ABD egemen sınıfı, Çin üzerinde baskıyı arttırma yanlıları ile Rusya’ya baskı uygulanmasına ağırlık verilmesi yanlıları arasında bölünmüş durumda
ABD egemen sınıfı adeta Çin üzerinde baskıyı ve provokasyonları arttırma yanlıları ile Rusya’ya baskı uygulanmasına ağırlık verilmesi yanlıları arasında bölünmüş durumda. Trump ve oluşturmaya çalıştığı yeni yönetim, ABD’nin köklü savaş kurumları tarafından baskı altına alınarak Rusya’ya karşı savaşçı bir konuma getirilmeye çalışılıyor
Dün yeni sayısı yayımlanan Economist dergisinin kapağını “Halep Düştü Putin Kazandı Batı Kaybetti” manşeti kaplamıştı…
Halep’te sahada kaybedenlerin kimler olduğu artık son derece açık, bu konuda tartışılacak bir şey yok.
Sahadakilerin destekçilerinin kimler olduğu da son haftalarda hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak derecede netleşti. Economist’in bu manşeti de durumun ilk elden teyit edilmiş olduğuna işaret ediyor.
Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığı açık ve net, Rusya Suriye’nin meşru devletinin yardım talebi üzerine, mevcut uluslararası hukuka dayanarak Suriye’de askeri operasyonlar yaptığını söylüyor ve bu konuda sözcüleri aracılığıyla dünyayı düzenli olarak bilgilendiriyor.
Peki Economist’in kaybedeni Batı hangi askeri güçlerle Halep’te var olmuştu?
El Nusra, Ahrar’uş Şam, Nureddin Zengi Tugayları ve irili ufaklı çeşit çeşit Cihatçı gruplar…
Ellerinde bombaları kalaşnikofları ile bu Cihatçıları New York’un ara sokaklarında, Londra sokaklarında, Zürih caddelerinde, Paris’in banliyölerinde bir an için hayal edin. Batılı devletlerin polis ve askerlerinin bu Cihatçılarla nasıl “diyalog kuracaklarını”, onlara ne tür “serbest geçiş koridorları oluşturacaklarını”, onları Paris’in, Londra’nın, Zürih’in yönetimine katmak için ne tür siyasi mekanizmalar geliştireceklerini çok iyi biliyoruz…
Halep’in, Batılı emperyalistlerin paralı askerleri Cihatçı çetelerin elinden kurtarılması üzerine dün bir konuşma yapan ABD Başkanı Obama, “Suriye’de dökülen kandan Esad rejimi, İran ve Rusya sorumlu”, “Suriye’deki korkunç olaylara dünya gözünü kapatmamalı. Halep saldırısına karşı tüm dünya birleşmiş durumda” dedi ve Beşar Esad’ın insanları katledelerek meşruiyet kazanamayacağını söyledi.
Obama’nın sözünü ettiği “birleşmiş dünyanın” asli aktörlerinden biri olan İsrail’in Savunma Bakanı Avignor Lieberman’da Halep’in kurtarılmasından son derece rahatsız olan gruptan. Halep’teki gelişmeler üzerine, “Esad bir kasaptır. Yüz binlerce vatandaşını doğradı. Vatandaşlarına karşı kimyasal silah kullandı. Benim görüşüm, mutlaka devrilmelidir. Uluslararası toplum nerede? Esad’ın katliamlarına neden müdahale etmiyor? Uluslararası toplum Esad’ın katliamlarını kınayacağına, İsrail’in yerleşimlerde yaptığı yeni binaları kınıyor” dedi. Lieberman, Esad’ın ve İran’ın mutlaka Suriye’nin dışına atılması gerektiğini söyledi.
Türkiye’nin desteğini büyük ölçüde çekmesinin ardından Cihatçı katillerin son derece hızlı çözülmeleri ve Halep’in kurtarılması aslında bizim de yıllardır bıkmadan tekrar etttiğimiz bir temel gerçeğin en çarpıcı biçimde gözler önüne serilmesine neden oldu: Suriye’de yaşanılan bir halk isyanı değil, bir vekalet savaşıdır…
Suriye’yi haritada gösteremeyecek, Suriye’deki “otoriter Alevi devleti” hakkında herhangi bir tarihsel ve siyasal bilgi ve bilinçten yoksun binlerce genç dünyanın dört bir yanından istihbarat örgütleri tarafından derlenerek Suriye’ye taşınmıştır.
Faşist Lieberman doğru söylemektedir, İsrail’in işgalci yerleşimcileri ile Suriye’deki Cihatçı katiller bu savaşta aynı saftadır, tıpkı Obama, Trump, Tayyip Erdoğan, Suudi Kralı Selman, Teresa May ve Hollande’nin de onlarla aynı saflarda olduğunun Halep’le birlikte en çıplak haliyle gözler önüne serilmiş olması gibi.
İsrail’e bugüne kadar yapılmış askeri yardımların en büyüğünün verilmesi Obama yönetiminin son kararlarından birisi olmuştu; 2009 ve 2014’te Gazze’de İsrail ordusu tarafından gerçekleştirilen büyük katliamlar en güçlü araçlarla yine Obama yönetimi tarafından desteklenmişti.
Trump, David Friedman’ın ABD’nin İsrail Büyükelçisi olarak atanacağını dün duyurdu. Ana akım İsrail gazetelerinden olan Haaretz, Friedman’ın radikal olarak adlandırılabilecek aşırı sağ görüşlere sahip olduğunu, “iki devletli çözüme karşı çıktığını”, “Filistin’deki Yahudi yerleşimlerini ve bunların ilhak edilmesini savunduğunu”, Obama’yı bile anti-semitizmle suçladığını belirtiyor. Haaretz’e göre, ABD yönetimi eğer barışçıl bir çözümü gerçekten istiyorsa bu atama hiç rasyonel bir tercih değil.
Yine Haaretz’in özel bir haberine göre, uzun yıllar önce ABD’de bir yardım derneği kurmuş olan David Friedman, topladığı on milyonlarca doları Batı Şeria’daki işgalci yerleşimcilere aktarmış. Trump’ın pozisyonu açısından bu da şaşırtıcı değil, çünkü Trump’ın dolar milyarderi damadı Kushner de ABD’de İsrail’deki yerleşimcileri fonlayan en önemli isimlerden birisi. Trump’ın da en yakınında olan birkaç kişiden birisi. Bütün bunlar, bırakalım yeni bir barış sürecini, çok daha sert çatışmalarla dolu bir döneme adım atmakta olduğumuzun göstergeleri. Halep’in kurtarılması da, Suriye üzerindeki emperyalist baskının arttırılmasını tetikleyebilir.
***
Gerçekten acayip günlerden geçiliyor…
Adam Exxon Mobil’in bir numarası…
Exxon Mobil kökeni ve merkezi ABD olan dünyanın en büyük özel sektör enerji şirketi…
2016 verilerine göre dünyanın en büyük 9. şirketi…
Exxon Mobil’in gücünü ve dünyanın dört bir tarafındaki faaliyetlerini, hükümetlere nasıl nüfuz ettiğini ve ülkeleri nasıl etkilediğini anlatan “Özel İmparatorluk: Exxon Mobil ve Amerikan Gücü” adını taşıyan, Finans-Kapital’in belli başlı yayın organlarından çok övgü almış bir kitap bile var.
Bu kitapta Exxon Mobil’in ABD devlet aygıtıyla olan güçlü, derin ve köklü ilişkileri de önemli bir yer kaplıyor. Kitabı okuduğunuzda görüyorsunuz ki, ABD devlet aygıtının belirli organ ve isimleri adeta bu şirketin dünya çapında operasyonlarının hizmetine koşulmuş.
Trump, Exxon Mobil’in bir numarası Rex W. Tillerson’a ABD Dışişleri Bakanlığı’nı teklif etti ve son günlerde Rusya karşıtı propagandayı doruğa yükseltmiş olan Batı’da kıyamet koptu.
İddialara göre, Putin sadece ABD seçimlerine müdahale edip Trump’ı seçtirmemişti, üstüne üstlük yakın dostu Tillerson’u da ABD’nin iki numarası yaptırmıştı.
Sözü edilen kişi yıllardır “Amerikan gücünün sembolü” Exxon Mobil’in bir numarası ama Batı basınına bakacak olursanız aslında o neredeyse bir “Rusya ve Putin ajanı”… Kanıtları da hazır…
Şirketinin Rusya’da önemli yatırımları olan Tillerson, bir konuşmasında Putin’le 17 yıllık iyi bir dostluğu olduğunu söylemiş, bununla da kalmamış bir de, Rusya’nın önemli yabancı dostlarına verilen “Rusya Dostluk Ödülünü” almış. Bir soruya, “Putin’in tüm yaptıklarını doğru bulmuyorum, ama ben bir işadamıyım. Benim için şirketimin iş şartları ilk sırada gelir.” şeklinde cevap vermiş. E yani Putincilik bundan daha iyi nasıl yapılabilir ki?
Mesela Financial Times’a yazan Tim Weiner’a göre, Trump’ın Tillerson’ı bu önemli pozisyona teklif etmesi, onun artık “Sibirya’nın adayı seçilmiş başkan” olarak anılmasına neden olabilir…
Kıyameti koparanların çoğunluğu Demokrat Partililer, bir kısım Cumhuriyetçi de koroya katılmış durumda. Esas kaygı duydukları şey, Trump yönetiminde Rusya’ya uygulanan sertlik ve baskı politikalarının yumuşaması olasılığı.
Obama’nın Rusya ile ilişkileri “reset”leme yönelimine en sert tepkiyi gösteren “Rusya karşıtı” Cumhuriyetçi Senatör Bob Corker bile oluşan bu yeni histerik atmosferden ürkmüş durumda, “Bay Tillerson dünya hakkında olağanüstü bir bilgi ve deneyime sahip olan çok etkileyici bir kişiliktir.” diyerek ortamı yatıştırmaya çalışıyor.
Gerçekten ilginç zamanlardan geçiliyor.
Konuşmalarında sürekli olarak serbest pazar, serbest ticaret ve uluslararası hukukun önemine vurgu yapan Tillerson, ABD’nin Ortadoğu’da daha güçlü bir varlığa sahip olmasının gerekliliğini ve bölgeye daha fazla nüfuz etmesini savunuyor. Gay haklarını gündeme getirmesiyle de tanınan Tillerson, iklim değişikliği konusunda da şirketinin katı tutumunu yumuşatan kişi. Tüm bu özellikleri ifade edildikten sonra, bu kez de böyle bir adamın Trump kabinesinde ne işi olur deniliyor ve Trump’ın serbest ticaretçi değil korumacı, hukuku takmayan bir haydut, bir cinsiyetçi, iklim değişikliğinin Çin’in uydurduğu bir yalan olduğuna inanan bir cahil olduğu bir kez daha yineleniyor.
Tillerson’ın Putin’le dostluğu ve Exxon Mobil’in Rusya’daki iş hacmi böylesine vurgulanıyor, ancak Tillerson yaptığı bir konuşmada, Exxon Mobil’in Suudi Arabistan’daki en büyük yatırımcı ve “kesinlikle ülkenin en büyük vergi mükellefi”, Katar ve Abu Dabi’deki en büyük yabancı yatırımcı olduğu bilgisini veriyor. Şirketin Irak ve Kürdistan Bölgesi’nde de çok büyük yatırımları olduğu uzun zamandır biliniyor.
Şirket, Afrika’da da çok büyük yatırımlara sahip, tıpkı Asya ve Latin Amerika’da olduğu gibi; faaliyetleri Venezüella’dan Endonezya’ya tam 50 ülkeye uzanıyor. Doğal olarak da, şirketin yöneticileri bu ülkelerin sermaye grupları, devlet yöneticileri ve politikacılarıyla derin ve köklü ilişkilere sahipler. Tillerson’ın bakanlık görevine çok uygun bir seçim olduğunu savunanlar, 75 bin çalışanı ve yıllık 250 milyar dolar geliri olan bu dünya devini yıllarca başarıyla yönetmenin, ABD Dışişleri Bakanlığı görevinin üstesinden gelme konusunda yeterince güvence sunduğunu dile getiriyorlar.
Tillerson’ın Rusya sempatizanlığı hakkındaki kampanya son hızıyla devam ederken, Financial Times’tan Ed Crooks, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından beri bütün büyük petrol şirketlerinin dünyanın en geniş kaynaklarına sahip olan bu ülkede iş yapabilmek için girişimlerde bulunduklarını ve Tillerson’ın Kaddafi’yle de, Kazakistan’dan Nursultan Nazarbayef’le de iyi ilişkilere sahip olduğunu belirtiyor.
İtalyan enerji tekeli ENİ’nin yöneticisi Claudia Escalzi uzun süre beraber çalıştığı eski şefi için, “o tüm dünyada saygı gören biridir, o Exxon Mobil’in yatırımcıları için çalışan bir faydacıdır” diyor.
Exxon Mobil’in Suudi Arabistan ve Katar’daki yatırımları Rusya’dakinden çok daha büyük, ama bu ülkeler sadık ABD vasalları olduğu için bu tartışmada yine gündem dışı tutuluyorlar, Tillerson’ın büyük kabahatiyse, ABD’nin en büyük meziyeti olduğu söylenen “serbest ticaret ve serbest yatırım” çerçevesinde Rusya ile iş yapması ve bu bağlamda Rusya’ya uygulanan yaptırımlardan şikayetçi olması.
Bir Vietnam gazisi olan savaşçı senatör John Mc Cain, Fox News’e yaptığı açıklamada, Tillerson’ın Putin’le olan bağlantıları nedeniyle bu bakanlık teklifinin kendisi için oldukça kaygı verici olduğunu ifade ederken, “Vladimir Putin bir haydut, zorba ve katildir; her kim onun hakkında başka bir şey söylüyorsa yalan söylemektedir. Senatoda Tillerson’ın bakanlığa atanması konusunda çok ciddi bir inceleme yapacağız” diyor.
Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham, Senato’da Tillerson’ın bakan olarak atanması konusunda yapılacak oylamada olumlu oy kullanması için öncelikle Tillerson’ın, Rusya’nın seçimlere müdahalesini kamuoyu önünde kabul etmesi gerektiğini söylüyor.
Rusya’nın ABD’deki seçime müdahale ettiğini öne sürerek başlatılan psikolojik savaş dalgasından hemen sonra gündeme gelen Tillerson’ın bakanlığa teklifi, tansiyonun biraz daha yükselmesine neden oldu. Trump ise yeni tweetleriyle, Rusya’nın seçimlere müdahale etmek için girişimlerde bulunduğunu aylar öncesinden bildiğini iddia eden Beyaz Saray’ın bunu gündeme getirmek için neden seçimin üzerinden bir ay geçmesini beklediğini ve Hillary’nin seçimi kaybetmesinden önce bu konuda neden şikayetçi olmadıkları sorularını sordu.
Sahte bilgi ve belgelerle ülkeler işgal edip, savaşlar çıkaran ABD’nin en önemli seçimine müdahale ettiğini bildiği Rusya’ya karşı aylar süren bu sessizliği ve sonra aniden başlattığı kampanya gerçekten de oldukça tuhaf bir durumun sözkonusu olduğunu göstermiyor mu?
Trump ve oluşturmaya çalıştığı yeni yönetim, ABD’nin köklü savaş kurumları tarafından baskı altına alınarak Rusya’ya karşı savaşçı bir konuma getirilmeye çalışılıyor. Suriye meselesi bu noktada kilit bir önem taşıyor. Suriye’nin direnmesi ve en son Halep’te elde edilen başarı, yıllardır Suriye’de rejim değişikliği için çaba harcayan ABD kadro ve kurumlarını çileden çıkardı.
Trump üzerindeki basınç Rusya’ya karşı sert tutum ve baskı politikası uygulama konusunda geliştiriliyor. Trump ise, henüz göreve başlamadan Çin’e baskı uygulama konusunda adımlar atmaya başladı. Tayvan Devlet Başkanı’yla yaptığı görüşmeyle 1979’dan bu yana sürdürülen politikayı delen Trump, Çin ve ABD arasında gerilimin artmasına neden olmuştu. Çin bu gelişme üzerine oldukça sert bir resmi açıklama yayımladı.
Trump ise, Çin’in ABD ürünlerine uyguladığı vergileri ve Güney Çin Denizi’ndeki yapay adalar üzerinde oluşturduğu askeri varlığı tekrar tekrar gündeme getirdi ve en son “Çin’in bana ne yapacağımı dikte etmesinden hoşlanmıyorum” dedi.
Trump, Çin’le Güney Çin Denizi’ndeki adaların statüsü hakkında problemler yaşayan Vietnam’ın başbakanı Nguyen Xhuan Phuc’la bir telefon görüşmesi yaptı ve bu görüşme hakkında resmi bir açıklama yapan Vietnam, Trump’ın Vietnam’la işbirliğini her konuda geliştirme isteğinde olduğunu dile getirdiğini bildirdi.
Bu tırmanan gerginlikte yeni bir aşamaya gelindiğine işaret ediyor. Çin Savunma Bakanlığı iki hafta önce yaptığı bir açıklamada, ABD Donanması’na ait savaş gemilerinin Çin’e ait adalara çok yaklaşmasının bir provokasyon olduğunu söylemişti. ABD yetkilileri, navigasyon özgürlüğünü sağlamanın ABD Donanması’nın asli görevlerinden biri olduğunu bildirerek buna yanıt vermişti.
En son, Vaşington’daki Stratejik ve Uluslararası İlişkiler Merkezi’nin yayımladığı bazı görüntülerde, Güney Çin Denizi’ndeki adalara Çin tarafından uçaksavarlar ve füze savunma sistemleri yerleştirildiği iddia edildi.
Çin Savunma Bakanlığı ise bugün yaptığı resmi bir açıklamayla, daha önce en yetkili isim olan Başkan Xİ Jinping’in dilinden silahlandırmayı düşünmediklerini söyledikleri adaları silahlandırmaya başladıklarını ve buralara yönelik olası bir askeri tehdit sözkonusu olduğunda bu silahları kullanacaklarını ifade etti.
ABD Donanması’nın Pasifik komutanı Harry B. Harris Jr. çarşamba günü yaptığı konuşmada, ABD’nin Asya-Pasifik’teki askeri varlığını azaltmayacağını, ABD Donanması’na ait gemilerin ne kadar ada ve üzerinde askeri varlık inşa edilirse edilsin bölgede herhangi bir gücün tek taraflı kararlar dikte edemeyeceğini göstermek için Güney Çin Denizi’ndeki adalar arasından geçmeye devam edeceğini söyledi.
Bu sözlere bir gün sonra yanıt veren Çin sözcüsü, “Eğer Çin’in kendine ait adalar üstüne kurduğu tesisler ve bunların savunması için yerleştirdiği savunma sistemleri militarizasyon oluyorsa; Güney Çin Denizi’ne gönderilen filolar ne oluyor?” sorusuyla ABD’nin bölgede askeri faaliyetlerine işaret etti.
Trump’ın başkanlığında, Trump’ın seçim kampanyasında sürekli vurguladığı gibi Çin’e yönelik saldırganlığın artacağı, Çin’in askeri olarak çevrelenmesi ve baskı altına alınması yönünde yeni hamlelerin gelişeceği belli olmuştu. Önümüzdeki günler son derece tehlikeli askeri tırmanmaların yaşanacağına işaret eden olaylar dizisini karşımıza çıkartabilir.
Dün bir açıklama yapan Pentagon sözcüsü Yüzbaşı Jeff Davis Çin donanmasının, Filipinler’e yakın Subic Körfezi’nin 50 mil (92 kilometre) açıklarında ABD donanmasına ait sivil bir gemi tarafından onarılan 2 insansız denizaltıdan birine el koyup olay yerinden uzaklaştığı bilgisini paylaştı. Sözcü, Çin’i protesto ettiklerini ve denizaltının iadesini istediklerini bildirdi.
ABD egemen sınıfı adeta Çin üzerinde baskıyı ve provokasyonları arttırma yanlıları ile Rusya’ya baskı uygulanmasına ağırlık verilmesi yanlıları arasında bölünmüş durumda. Bölünme önce kimin dersini verme noktasında oluşuyor. Onları birleştiren temel ise emperyalist-kapitalizmin ürettiği militarizm. Çatışma ve savaşlara gebe yeni bir dönemin kapıları açılırken, dünya işçi sınıfının savaşsız ve sömürüsüz bir dünya için ayağa kalkması dışında ufukta herhangi bir seçenek görünmüyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.