Her haksızlık ve hukuksuzluk karşısında tutum almak, bu öfkenin tutuşmasını sağlayan bir kıvılcım işlevi görebilir
Her haksızlık ve hukuksuzluk karşısında tutum almak, bu öfkenin tutuşmasını sağlayan bir kıvılcım işlevi görebilir
AKP-Saray faşizmi yeni bir düzleme sıçradı. Geleneksel mekanizmalarla (kuvvetler ayrılığı, basının bağımsızlığı vs.) meşruiyet sağlayamamanın neden olduğu siyasal kriz faşist saldırıların tırmandırılmasıyla dengelenmeye çalışılıyor. Meşru gücünü yitirdikçe daha fazla gayrimeşru güç kaynağını devreye sokuyor ve adeta “Var mı itirazı olan” diye tehdit ediyor. Çünkü en küçük bir aksilik, diktatörlük karşıtı bir dizi gücün zembereğinden boşalmasına neden olabilir. Bir önceki yazımızda “Bütün politikalarını iktidarı kaybetme korkusu belirliyor” demiştik. Erdoğan (2011 sonrasında) iktidarını güçlü lider, siyasal İslamcı ideoloji (mezhepçilik), ekonomik istikrar ve fetihçilik ayakları üzerinden meşrulaştırıyordu. Bu ayakların hepsinin aynı dönemde hasara uğraması nedeniyle en küçük bir muhalefet dahi iktidar (=başkanlık) için risk yaratıyor. Erdoğan için iktidar ve başkanlık artık aynı anlama gelmek üzere çakıştılar; iktidarda kalamazsa başkan olamaz, başkan olamazsa iktidarda kalamaz.
Saray iktidarı; Barış için Akademisyenler’in atılmaları, Kürt il ve ilçelerinde yasak ve yıkımlar, solcu kamu çalışanlarının işten atılması ve sansür uygulamaları rutin hale gelince yeni saldırılarla atağa geçti. Diyarbakır Belediyesi eş başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı ile KJA Dönem Sözcüsü Ayla Akat Ata’nın tutuklanmaları; rektörlük seçimlerinin ortadan kaldırılması; Bülent Tezcan’ın kurşunlanması; Cumhuriyet gazetesine operasyon faşist saldırganlıkta yeni bir düzleme geçildiğinin ilanıdır (ayrıntılı bir analiz gerektirmekle birlikte bu yeni düzlemi açık faşizme yöneliş olarak tanımlamak mümkün). Erdoğan dozunu artırdığı saldırılarla bir yandan başkanlık (=iktidar) için ihtiyaç duyduğu desteği toparlamaya çalışırken diğer yandan muhalefeti susturmaya çalışmaktadır.
Erdoğan, (mezhepçi, fetihçi, Kürt düşmanı) dış politikasıyla Suriye ve Irak’ta bir dizi başka sıkışmışlığın yanı sıra Kürtler karşısında gerilerken, Kürtleri içeride yenerek milliyetçi desteğini korumaya çalışıyor. Diyarbakır Belediyesi eş başkanlarına operasyon Kürtler karşısında zafer kazanan başkan adayı imajının ihtiyacıdır; Erdoğan başkanlık seçimine kadar daha çok güç gösterisinde bulunacak. Rektörlük seçimlerinin ortadan kaldırılması seçim mekanizmasının meşruiyetini tartışmaya başladığının göstergesi, “Milli irade Erdoğan’da tecelli etmiştir, seçimle değiştirilemez, bunu bozan sonuçlar üreten her oylama/seçim darbedir, tanınmayabilir” tezinin öne sürülmesidir. “PKK’li damgası yeriz” korkusuyla HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını desteklemeyi (“Korkunç ama evet” diyerek) parti içinde savunan Bülent Tezcan’ın kurşunlanması CHP’nin milli mutabakattan dışlandığının ve artık ne yaparsa yapsın hedefte olduğunun göstergesidir. Cumhuriyet gazetesinin basılması, (kitlesel direnişle korunamazsa muhtemel niyet kayyuma devirdir) muhalif tüm seslerin susturulması ve ülkenin tam bir Yalan Rüzgarı film setine dönüştürülmesi bir yana sol tabana bir yenilgi daha yaşatılmasıdır.
Erdoğan’ın başkan seçilebilmesi için istikrar sağlayabilen, eski yerleri* geri alabilecek (fetihçi), Kürtleri yenebilen, solcuları ve Alevileri ezebilen, bütün dünyanın saydığı güçlü lider görüntüsünü verebilmesi lazım. Bu görüntüyü gölgeleyecek, bozacak hiçbir faktöre tahammül edilemez. Önümüzdeki beş-altı aylık AKP-Saray stratejisi bunun üzerine oturtulacak.
Ancak evdeki hesap çarşıya pek uymamaktadır. 15 Temmuz’da imam hatipli, Sünni, alnı secdeye değmiş, dininin ve kininin sahibi nesile mensup, suç ortağı İslamcı çete tarafından kendisine kanlı darbe yapıldığı gerçeği taraftarlarını kanser gibi içten içe kemirmeye devam ediyor; düşünmeye fırsat bulurlarsa inandırıcılık krizi patlayıp, çöküşe neden olabilir. Yolsuzluk macerası 17-25 Aralık’ta bitmedi, Reza Zarrab ABD’de pimi çekilmiş bomba misali duruyor ve başka ne tür suçların belge ve tanıklarının Amerikalıların elinde olduğu meçhul. Suriye ve Irak’ta işler yolunda gitmemekte; ikisinde de Kürtler karşısında pozisyon kaybedilmektedir. Sünni mezhepçiliği sınırlarına dayandı, “gayrimüslim” Rusya ile iş tutmaya can atarken (daha önce silah verdiği kendisi gibi İslamcı-cihatçı çetelerle kapışmak zorunda kaldığı yetmiyormuş gibi) Sünni olmayan İran ve Esad’la da arayı düzeltmenin yollarını arıyor. O anda da anlaşmak istediği (İran dışındaki) sahadaki tüm devletlerin ve aktörlerin Kürtlerle çıkarlarının daha fazla örtüştüğü ve ittifak halinde oldukları gerçeğinin yarattığı sorunlarla yüz yüze kalıyor.
Kısacası başkanlığın gerektirdiği zaferin yakıtının sınırların dışından sağlanması zor görünüyor; bedeli çok ağır. Erdoğan’ın satabileceği ürünlerden fetih umudu tükendi, “tüm dünyanın saydığı” güçlü lider hayalinden geriye, “halkına korku salan korkunç lider” kalıyor. Böyle bir anda Bahçeli’nin sağlayacağı ucuz yakıtın, mazot yerine kullanılan on numara yağ** etkisi yaratma ihtimali Erdoğan’ı ek tedbirler almaya götürüyor. Bahçeli’nin MHP tabanını ikna etmesinin güç olduğu varsayımıyla içerde idam, işkence, katliam; Kürtlerin, Alevilerin, solcuların ezilmesi gibi MHP tabanının haz aldığı başlıklarda atağa kalkıyor. AKP-Saray iktidarı, bir yandan polis kuvvetine dayalı baskı ve saldırıları en üst düzeye çıkarırken, diğer yandan savunması zayıflatılmış ezilen kesimlere karşı taraftarlarını mobilize etmeyi de önemsemektedir. Bütün devlet olanaklarını kuralsız biçimde kullanmanın yanı sıra taraftarlarını organize etmek amacıyla Twitter, Facebook, sabit ve mobil telefonların kesilmesi durumunda nasıl iletişim kuracaklarını prova etmekteler. 29 Ekim’de bir kez daha görüldüğü üzere belediyeleri (belediye iş makinelerini ve kamyonlarını), kendilerine bağlı güvenlik şirketlerini bir iç çatışma organizasyonu olarak yapılandırırlarken; silahlanmayı da teşvik etmekte, mafyatik yapılarıyla organize etmektedirler.
Muhalefetin, faşizmin revizyonunu da içeren bu topyekun saldırıyı mevcut dağınıklıkla, sınırlı reflekslere dayalı eylemlerle, durumu geçiştiren protestolarla ve programsızlıkla karşılaması mümkün görünmüyor.*** Kuşkusuz her saldırı anında refleks verilmesi direniş potansiyeline işaret etmektedir. Bu potansiyelin faşizme karşı direniş gücüne dönüştürülmesi solun tüm kesimlerinin ortak sorumluluğudur. AKP faşizmine karşı direniş eğilimleriyle yan yana gelmekten itina ile kaçınıp diğer taraftan ilerici kitleleri ve tabanlarını oyalamaktan öteye geçmeyen içi boş birlik beraberlik laflarının artık hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır. Faşizme karşı mücadelenin inisiyatifini oluşturma görevi politik örgütlerin (öncelikli olarak sosyalistlerin) omuzlarındadır ve görev kitle örgütlerine devredilerek işin içinden çıkılamaz. Dönemi faşizme karşı mücadele dönemi olarak tarif eden sosyalistlerin bir cephesel birlik yaratamamalarının iki nedeni olabilir: Ya direnilebileceğine inanmayıp dönemi hasar almadan atlatmayı düşünüyorlar ya da tek başlarına üstesinden gelmeyi daha doğru buluyorlar (Bu konu solda daha tartışılmaya devam edecektir). Bu arada CHP İstanbul İl Başkanı Cemal Canpolat’ın Cumhuriyet gazetesi önünde yaptığı konuşmada “Madem parlamentoyu devre dışı bıraktınız, CHP olarak halkla birlikte, ötekilerle birlikte, dışlananlarla birlikte sokakta olacağız” vurgusu, Ankara 29 Ekim yürüyüşünde Mahir posteri taşıyan CHP’li gençlerle birlikte düşünüldüğünde üzerinde durulmaya değer gelişmelerdir. CHP’li gençler faşizme karşı direnişin olanağı olarak Mahir Çayan’ı görmektedirler. Kılıçdaroğlu’nun parlamentonun bunca işlevsizliğine karşın parlamento dışı muhalefet dinamiklerine mesafeli durması tabanda inandırıcılığını yitirirken; taban, direnmenin imkanlarını devrimcilerde aramaya başlamıştır.
Erdoğan’ın izlediği siyaset toplumun tüm kesimlerinde derin öfke biriktirmektedir: Kürtler, Aleviler, üniversite, kadınlar, sosyal-demokrat, sol, sosyalist, laik kitleler; bir zamanların iktidar ortağı olan Fethullah’ın dershanesinde öğretmenlik yapmaktan, bankasına para yatırmak-kredi çekmekten, şirketinde çalışmaktan başka suçu olmadığı halde işten atılan, mallarına el konan insanlar… Bu öfkelerin parlaması hiç de yabana atılır bir olasılık değildir. Her haksızlık ve hukuksuzluk karşısında tutum almak, bu öfkenin tutuşmasını sağlayan bir kıvılcım işlevi görebilir. Bu görev devrimcilerin, sosyalistlerin omuzlarındadır. AKP-Saray faşizmine karşı bir direniş programını yerellerden merkezlere meşru, militan ve kitlesel çizgide hayata geçirebilirler. AKP’nin parayla, belediye olanaklarıyla, polis terörüyle kurmaya çalıştığı hegemonya, devrimcilerin militan sokak gücünü yeniden üretmeleri ile tersine çevrilebilir. Halkın en geniş kesimlerinin ilgisini çekebilecek, giderek katılabilecekleri öncü pratikler hem yerellerde hem de merkezlerde hayata geçirilebilir. Kent meydanları da sokak araları da bizimdir. Oraları parayla, polisle işgal eden çürümüş AKP faşizmidir. Bu ülke, yağmacıların, hırsızların, cihatçıların, halkına idam isteyen faşistlerin değil, bizimdir. Ülkemize, özgürlüklerimize, insanlarımıza sahip çıkacağız.
* Mehter Marşı: Şehzade Sultan Süleyman hem vezir, hem şahımız/Geçtiler Rumeli’ye sal ile, arttı şanımız/İleri, ileri haydi ileri/Alalım düşmandan eski yerleri
** Ucuz olduğu için mazot yerine otobüslerde kullanılan “on numara yağ” birçok otobüsün yanmasına neden olduğu için kullanımı yasaklandı.
***10 Ekim yıldönümü protestolarında görüldüğü üzere bazı kesimler yenilgiyi kılıfına uydurarak kabul etmiş, hesap sorma iddialarını buzdolabına kaldırmış durumdalar. Tekrar etmekte fayda var ki 10 Ekim Katliamı’nın hesabını sorma iddiası taşımayan hiç kimse AKP faşizmini yenilgiye uğratacak bir mücadeleden bahsedemez, bahsetse de inandırıcı olamaz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.