AB’den uzaklaşma hem Ankara’da hem Mersin’de AB’nin emperyalist geleneklerine bir tepki olarak değil de, “Ben de en az sizin kadar güçlüyüm. Ben de emperyal olabilirim” diye formüle ediliyor
Siyaset kurumu ve devlet, AB hedefinden uzaklaştıkça, Anadolu sermayesinin “örgütlü” güçleri de AB’den uzaklaşıyor. Fakat bu tepki, hem Ankara’da, hem Mersin’de, AB’nin emperyalist geleneklerine bir tepki olarak değil de, “Ben de en az sizin kadar güçlüyüm. Ben de emperyal olabilirim” şeklinde formüle ediliyor
Evvela bir yanlışı düzeltelim:
Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Sayın Şerafettin Aşut, Avrupa Birliği ile Şangay İşbirliği Örgütü’nü karşılaştırdığı yazısında, “Ulu Önder Atatürk’ün dediği gibi; ‘Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de bu yeni dünyada yerini alır'” diyor ama…
Birincisi, bu söz Atatürk’e ait değil. İsmet İnönü, 1960’larda, başbakan iken Kıbrıs meselesi üzerine Batı ülkelerine yani NATO’ya “ayar vermek için” bu sözü kullanmış.
İkincisi, sözün aslı şöyledir: “Müttefikler tutumlarını değiştirmezlerse, Batı ittifakı yıkılabilir… Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur.”
***
Demek ki Türkiye’de siyasetçilerin, “Batı ittifakının yıkılması” hayal ve arzusu, “Orası yıkılırken yeni bir yer kurulur” tahmini ve “Biz de o yeni yerde yerimizi alırız” beklentisi yeni değil.
56 yıl önce, yani yarım asır önce de Türkiye, “Batı” ile arasını açmaya başlamış, Sovyetler Birliği’ni işaret ederek “Başka yere gideriz” diye rest çekmiş.
Hatta bu rest sayesinde olsa gerek Sovyetler Birliği’nin sanayi deneyimlerini Anadolu’ya taşımış, Konya Seydişehir’den İzmir Aliağa’ya, İskenderun Demir Çelik’ten lastik sanayine kadar birçok alana “Sovyet Rusya” eli değmiş.
Ama aynı süreçte devletin tüm makam ve resmi araçları Ford (Amerikan), devletin tüm dairelerindeki asansörler Alman malı, devletin okullarındaki yabancı dil dersleri Almanca, Fransızca ve İngilizce olmaya devam etmiş.
Yani 56 yıl boyunca git gel olmuş ama Türkiye ne Batı’dan, ne Sovyetler Birliği’nden tam olarak kopmuş.
***
Bugüne kadar Avrupa Birliği’nin önde gelen savunucularından olmuş Mersin Ticaret ve Sanayi Odası’na başkanlık yapan Şerafettin Aşut, bir iş adamı, bir “Anadolu kaplanı” olarak, üstelik Almanya görmüş bir “mucit girişimcinin” oğlu olarak, Türkiye’nin bugünden sonra Avrupa Birliği’nden tamamen uzaklaşmasının ekonomik ve siyasi şartlarının oluştuğunu gerçekten düşünüyor mu? Yoksa “Yeni bir dünya kurulur” derken gündelik siyasete uyup blöf mü yapıyor?
Birinci soru bu.
İkinci soru: Bir sanayici olarak Şerafettin Aşut, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden tamamen uzaklaşmasını nasıl formüle ediyor? Türkiye, Norveç gibi mi uzaklaşacak AB’den; yani siyasi olarak AB’ye tabi olmayacak ama ekonomik olarak “Batı” sisteminin içinde mi yer alacak? Yoksa, Orta Asya ülkeleri gibi mi uzaklaşacak; yani siyasi olarak AB’ye tabi olmayacak, “Batı” sistemi içinde yer almayacak, siyasi ve ekonomik olarak Rusya-Çin eksenine mi tabi olacak?
***
Bu sorulara Sayın Aşut ve onun gibi düşünen diğer “Anadolu sermayesi sahiplerinin” vereceği yanıtı ilerde net olarak göreceğiz.
Ama ilk izlenimlerimizi kendimiz anlatalım.
Türkiye’de TOBB öncülüğündeki odalar, borsalar, TOBB’dan bağımsız olan ve TÜSİAD’ın dümen suyunda giden iş adamları dernekleri öteden beri Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinin savunucusu oldu. Onlara göre, Türkiye AB’ye tam üye olursa, siyasi ve ekonomik kriterler yerine getirilecek, Türkiye daha sağlam bir ekonomik yapıya kavuşacaktı. Yine onlara göre, her şeyin yazılı kurallarla güvence altına alındığı, istikrarın sağlandığı bir ekonomik sistemde “Anadolu kaplanları” da “sisteme” entegre olabilecekti. Yine onlara göre, rekabetçi yönü gelişmiş Anadolu sermayesi AB üyesi ülke etiketi sayesinde daha da güçlenebilecekti. Örneğin Afrika ülkelerine açılacaktı.
Yani Türkiye’de patronlar, özellikle esnaflıktan gelme patronlar AB’yi bir sıçrama tahtası olarak, emperyal hedeflerin gerçekleşmesine giden bir tramvay olarak görüyorlardı.
Şimdi ise tablo şu: Siyaset kurumu ve devlet, AB hedefinden uzaklaştıkça, Anadolu sermayesinin “örgütlü” güçleri de AB’den uzaklaşıyor, AB’yi Türkiye’nin “gelişmesinin, büyümesinin önündeki engel” olarak görüyor.
Fakat bu tepki, hem Ankara’da, hem Mersin’de, AB’nin emperyalist geleneklerine bir tepki olarak değil de, “Ben de en az sizin kadar güçlüyüm. Ben de emperyal olabilirim” şeklinde formüle ediliyor.
Yani aslında Ankara’yı da, Mersin’i de rahatsız eden nokta, bir emperyalistler kulübü olarak AB’nin, Türkiye’yi “emperyalist refik” olarak görmemesi. Brüksel, daha doğrusu Berlin ve Paris, Türkiye’yi “emperyalist refik” olarak görse, Türkiye’nin AB üyeliğinden yana bir sorunu yok. Ama AB’nin “iki gücü” Türkiye’ye bir Bulgaristan, bir Yunanistan muamelesi yapınca, Ankara da, Mersin de bundan rahatsız oluyor.
***
İşte Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı’nın, Ankara’da esen rüzgarlardan esinlenerek Şangay İşbirliği Örgütü’nü AB’nin alternatifi olarak görmesinin nedeni burada gizli. Türkiye, Şangay İşbirliği Örgütü’ndeki iki büyük “emperyal” devletle, Rusya ve Çin ile refik olarak Şangay ekibine katılacağını umuyor. Yani Türkiye’nin AB’den uzaklaşması, Norveç’te olduğu gibi “ulusal” kaygılarla değil, “emperyal güç olma” arzusuyla gerçekleşiyor. İtici güç “emperyal kaygılar” olduğu için de Avrupa ile köprülerin tamamen atılması, AB ile Türkiye’nin “iki emperyal güç” olarak rekabet etmesi, Türkiye’nin “gücünü” göstermesi, bunun için gerekiyorsa Rusya ve Çin ile aynı safta yer alması fikri ağırlık kazanıyor.
Peki, Çin ve Rusya müstakbel Şangay İşbirliği Örgütü üyesi Türkiye’yi “üçüncü refik” olarak görüyor mu, görmüyor mu?
Ekonomik güçler, askeri güçler, siyasi güçler, nüfuz alanları ortada. “Anadolu sermayedarları” manzaraya bakıp yanıtı verirler…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.