Birbiriyle ezeli rakip olan üç takımın taraftarının yalnızca birer pankartına bakarak anlaştıkları ve mutabık oldukları konunun kadını bir aşağılama nesnesi olarak kullanmak olduğu ortadadır
Birbiriyle ezeli rakip olan üç takımın taraftarının yalnızca birer pankartına bakarak anlaştıkları ve mutabık oldukları konunun kadını bir aşağılama nesnesi olarak kullanmak olduğu ortadadır
Geçen hafta Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı 2-0 yendiği müsabakada Fenerbahçe tribünlerinden bir grup tarafından açılan “17 yıl illegaldi, bundan sonra legal” yazılı pankart haklı olarak bir hayli tepki gördü.
Pankartın kadın kimliği üzerinden cinsiyetçi bir aşağılama içeriğine sahip olmasının yanı sıra zamanlaması da oldukça “manidardı”. İktidar partisinin bir gece yarısı el çabukluğu ile Meclis’ten geçirmek istediği ama toplumsal muhalefetin tavrı nedeniyle vazgeçtiği, kamuoyunda “tecavüzü meşrulaştırma yasası” olarak bilinen ilgili yasa maddesine açıkça bir gönderme ve olumlu referans ifade ediyor olması tepkilerin haklı gerekçesiydi.
Bu pankart aynı zamanda içeriği itibari ile sahiplerine nasıl ve kimlerden oluşabileceğine ilişkin bir göstergeydi sanki.
Sonra anlaşıldı ki, bu taraftar grubu spor ve futbol adına pek de “hayırlı” işlere imza atmamış ya da atmayacak kişilerden oluşuyordu. Kendilerine “Until The Grave” adını veren ve sarı-lacivert gamalı haçları ile “Fenerbahçe’nin faşistleriyiz” diyerek afişe olan grubun “küçük bir taraftar grubu” olduğu ortaya çıktı.
Küçük olmasının altını çizerek belirtelim ki, kötülüğün küçük olması kimseyi rahatlatmamalıdır. Çünkü kötüler kolay çoğalır, kolay örgütlenir. Çoğalmak için örgütlenmeye ihtiyaçları olduğunu, örgütlenmezlerse kötülük yapamayacaklarını bilirler. Kötülüğün ve kötülüklerin elzem ihtiyacıdır çoğalmak ve bunun için örgütlenmek.
Sporun ve özellikle kitleselliği yüksek olan futbolun taraftarlık ve aidiyet üzerinden bir araya gelme kolaylığı sağlaması aynı zamanda başka amaçlar için bir araya gelme kolaylığı ve zemini de oluşturmaktadır. Tarihte bunun olumlu ve olumsuz pek çok örneği vardır. İşçi ve emek örgütlenmelerinden, sendikal örgütlenmelere, oradan anti-faşist yapılanmalara değin bir araya gelişin örnekleri ile doludur tarih. Ama tarih aynı zamanda otoriter rejimlerin en kullanışlı araçlarından birisinin de spor ve özellikle futbol olduğu yaşanmış örnekleriyle sabittir.
Konumuz üç farklı taraftar grubunun pankartları üzerinden kulüp ve takım farkı gözetmeksizin taraftar profilleri içinde cinsiyet kimliği üzerinden ayrımcı ve aşağılayıcı kişilerin varlığına işaret etmektir. Çünkü bu sosyo-ekonomik yapılaşmanın ve onun oluşturduğu kültürün sonucudur ve her alana, her yere, her yapıya ve her kuruma sirayet etiğini ve edebileceğini göstermesi bakımından önemlidir.
Galatasaraylı taraftarların içinde bir grubun da yukarıdaki taraftar grubundan hiç geri kalmayacak biçimde yakın geçmişte bir müsabakada “Para komidinin üstünde” pankartı açarak kadının “fahişeliği” kavramı üzerinden güya rakip yakımı aşağılama girişimindeki ortaya koyduğu düşünsel ve pratik davranışı elbette kayıtlara geçmek gerekir.
Yine Çarşı gibi bir görüngü/fenomen taraftar grubuna rağmen onların çok uzağında bir grup Beşiktaşlı taraftarın işi daha da iğrençleştirme adına bir tık yukarı çıkardığı, tribünlerde Japon bayrağı açıp üzerine “Hani Kanar-ya” diye yazıp “bekaret bozmak” göndermesi yaptığı “kötü akıl” ironisini not etmemek mümkün mü?
Birbiriyle ezeli rakip olan üç takımın taraftarının yalnızca birer pankartına bakarak anlaştıkları ve mutabık oldukları konunun kadını bir aşağılama nesnesi olarak kullanmak olduğu ortadadır. Farkında olarak ya da olmayarak ama kesinlikle cinsiyet kimliği üzerinden kadını aşağılama nesnesi olarak kullandıkları gerçeği bu şekilde koşullandırılmış bir yaşam gerçekliğine işaret etmektedir. Daha kötüsü sporda ve özellikle futbolda aynı içerikteki slogan ve pankartların kocaman bir külliyat oluşturacak kadar çokluğudur.
Sporun ve ağırlıklı olarak futbolun erkek egemen karakteri ve yapılanışı onun “örgütlenmenin eril halini” ve bu eril halin de doğal olarak ikincil bir dil ve kültür oluşturması ile ilgilidir. Ama bu ikincil dil ve kültür asla esas kültürden bağımsız değildir.
İşin içinde esas olarak sınıfsal üretim ilişkilerinin ve mülkiyet biçiminin yarattığı insan ilişkilerinde kadının konumlandırılışı ile inanç ile ilişkilendirilmiş hayatı düzenleme boyutu vardır. Bunlar bir araya gelince, pankartların diline yansıyan şey; yenme ve yenilme durumunda erkeğin başrolde olduğu ve onun himayesi altında olan kadının “erkek için taşıdığı değer” üzerinden bir içerik düşer. Bir toplumda bir erkeği yaralayacak olan en önemli şeyin “kadın gibi olmak”, “kadın gibi görülmek” ya da kadın bedeni üzerinden olduğu ile ilgili tüm düşünce ve uygulamaların erkeğin sadece aptallığı ve cahilliği ile açıklanacak şeyler olmadığı açıktır.
Türkiye ortamı ve zemini özellikle son yıllarda artan bir biçimde “özümüze ve değerlerimize dönme” yönelimi nedeniyle bu tür kötü örgütlenmelere, dile, tutum ve tavra açık ve uygun hale gelmiş bulunmaktadır ne yazık ki.
Spor ve özellikle futbolun “eril kitleselliği” bu tür ilkel ve bağnaz örgütlenmelerin aracı olmaya uygun kılmaktadır. Taraftarlık motivasyonu bunun için uygun bir etkendir elbette. Lakin bazen örgütlenme dediğimiz şeyler görüldüğü üzere halk düşmanlığı, emek düşmanlığı, kadın düşmanlığı, uygarlık düşmanlığı şeklinde olabiliyor.
Bunun için sporun uygarlaşması yetmiyor, sporun toplumsallaşması ya da eşitliğin, üretkenliğin ve barışın aracı haline getirilmesi de gerekiyor.
Söylediğimiz şey başta ekonomik temelli eşitlikçi bir toplumsal yapıyı kuramamış ülkelerde cinsiyetçi, etnikçi ve mezhepçi temalı ayrımcılığın toplumsal anlamda olabildiğince yoğun ve yaygın bir kullanım alanı bulabileceği ile ilgilidir. Bu tür kirliliklerin özellikle cinsiyetçi kimlik üzerinden nasıl “postmodern bir yobazlığa” dönüştüğünü yaşayarak görüyoruz. Aynı şekilde etnikçi bir ayrımcılığın ise nasıl politik bir özne olduğunu ise yine yaşayarak bir kez daha öğreniyoruz.
Bir erkeği en fazla incitmenin en kolay ve etkili yolunun kadın üzerinden olmasının nedeni o sistemde kadına biçilen roldür. Bu değiştirmenin tek yöntemi ise kadını üretim ilişkilerinde eşit birey yapacak sınıf mücadelesi ve zaferidir. Dolayısıyla sporda ve spor yönetimlerinde da her anlamda ve açıdan eşitlikçi bir yapılanma bu tür sorunların çözümü demektir.
Bu gençleri doğuranın bir kadın olduğunu onlara hatırlatmak gerekmez. Annelerinin bir kadın olduğunu elbette biliyorlardır. Eşlerinin kanadığını ya da kanayacağını, kız çocuklarının ya da kardeşlerinin küçük yaşta evlenmemeleri gerektiğini, kimsenin isteyerek fahişe olmadığını biliyor en azından hissediyorlardır. Çünkü bu hayvanların da duyumsayabilecek durumda oldukları duygulardır.
Bilmedikleri kadının eşit konumda olmasını sağlayacak olan şeyin sınıf mücadelesi ve zaferi ile ilişkili olduğu ya da olacağıdır. Bunun yanı sıra şu durumda kendilerinin ise yobazlığın ve eşitsiz toplumsal yapının futbol endüstrisine ilişkin basit tetikçileri olduğudur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.