: İddia edilen, IŞİD’in Palmira’da süpürdüğü güçlerden önemli sayıda MANPAD adı verilen ve savaş uçaklarına karşı da etkili olduğu bilinen silahlar ele geçirdiği. Üstelik IŞİD Palmira operasyonunun hemen ardından kent çevresinde birkaç Rus uçağını tahrip ettiğini de öne sürdü. Bu tür silahları IŞİD’e -IŞİD’in Eylül ayındaki Deyrizor saldırısına eşlik eden ABD bombardımanı ve İsrail’in birkaç saldırısı dışında hava akını ile yüz yüze kalmayan Suriye Ordusunun Palmira’da bulundurma ihtiyacı olmadığı görüşü bir yana bırakıldığında bile- ABD’nin başını çektiği koalisyonun vermiş olabileceği ihtimali önemini koruyor. Yeri gelmişken, koalisyon güçlerinin Palmira’ya verdiği desteğin esas hedefinin Halep kuşatmasını zayıflatmak kadar ve hatta daha çok, Suriye Ordusu’nun Halep zaferi ardından hızlıca Hama kırsalı ve İdlip’e yönelmesini engellemek olduğunu da belirtmekte fayda var.
Suriye savaşının yeni perdesi emperyalist kamplar arasında diplomasi araçlarını dahi işlevsiz kılacak denli açık bir hesaplaşmanın çok da uzakta olmadığını imliyor. Yakında sonuçlanması muhtemel El Bab operasyonu ardından Türkiye’nin daha güneye inmekte ısrarcı olup olmayacağı ve başta Menbiç olmak üzere Kürt kantonları içinde kalan bölgelere dönük nasıl bir askeri plan izleyeceği savaşın gidişatı açısından temel önemde olacak. Aynı zamanda Rusya bloğunun ilan ettiği gibi önce Palmira’ya mı yoksa -Palmira çevresinden batıya uzanmayı deneyen IŞİD’i sınırlamak koşuluyla- İdlip’e mi yönelmeyi tercih edeceği yakın gelecek için oldukça belirleyici. Halep gündemini uzun süre es geçen AKP medyasının son günlerdeki tutumu göz önünde bulundurulursa olası bir İdlip saldırısının iç kamuoyunda da ilginin merkezi olacağını ve cihatçı güçlerin Suriye gündemini doğrudan Türkiye’ye taşımayı deneyeceklerini tahmin etmek güç değil. Şimdiden hem fiziksel destek sunmak hem de iç siyasete argüman üretmek bakımından Suriye savaşı ile yakından ilgili Türkiyeli yazar çizer tayfanın mezhep hamurunu yoğurmaya başladığına bakılırsa, Suriye savaşının yeni döneminin Türkiye’de mezhepçilik eşlikli bir anti laisizm bombardımanı ve demokrasi düşmanlığı biçiminde yankı bulacağını öngörebiliriz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.