Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın. Kent peşini bırakmayacak. Aynı sokaklarda dolaşacaksın. Aynı mahallede yaşlanacaksın; Aynı evlerde kır düşecek saçlarına. Bu kenttir gidip gideceğin yer. Bir başkasını umma.(1) Dalgalar, uğultulu denizin içinden süzülerek sonbaharın gelişini müjdelercesine vuruyor kendini kentin kıyılarına köpük köpük! Martılarsa, sonbahar yüklü bulutlar ve kendini eylüle bırakmış mavi göğün altında, beyaz […]
Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın.
Kent peşini bırakmayacak.
Aynı sokaklarda dolaşacaksın. Aynı mahallede yaşlanacaksın;
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Bu kenttir gidip gideceğin yer. Bir başkasını umma.(1)
Dalgalar, uğultulu denizin içinden süzülerek sonbaharın gelişini müjdelercesine vuruyor kendini kentin kıyılarına köpük köpük!
Martılarsa, sonbahar yüklü bulutlar ve kendini eylüle bırakmış mavi göğün altında, beyaz lekeler gibi, çığlıkları denize ve zamana bulaşmış uçuşuyor kente doğru!
Kent bırakıyor kendini sonbahar kokularına, martı çığlıklarına…
Yüzünü kuş uçumu çevirdiğin vakit beriye; kızılağaç, gürgen, kestane ve türlü türlü ağaçlarla yüklü dağlarla dolar gözlerin. Sis çökmüştür gece gibi dağların bağrına; yüzün de sislenmiştir dağlar gibi yolu yok bunun!
Yaprak yerine sis açmış ağaçlarla gök bir olup soluk soluğa üflüyor sararmış hüzünlü yaprakları kentte… Üflüyor hüzün ve şiir mevsimini isyan kentine yaprak yaprak…
Sonbahar sesleri ve kokularıyla baygın sereserpe uzanmış denizin koynuna bir kent!
“Ne zaman susmayı, (doğayı ve kendimizi) dinlemeyi öğreneceğiz” diye söyleşirken kentin kıyısında dalgalarla, “Evet, nedir bütün bu gürültü… sessizce sevmek ve yaratmak varken!” (2) cümlesi uçuşan güz yaprakları misali usul usul savruluyor zihnimde.
***
(Ülkeme bakıyorum, yaprakları vakitsiz dökülmüş ağaç hüznü ya da yanlış mevsimlere göç eden kuş yalnızlığı yaşayan ülkeme… Poyraz gibi esiyor mısralar zihnimin boşluklarında yankılanarak:
“Derin, sessiz, iyi, böylece
Güz, ölülerini bırakan kuşlar
Yer kalmadı acıya ülkemizde
Derin, sessiz, iyi böylece
Gün ortası alacakaranlık bakışlar” (3))
***
Ufukta sanki gök-sis-orman karışımından yekpare bir su pınarı varmış da bu pınarın billur sularından besleniyormuş gibi akıyor dereler kardeşcesine oynaşarak. Geçmiş zaman yaşamları da çoşkun sularına katarak.
Vadilerde türlü türlü ağaçlar arasına gizlenmiş bacasından duman çıkan köy evlerine doğaca selam durmayı unutmadan havalı havalı akıyor.
Puslu ve sisli ormanın içinden akan dereler dumanlı ve dalgalı denizle birleşip besliyor kentti hiç durmamacasına.
“Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüşüyoruz/Gökyüzünün o meşhur maviliğinde” dizeleriyle başlayan şiirin “Alıp yaracak olsa yüreğini/ Şimdi bir güvercinin” (4) dizelerindeki gibi alıp yaracak olsak bizde ozan gibi, derelerin yüreğini: Kimbilir ne hikâyeler taşımışlardır taşkın ve sabırlı yüre(ci)klerinde!?
Kışlık odun ve çay yüklenen köy kadınlarının kahır ve direnmeleri, bir an önce eve varıp aç karınlarını doyurmayı uman mavi önlüklü talebelerin uslanmaz inatçılıkları ve sabırsızlıklarını, uzak kent hayallerini rüyalarına bulaştıran gençlerin serüvenciliği ve avereliğini, çay ve mısır bahçelerinde çalışan yoksul köylülerin ezilmişliği ve öfkelerini.. vb nice hikâye taşırlar heybetli yüreklerinde.
“Derelerin bu salınımlı, kıvrımlı,(ozan’ca) heybetli ve inatçı akışı nereye” diye sorarsanız; cevap bir ozan’ın yüreğinde saklıdır, derim: Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.” (5)
***
(Ülkeme bakıyorum, yaprakları vakitsiz dökülmüş ağaç hüznü ya da yanlış mevsimlere göç eden kuş yalnızlığı yaşayan ülkeme…
Ardından “Suçtur, umutsuzluğa kapılmak.” diyorum idamın eşiğinde dahi umudunu yitirmeyen Dostoyevski’ nin kelimelerine/gölgesine sığınarak. Sözün billur hali, kor ve kıvılcım hali, umut ve gelecek hali yüreklere/zihinlere düşünce iflah olmaz direniş ve isyan fitilini ateşleyen şiir (ve aşktan) gayri neyimiz var, deyip göğün sonbahar maviliğine bırakıyorum mısraları:
“Hiçbir vakit tam karanlık değil gece
Kendimde denemişim ben
Kulak ver dinle
Her acının sonunda
Açık bir pencere vardır
Aydınlık bir pencere”) (6)
***
Peki, bir kenti yahut bu kenti nasıl anlatabilirsin? Peki, gücün yeter mi bir kenti anlatmaya? Kıyısında, köşesinde yaşamış olman yeter mi anlatmaya ya da anlamaya?
Sahi, nasıl anlatabilirsin bir kenti ya da neresinden başlarsın kenti anlatmaya? Boğuşurken bu ve başka sorularla uykusuz gecelerin tenhasında; her zamanki gibi yetişir imdadına kitaplar, her biri sınırsız yurt olan sözcüklere:
“Oysa kent geçmişini dile vurmaz; çizik, çentik, oyma ve kakmalarında zamanın izini taşıyan her parçasına, sokak köşelerine, pencere parmaklıklarına, merdiven tırabzanlarına, paratoner antenlerine, bayrak direklerine yazılı geçmişini bir elin çizgileri gibi barındırır içinde.” (7)
Bu kent direnişin ve isyanın kentidir. Bir de mayısın, en büyük şahlanışını yaptığı…
Bu kent dibine kadar isyana bu aralar sonbahara, hüzne ve şiire bulaşmış bir kenttir.
Bu kentten bir “yol” geçer, kesişir başka kentlerle, hayatlarla.
Bir yol geçer, uzanır ufka. Kesişir tüm zamanlarla.
Bu yol devrim yoludur dostlar/yoldaşlar! Bu yol ki göklerinde güvercinler uçuşur, bahar kokulu kelebekler raks eder.
Elvan elvan ilkbahar çiçeklerinin efsunlu kokular saçtığı bu gök altında çocuklar oynaşır, sınırsızca/korkusuzca.
Bir “devrimci yol” ki göklerinde eşitlik ve özgürlük ülküsü dalgalanır. İtiraz fişekleri uğuldar.
Bir yol ki “Ya Sosyalizm ya barbarlık” vardır sonsuz uzam ve zamanlarında.
***
Sonbahar göğünde martılardan kalma titreşimlerle dolaşıyor sokaklarda insanlar! Eğer sen de yürürsen kentin sokaklarında, yüzünü çevirmişsindir güneşe, aydınlığa! Özgürlüğe! Eşit ve özgür bir dünya istemine sen de katılmışsındır, yolu yok bunun.
Dolaşırken sokaklarında kentin, anlatır durur kendi öyküsünü kent! “Tek yol sokak, tek yol devrim!” haykırışları yankılanır dalga dalga sokaklarda. Göklerde! Yürüyüşler(in)de ve gülüşlerde. Yüzlerde ve türkülerde.
Yürürken sokaklarında elinde Che flaması olan bir çocuk karşılar seni, gözlerinde ilk defa 1Mayıs’a gitmenin sevinciyle gülümser sana. Başını okşar, sorarsan adını : “Mahir’dir, Deniz’dir, İbrahim’dir” adı.
Bu kenti tanımak istiyorsan şayet; dolanırken sokaklarında, caddelerinde zamanın tozuyla yazılanmış ve afişlenmiş duvarlarına bakmalısın. Kentin hafızası saklıdır buralarda. Zaman bu duvarlarda birikmiştir adeta. Çoşkun ve öfkelidir duvarlar. Eşit ve özgür bir dünyanın hülyalarını taşırlar bedenlerinde. Kulaklarını dayadığın ya da dokunduğun vakit, dile gelir duvarlar anlatırlar sırlanmış hikâyelerini.
Eyy yolcu “De te fabula narratur (8): Anlatılan senin hikâyedir!”
Emekçi kadınların sabırlı, inatçı elleri tutar ellerini duvarlara dokunduğun vakit. Anlatırlar sana “Çayda kotaya, sömürüye hayır” direnişlerini. Anlatırlar yıllanmış kahır dolu hikâyelerini. O eller büyütmüştür bu kenti. O eller okşar da durur kentin tenini!
O eller ki korur kenti zalimin zulmünden.
“Dereler özgürdür, özgür akacak!” sloganları kalabalıklar halinde akar dereler gibi duvarlardan, akar şehrin sokaklarında birleşir denizle, ağaçla, kuşla, karıncayla, çiçekle, insanla…
Bir de bakarsın, bir grup militan genç umut “Parasız, laik, bilimsel bir eğitim” diyerek, gözlerinde geleceğin düşler ülkesi, atlar duvarlardan, en uzun koşuyu koşar gibi, koşar güneşli sokaklarda. Haykırırlar “Hayır, teslim olmayacağız; direneceğiz.”
Sonrasında sırtında “Halklar kardeştir” yazılı Amedspor forması ile gezinen Yoldaş Erkut’la karşılaşırsınız mutlaka. Yüreğinde büyütür ezilmiş halk türkülerini. Güvercin diliyle konuşur Erkut, hesapsız-kitapsız! Kanatlanır “Barış ve kardeşlik” derken şehrin güvercinleri.
Derken, bir güvercinin kanat çırpışıyla kendine gelir, kentin “Göğe Bakma Durağı’ndan” (9) göğe bakar, en sonunda şehri anlatan mısraları haykırır biz kâinatın devrimcilerine:
İtirazın İki Şartı
çok olmadığımız kesin
çok olan tarafta değiliz
çok olan tarafta olmayacağız
türkiye’de kürt olacağız
kürtlerde ermeni
ermenilerde süryani
gidip almanya’da türk olacağız
israil’de filistinli
köpeğin karşısında kedi
kedinin karşısında kuş olacağız
kuşun karşısında börtü böcek
hakemler hep karşı takımı tutacak
ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı
çiçeklerden kamelya olacağız
az kolumuzun tarafında
solda olacağız
bu itirazın ilk şartı
solda da az olacağız
devrimi çoğaltırken çünkü
bir başka devrime hızla azalacağız
bu da itirazın ikinci şartı (10)
Dipnotlar:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.