Trump’ın mücadelesi, üniversite mezunu beyaz-yakalı, beyaz çalışanları küstürmeden, mavi yakalı beyaz işçilerin desteğini sağlamaya yönelikti. Bunu başardı ve ödül olarak Beyaz Saray’ı kazandı
Trump’ın mücadelesi, üniversite mezunu beyaz-yakalı, beyaz çalışanları küstürmeden, mavi yakalı beyaz işçilerin desteğini sağlamaya yönelikti. Bunu başardı ve ödül olarak Beyaz Saray’ı kazandı
2016 seçimlerinde ABD seçmeninin üçte birini üniversite eğitimi olmayan erkek ve kadın beyazlar oluşturdu.
Geçtiğimiz kırk yıl boyunca Amerikan ekonomisi beyaz işçileri defterinden silmişti. Maaş çekleri sürekli aşındı. Bu sınıfın becerileri iş piyasasında giderek değersizleşti. Yaşadıkları bölgelerde fabrikalar, maden ocakları ve dükkanlar kapandı. Yeni sanayiler onların yaşamadığı kentlerde kuruldu, onların sahip olmadıkları diplomalara sahip işgücünü istihdam etti.
Hızla küreselleşen ekonominin kendilerini unuttuğunu hisseden sadece onlar değildi, ama sadece onlar derin ve kendilerini toplumun geri kalanından soyutlayan bir umutsuzluğa kapılmışlardı.
Geçtiğimiz salı işte bu umutsuzluk Donald Trump’a seçimleri kazandırdı. Trump, bu sınıfın ekonomik ve kültürel korkularını hiç üşenmeden, açıklıkla dile getiren modern çağın ilk lideri ve parti adayıydı. Amerika’da bir “Brexit” anıydı. Küreselleşme nedeniyle kendisini kaybetmiş hisseden, giderek farklılaşan bir ülkede kendisine yer bulamayan, sahip olduğu politik gücü yitirmiş beyaz işçi sınıfının “başkaldırısıydı”.
Bu, her iki partideki elitlerin birçok düzeyde desteklediği, yabancı ülkelerle olan ticaret ilişkilerini derinleştiren ve daha çok göçmenin gelişine olanak tanıyan, iş-dostu politikaların reddiydi. Çağımız Amerikan ekonomisini tanımlayan artan eşitsizlik ve ekonomik altüst oluş eğilimine karşı ham bir çığlıktı.
Üniversite eğitimi olmayan beyazlar, erkek ve kadın, 2016 seçmeninin üçte biriydi. Oylama sonrası yapılan anketler Trump’ın bu seçmen tabanının yüzde 39’unu kazandığını gösteriyordu. 2012 seçimlerinde Mitt Romney’in yüzde 25’lik marjının çok üstündeydi bu oran. Trump’ın Pas Kuşağı’nda[1], Ohio, Pennsylvania ve Wisconsin’de elde ettiği seçim zaferlerinin temelinde bu kitle vardı.
Anketler bu seçmenlerin derin ırkçı ve kültürel endişeleri olduğunu açığa çıkarmıştı. Oylama sonrası yapılan anketlerde, ülkenin geri kalanından ayrışarak, yasadışı göçmenlerin sınırdışı edilmesini savunan seçmenler bunlardı. Aynı anketler bu seçmen tabanının Vaşington’daki liderlere duyduğu nefret ve ekonomik endişelerinin onları Trump’a oy vermeye ittiğini gösteriyordu.
Bu seçmenlerin yarısı lider tercihlerinde en önemli belirleyicinin ekonomik kaygılar olduğunu söylemişti, göçmen işçi sorunu ise %14’le ikinci sıradaydı. Büyük bir çoğunluğu uluslararası ticaretin işlerini ellerinden aldığını düşünüyordu. En az üçte biri ekonominin kötü olduğunu, 10’da sekizi gibi büyük bir çoğunluk ise son dört yılda ekonomik durumlarının daha kötüye gittiğini ya da değişmediğini söylüyordu. Bu seçmenlerin üçte ikisi, öte yandan toplam seçmenin ise yarısından azı, ekonomi yönetiminde Hillary Clinton’ın değil Trump’ın olmasını istiyordu.
Bu sorunlar yeni değildi, Büyük Resesyon’un (1974 petrol krizi ile başlayan ekonomik durgunluk) etkilerinin yavaş bir biçimde sönümlendiği on yıllar boyunca birikmişti. Bu tespit özellikle beyaz erkekler için geçerliydi. Bütçe ve Politika Öncelikleri Merkezi’nin istatistiklerine göre üniversite eğitimi olmayan beyaz işçilerin gelirleri, enflasyon düzeltmeleri yapıldıktan sonra, 1975-2014 arasında yüzde 20 azalmıştı. Sadece 2007-2014 arasında gelirleri yüzde 14 azalmıştı.
Merkezin istatistiklerine göre, geçen yıl, ekonominin düzelmesi ve iş piyasalarının toparlanmaya başlamasından sonra bu kesimin geliri yüzde 6 artmıştı ama bu artış 1970’leri bir kenara bıraksak bile buhran sırasında yaşanan kayıpları telafi etmekten çok uzaktı.
Merkez’in ekonomisti ve Başkan Yardımcısı Biden’ın önceki çalışma arkadaşlarından Jared Bernstein bu işçilerin kendilerini unutulmuş hissetmelerinin çok normal olduğunu söylüyor.
Kendi gelirleri gittikçe düşerken, bu insanlar Amerikan refahının meyvelerinin giderek artan bir biçimde zaten çok zengin olan bir zümreye aktığını da görüyorlardı. San Francisco, Boston ve evet, Vaşington gibi “süperstar” kentler zenginleşiyor ve istihdam artışından çok daha fazla pay alıyorlardı.
Bu arada ise eğitimsiz beyaz işçi sınıfı kırsal bölgelerde ve küçük kentlerde, özellikle de Pas Kuşağı’nda, işyerlerinin kapandığını ve işlerin ellerinden kayıp gittiğini görüyorlardı.
Ekonomik İnovasyon Grubu’nun (grubun araştırması bu seçmen grubunun Amerika’nın refahın en yüksek olduğu bölgelerde politikada yeteri kadar temsil edilmediğini saptamıştı), kurucularından John Lettieri, bu seçmen grubunun coğrafi kısıtlamalar nedeniyle ekonomik fırsatlara ulaşamadığını söylüyor.
Haksızlığa uğramış bölgelerin birçoğunda on yıllar boyunca, gelişen ticaret ve ilerleyen teknoloji, ekonomiyi üretimden hizmet sektörlerine doğru itmiş ve fabrikalar ardı ardına kapanmıştı. Bazı bölgeler kömür madenlerinin kapanmasından etkilenmişti. Bazı bölgelerde ise hidrolik kırma sektörü hızla büyüyünce yüksek ücretli enerji çıkarımı ve destek sektörü işleri artmış ama petrol fiyatlarının düşmesiyle bu işler de buharlaşmıştı.
İşçiler, 1990’larda Kanada ve Meksika’yla imzalanan NAFTA’yı ve 2000’de Çin’le ticaretin kapılarını aralayan, ve ABD’de yaklaşık 2 milyon işin kaybıyla sonuçlanan, ticaret anlaşmalarını suçluyorlardı.
Trump, beyaz işçi sınıfına eski sanayii ekonomisini geri getireceğini vaat ederek yaklaştı; ticaret anlaşmaları tekrar tartışma konusu yapılacak ve ithal mallara gümrük vergisi konulacaktı. Göçmenler sınırdışı edilerek Amerikan işçilerinin lehine işgücü rekabeti önlenecek, vergi kesintileri, kuralsızlaşma ve daha fazla sondajla ekonomik büyüme canlandırılacaktı.
Aralarında muhafazakârların da olduğu birçok ekonomist, Trump’ı uyardı; ekonomik planlarının bu işçi kesiminin aradığı sonuçları oluşturamayacağını, gümrük duvarlarının kaybolmuş işleri geriye getiremeyeceğini, hatta ekonomik durgunluğa yol açacağını söyledi. Diğerleri Trump’ın planlarının işçi sınıfının en temel meselesi olan vasıf kazandırma sorununu ve işçilerin ekonomik fırsatların daha bol olduğu bölgelere göç etmesi meselesini görmezden geldiğini açıkladı.
İşçi sınıfının sorunlarına odaklanmış bir ekonomist olan ve Muhafazakâr Parti’nin Trump dışındaki adaylarına danışmanlık yapmış Abby McCloskey 2016 seçimlerinin en çok hayal kırıklığı yaratan kısmının burası olduğunu söylüyor. Clinton gibi Trump’ın da, sistemin bu işçilere karşı şike yaptığını iddia eden partizan klişelerden başka bir şey söylemediğini anlatıyor.
Trump’ın mesajları eğitimleri ne olursa olsun beyazlardan daha düşük ücret alan Latinler ve siyahlar arasında yankılanmadı. Bu işçiler farklı düzeylerde Demokratik Parti’ye daha yakındılar. Trump’ın göçmenlere sataşması ve ırkçı yorumlarıyla iyice itildiler.
Trump için kritik nokta şuydu, eğer üniversite eğitimi almış beyazlar arasında da bir üstünlük elde edemeseydi, beyaz işçi sınıfının desteği başkanlık için yeterli olmayacaktı. Üniversite diplomalı bu işçiler yeni ekonominin kazanımlarından en çok gelir elde etmiş gruptu. Ucuz ithal tüketici ürünlerle kutsanmışlardı ve eğitimsiz işçilerden çok daha yüksek ücret alıyorlardı.
Trump’ın mücadelesi, üniversite mezunu beyaz-yakalı, beyaz çalışanları küstürmeden, mavi yakalı beyaz işçilerin desteğini sağlamaya yönelikti. Bunu başardı ve ödül olarak Beyaz Saray’ı kazandı.
Dipnot:
[1] “Rust Belt”; Pas Kuşağı, ABD’nin Kuzeydoğusunu, Büyük Göller bölgesini ve Ortabatı eyaletlerini içine alan, bir zamanlar güçlü olan imalat sanayinin kaybıyla oluşan ekonomik çöküntü, nüfus kaybı ve kentsel çöküntü bölgelerini anlatmak için kullanılan deyim. https://en.wikipedia.org/wiki/Rust_Belt
[The Washington Post’ta yer alan 9 Kasım tarihli İngilizce orijinalinden Murat Karadeniz tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.