Referandumun sonucu kendisini “barışın başkanı” olarak sahneleyen Santos için ciddi bir meşruiyet problemi oluşturdu ve Kolombiya oligarşisi içinde gördüğü kabulü de zedeledi. Santos hamle yapmaya mecbur: Ya bahaneler uydurup daha fazla kaybetmeden savaş stratejisine geri dönmesi lazım ya da gerillayı yeni bir müzakere sürecinde zaten çok fazla olmayan kazanımlarından biraz daha aşağıya itip daha da […]
Referandumun sonucu kendisini “barışın başkanı” olarak sahneleyen Santos için ciddi bir meşruiyet problemi oluşturdu ve Kolombiya oligarşisi içinde gördüğü kabulü de zedeledi. Santos hamle yapmaya mecbur: Ya bahaneler uydurup daha fazla kaybetmeden savaş stratejisine geri dönmesi lazım ya da gerillayı yeni bir müzakere sürecinde zaten çok fazla olmayan kazanımlarından biraz daha aşağıya itip daha da kötü bir anlaşmaya zorlamayı deneyecek
2 Ekim 2016’da Kolombiya halkı, muhafazakar Cumhurbaşkanı Juan Manuel Santos’un hükümeti ile solcu gerilla örgütü FARC-EP arasında imzalanmış barış anlaşmasına dair referandumda olumsuz bir tavır aldı.
Referandumdan önceki kamuoyu yoklamaları “evet” kampına % 70’e kadar varan net bir üstünlük gösteriyordu. Sokaklarda da, referandum gecesinde baş başa bir yarışın olacağına dair hiç bir ipucu yoktu. “Evet” kampı sadece sosyal medyada değil, kamuoyunda da egemendi.
Eski Kolombiya Cumhurbaşkanı Alvaro Uribe etrafında kenetlenen aşırı sağ kamp ise, sadece ulusal çapta örgütlediği bilgilendirme toplantılarıyla kendini gösterebiliyordu. Ki, barış hareketi aktivistleri bu toplantıların çoğunu ses getirecek bir şekilde bozmaya başarmıştı. En nihayetinde aşırı sağ kampım bazı önemli liderleri bile barış sürecini desteklemeye başlamış, “hayır” kampı derin bir krize sürüklenmişti. [1]
İşte, böyle bir referandum sonucu beklenmiyordu. 2 Ekim gecesinde “hayır” çok küçük bir üstünlükle galip geldi.[2] İki kampı sadece birkaç on bin oy ayırıyordu.
Ayrıca, ki bu çok önemli bir faktör olarak değerlendirilmeli, oy kullanabilen Kolombiyalıların sadece %37’si oy kullanmıştı. Evet, seçmenlerin sadece %37’si 50 senelik savaşı bitirmenin tarihsel imkanından yararlanmıştı.
Öyleyse, Kolombiyalıların çoğunluğu yani şimdi barış düşmanı ya da hatta Uribist, yani aşırı sağ kampın taraftarı mı?
Toplumsal koşullara ve silahlı mücadelenin tarihine daha yakından baktığımızda kesinlikle böyle olmadığını görebiliriz.
Baskı ve dışlanmalarla dolu bir tarih
Kolombiya siyasi düzeninin Latin Amerika’nın diğer ülkelerinden çok farklı bir yapısı var.
Kuruluşundan beri, yani 200 seneyi aşkın bir süredir, kısa aralıkları olmakla birlikte sürekli iç savaş halinde olan bir ülkeden bahsediyoruz. Sadece son 50 senedir süren farklı solcu gerilla örgütleri ve Kolombiya devleti arasındaki silahlı mücadele süresinde 220.000 insan katledildi[3], ki bu rakama “kaybolanlar” (desaparecidos) dahil değil.
Siyasi iktidar geleneksel olarak muhafazakarlar ve liberaller partisi olarak ayrışıyor[4] ve aslında siyaset dışında iktisadı ve bütün medyayı da kontrol eden[5] oligarşinin elinde merkezileşmiş durumda. Halkı dışlayan bu politik-ekonomik iktidar sistemin toplumsal eylemlere ve muhalefete her zaman aşırı şiddetle cevap vermesi[6] ve özellikle kırsal alandaki toplumsal eşitsizliği pompalaması[7], Kolombiyalı komünistlerin silahlı mücadele stratejisi lehine öne sürdükleri ana argümanlardan biriydi.
Bu baskıcı iktidar sistemi, Kolombiya’nın neden -kısa bir dönem dışında[8]- hiçbir zaman Şili’deki Pinochet veya Arjantin’deki Videla gibi faşist bir askeri diktatörlükten geçmediğini de açıklıyor: Kolombiya oligarşisine halk isyanlarını kan içinde boğmak ve kendi iktidarlarını sabitlemek için zaten kendi formel-demokratik, fiilen ise oligarşik yapıları yeterince imkan sağlıyordu!
Aşırı sağın maddi gücü…
Elbette muhaliflerin devlet tarafından prensip olarak terörist olarak ilan edildiği ve hukuk dışı ölüm mangaları tarafından katledildiği uzun bir silahlı mücadele tarihinde, sivil toplumcu örgütlenme ve kamuoyu çalışması pek de mümkün değildi. Onun için, bugünün Kolombiya’sındaki sosyal hareketler olarak canlanan örgütlerin öncülleri, özellikle kirli savaş (guerra sucia) dönemlerinde zorunlu olarak illegaliteye geçmiş ve devletin desteklediği ölüm mangaları tarafından katledilme tehdidi altında çalışmaya mecbur kalmışlardı.
Doğal olarak bu örgütler Kolombiya hükümeti ile FARC-EP arasında imzalanan barış anlaşmasının en büyük destekçileri. Çünkü Santos’un cumhurbaşkanlığı döneminde yeniden örgütlenebildiler. Bu örgütler için Havana’da imzalanan barış anlaşması, siyasi olarak bir ölüm-kalım sorusu: Eğer kirli savaş geri dönerse, yeniden silahlı şiddetle açık siyasal alanın dışına itilme tehdidi altındalar.[9]
Bütün bunlara rağmen, Kolombiya halkının çoğunluğunda hâlâ saf tutmaktan korkanlar çoğunlukta. Çünkü ölüm mangalarının şiddeti hâlâ her yerde oligarşinin çıkarlarına karşı örgütlenip sokağa çıkanlara karşı yöneliyor.
Örneklendirmek gerekirse: Sadece Marcha Patriotica adındaki sosyal harekete karşı uygulanan şiddette, örgütün kendi kaynaklarına göre 2012’den beri 96 aktivisti “faili meçhul” biçimde öldürüldü, 4’ü “kaybedildi”, 13’ü işkenceye uğradı ve 4’üne tecavüz edildi.[10] Marcha Patriotica‘ya göre bütün legal ve açık alanda çalışan sosyal hareketler ve sivil toplum kurumları benzer durumda.
Bütün bunlara ek olarak açıkça ispat edilemeyen ancak muhtemel olan koşul devreye giriyor: Özellikle paramiliter grupların aktif olduğu bölgelerde büyük ihtimalle insanların oy kullanmaları engellendi ve tehdit edildi. Eskiden de paramiliter güçlerin denetimlerinde olan alanlarda, “silahlı grev” olarak adlandırılarak, özünde sokağa çıkma yasağından ve aykırı davranışta ölümle tehdit etmekten ibaret olan metotlarla halk yıldırılmaya çalışılmıştı.
…ve söylemsel gücü
Kolombiya devletinin ABD’nin yardımıyla 1980’lerde gerilla gruplarına karşıt başlattığı ve acımasız zirvesini aşırı sağ Cumhurbaşkanı Alvaro Uribe’nin döneminde bulan kirli savaş, mutlak vahşetiyle[11] neredeyse toplumsal muhalefetten muaf bir siyasi alan yaratmıştı ve dolayısıyla oligarşinin birkaç istisna dışında[12] bütün kamuoyuna egemen olmasına yol açmıştı.
Antikomünist ve neoliberal think-tankler propaganda faaliyetlerini onlarca sene eleştirisiz sürdürüp en güçlü medya kanallarından duyurabilmişti. Uribe ve yandaşları, bu “iç savaş propaganda geleneğinden” referandum öncesi süreçte bolca yararlandı: Uribe daha yeni Twitter üzerinden “Ne istiyorsunuz, barış mı yoksa 21. yüzyılının sosyalizminin dayatılmasını mı?” diye sorarken, yandaşları “Dün Kolombiya halkı Castro-Çavizme net bir şekilde HAYIR demiştir” gibi sözler paylaşıyordu.
Bu saçmalıklara ek olarak propagandist yalanlar ve çarpıtmalar da ortalıkta dolaşıyordu, mesela barış anlaşmasında FARC-EP gerillalarına genel af söz verildiği yalanı.[13] Başka bir örnek ise, insan hakları örgütlerinin bile kesinlikle kabul edilemez olarak gördükleri gerilla ve paramiliter şiddetin özdeşleştirilmesidir.[14] Uribistler, paramilitarizmle iç içe girmiş olmalarının artık açık-seçik ispat edilmiş olmasına rağmen, utanmadan bu özdeşleştirilmeyi kendi kampanyalarının etik meşruiyeti için suistimal etti.
Yakın bir zamanda, “hayır” kampanyasının kefilleri de belli oldu ve aralarında dev uluslararası tekeller (Heineken, Esprit, …) dışında oligark Carlos Adila Lülle’nin medya imparatorluğun da olduğu anlaşıldı.
Ancak, aşırı sağ “hayır” kampının bilinen birleşik maddi ve söylemsel gücü, parlamento dışı solun, sosyal hareketlerinin ve FARC-EP’nin stratejik hedefi olan halkın içinde güçlü bir çoğunluğu barış için seferber edip politikleştirmenin en azından kısa vadede başarılamamış olmasının üstünü örtmemeli.
Onlarca sene oligarşinin elinde merkezileşmiş tekellerce geliştirilmiş aşırı sağ söyleme karşı sosyal hareketler ve uzun vadede legalleşen gerilla için, referanduma giden kısa sürenin yetersizliğinin de gösterdiği gibi daha uzun ön hazırlıklar gerektiren devasa zor bir görev olduğu anlaşılıyor.
Referandumdan sonra
Referandumun sonucunun açıklamasından hemen sonra Santos, alelacele sonucu kabul ettiğini ilan etti. “Evet” kampı barış anlaşmasını savunmak için binler halinde ülke çapında sokaklarda gösteriler düzenlerken; Santos, “düşmanı” Alvaro Uribe ve onun yandaşlarıyla buluştu.
Bu sembolik ayrışma bile, Santos’un bundan sonra da iktidarda kalmasının belirleyici faktörünün “hayır” kampını oluşturan oligarşinin öbür tarafı olduğunu, halkın ve halkın içinde kendi destekçilerinin olmadığını herkese gösterdi.
Gerçekten de, referandumun sonucu kendisini “barışın başkanı”[15] olarak sahneleyen Santos için ciddi bir meşruiyet problemi oluşturdu ve Kolombiya oligarşisi içinde gördüğü kabulü de zedeledi. Santos hamle yapmaya mecbur: Ya bahaneler uydurup daha fazla kaybetmeden savaş stratejisine geri dönmesi lazım ya da gerillayı yeni bir müzakere sürecinde zaten çok fazla olmayan kazanımlarından biraz daha aşağıya itip daha da kötü bir anlaşmaya zorlamayı deneyecek. Zaten, bu duruma uygun olarak, iki taraflı ateşkesin 31 Ekim’de biteceğini ilan etti.
Öbür taraftan referandum sonucu zaten fazlasıyla taviz vermiş olan FARC-EP için de ağır darbedir ve müzakere konumunu daha da kötüleştirecektir. Eğer Kolombiya oligarşisine daha da fazla taviz verirse, kendi tabanında liderlerin örgütün siyasi kimlik ve anlayışını bile feda edecek bir şekilde “ne pahasına olursa olsun”, “barışın” peşinde oldukları inancı güçlenecektir.
Böylece, iki tarafın da kendi cephelerinde barışa şüpheli yaklaşan fraksiyonlar tarafından baskı altına gireceği tahmin edilebilir. Yeni bir anlaşma perspektifi kısa vadede belki de mümkün olmayacaktır.
Notlar:
[1] http://www.semanariovoz.com/2016/09/13/uribistas-pura-sangre-llaman-a-votar-por-el-si-a-la-paz/. 3 Uribist senatör (Wilson Rey Arias, Mauricio Bermúdez ve San Vincente Humberto Sánchez) destekçilerini “evet” kampını desteklemeye çağırmıştı. Bunun üzerine Uribe bile kamuoyuna referandumu “evet” kampının kazanabileceğini söylemişti.
[2] En son oy sayımına göre “hayır” kampı sadece %0,5 farkıyla kazandı. Önemli bir detay: Özellikle kirli savaştan en fazla etkilenen bölgeler, başkent Bogota ve yurtdışında yaşayan Kolombiyalılar “evet” için oy kullandı, ordunun kontrol ettiği ve bir nevi güvenli olan başkent etrafındaki bölgeler ise “hayır” oyu kullandı.
[3] İnsan hakları örgütlerinin 1958-2012 arası savaş dolayısıyla katledilenler için verdiği rakamlar. Bkz.: Centro Nacional de Memoria , Basta Ya! Colombia: Memorias de Guerra y Dignidad, 2014.
[4] İki partinin egemen olduğu zamanında yaşanan iç savaşların en vahşisi, popüler liberal cumhurbaşkan adayı Jorge Gaitan’ın 1948’de katledilmesinden sonra başlayan Violencia olarak adlandırılan ve ancak 1958’de birleşik hükümet’in (Frente Nacional) kurulmasıyla son bulandır. Bu dönemden sonra başlayan silahlı mücadele döneminde liberal gerillalar karşıt paramiliter birlikler (parejos) desteğiyle merkezi hükümet arasında oluşan mücadelede öncüsünü bulmuştur. Köylülerin öz savunma birlikleri olarak kurulan FARC-EP de bu dönemde kurulmuştur.
[5] Bugünün siyasal düzeni daha çoğulcu olmakla beraber genel olarak daha hala liberal kamp (Partido Liberal, Allianza Verde) ve muhafazakar kampın (Partido de la U, Partido Cambio Radical, Opcion Ciudadana, Centro Democratico, Partido Conservador) denetimindedir.
[6] Bunun bir örneği 1928’de Masacre de las Bananeras adındaki katliam. Cienaga’da United Fruit Company‘e ait muz çiftliğindeki işçiler daha iyi koşullar için greve gittiler. ABD’nin müdahale etme tehdidi altında grev, Kolombiya ordusu tarafından bastırıldı ve binlerce ölüme yol açtı.
[7] Sömürge döneminden beri Kolombiya’da kırda geleneksel olarak kreol toprak ağalarının egemenliği mevcuttur. Uzun zaman boyunca köleliği savunan bu sınıf, aynı anda yeni dönemlerde paramilitarizmin ana destekçisiydi. Mesela 90’ların ve 2000’lerin katliamcı-çeteci AUC milisin lideri Carlos Castaño Gil bu sınıftandı.
[8] Sadece Violencia döneminde “El Caudillo” Gustavo Rojas Pinilla’yla 1953-57 arası Kolombiya’da bir diktatör askerin desteğiyle hükümdar oldu.
[9] Elbette katliamcı baskı dönemlerinde de açık alanda mücadele veren cesur insanlar vardı. Paramilitarizmin en kanlı dönemlerinde, kirli savaşta bile açık alanda mitingler ve eylemler oldu. Ancak hiç kimsenin can güvenliği garanti değildi.
[10] Bkz. 2015’de yayınlanan Patrones de Persecucion – Al movimiento politico y social Marcha Patriotica. Katliamları gerçekleştiren örgütler de mümkün olduğunda ifşa ediliyor.
[11] Alvaro Uribe, eli kanlı katliamcı bir politikacı. Onun iktidarında Kolombiya iç savaşın en kanlı katliamları gerçekleşti. Kolombiya ordusu onun iktidarı zamanında paramilitarizmin ölüm mangalarıyla sistematik bir şekilde beraber hareket ederek kırdaki sivil halka karşı terör estirdi. 2009’da dönemin Kolombiya istihbaratın enformasyon teknoloji bölümü DAS’ın başkanı Rafael Garcia bile bunu açık seçik dillendirmişti. Bkz. https://amerika21.de/nachrichten/inhalt/2009/sep/das_293847_garcia.
[12] Bir örnek olarak falsos positivos skandalını hatırlatmış olayım: Kolombiya askeri silahlı mücadeleler esnasında bir sürü sivil insanı katledip naaşlara gerilla üniforması giydirmişti ki hükümetin gerillalar öldürülmesi halinde ilan ettiği ödülleri elde edebilsin. Bkz.: https://de.wikipedia.org/wiki/Falsos_Positivos-Skandal.
[13] Böyle bir şey söz verilmedi. Özel mahkemeler ve gerilla üyelerinin muhtemel yargılanması için anlaşma nezdinde net maddeler üzerine mutabık olundu. Bkz.: http://farc-epeace.org/peace-process/agreements/agreements.html. AUC çetesinin katliamcıları ise Uribe’nin de desteğiyle bugüne kadar hiç bir zaman hesap vermedi!
[14] Kolombiya devletinin desteklediği anıt Centro Nacional de Memoria Historica bile katliamların %59’unun paramiliter birlikler tarafından ve %8’in devlet tarafından yapıldığını, %15’inin ise netleştirilemediğinden (yani büyük ihtimalle yine paramilitlerler ve Narcos’lar tarafından) bahsediyor.
[15] Daha yeni Nobel barış ödülünü kazanan Santos, barış meleği olmaktan çok uzak: Onun başkanlığı altında onlarca insan eylem ve grevlerde ESMAD (Kolombiya polisin çevik kuvvetleri) tarafından katledildi. Santos ayrıca Uribe altında 2009’a kadar hem Uribe’nin destekçisi hem de savunma bakanıydı ve 2009’daki Ecuador sahasına yapılan uluslararası hukuka aykırı olan havadan bombardımanın da sorumlusuydu. Ek olarak sorumlu olarak falsos positivos skandalına bulaşmıştı.
[Lowe Class Magazine’deki 7 Ekim tarihli Almanca orijinalinden Alp Kayserilioğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.