Çağcıl tarihte sadece siyasi alanda değil ama değer olarak, yaşam biçimi, dünya görüşlerinde ve hatta kolektif pratiklerde sağa doğru ek bir dalga, sapma söz konusu, ama eksik olan 20. yüzyılın toplumsal ilerici biçimleri
Çağcıl tarihte sadece siyasi alanda değil ama değer olarak, yaşam biçimi, dünya görüşlerinde ve hatta kolektif pratiklerde sağa doğru ek bir dalga, sapma söz konusu, ama eksik olan 20. yüzyılın toplumsal ilerici biçimleri
“Sağa kayma ya da sağcılaşma”: Bu sözcük çoğu kez Fransa-Fransız dünyasında olmak üzere siyasi yaşamın çözümlemelerini istila etti. “Dünyanın sağa kayması” adlı son eserinde François Cusset bu dip dalgası çözümlemesini tüm dünyaya doğru genişletiyor. Yazar, entelektüel tarih ve çağdaş siyaset alanında araştırmacı, Nanterre Üniversitesi’nde Amerikan incelemeleri alanında profesör olan Cusset; ulusal çerçevelerin, siyasi çatışma ve seçim takvimlerinin ötesine düşüncesini taşıyor ve elli yüz yıl kadarlık bir çağdaşlığa sahip olduğu kadar derinde olan ve halen yürürlükte olan bir süreci tarihi bir perspektif ve eleştirel düşünce içinde güncelliyor. Bunu tüm genişliğinde anlamak ve alt üst olmuş ve karışık bir dünyada mümkün olan özgürleşme çıkışlarını bulabilmek için yapılan bir görüşme. – Lucie Fourgeron
Karmaşık olan dünyayı okuyabilmek için, sağa kayma varsayımını öneriyorsunuz. Neye dayanarak?
Son 50-100 yıl tersine çevrilen bir karşı devrimin evresiyle kendini gösterir. 20. yüzyıl ortasının özgürleştirici, ilerici evresi-dünyanın üçte ikisinin sömürgecilikten kurtulması, genç bir kültürün ortaya çıkışı, öğrenci ve işçi gösterileri, koruyucu devlet diyalektik olarak 1970’li yılların ortasından itibaren yönetici sınıfın sopasının geri dönüşünün tepkisini yarattı. Tepkinin hattı değişiktir ama birbirine karışır. Ailesel, ulusal ve koruyucu kapitalizm spekülatif, hisse senet sahipli oldu ve küreselleşti. Tüketim artık kişisel ve kolektif varoluşumuzu tümüyle belirliyor. Doğu Bloku’nun sonu kapitalizme yeni bir alan açarak özgürleştirici ya da ilerici politikaların taraftarlarını mateme soktu. Dünyanın “güney”i iktisadi ve kültürel olarak yükselmeye başladı, ama henüz siyasi olarak değil. Aynı zamanda ekolojik felaket ve kapitalizmin ürettiği yıkımların abartılı şekilde hızlanması da çıkageldi.
Nihayet, teknolojik devrim yaşamlarımızı her yerde aynı anda hazır ederek ve sanal hale getirerek hem iktisadi dönüşüm hem de varoluş devrimini oluşturur; hem de aşırı sosyalleşerek ve tümüyle bireyselleştirerek. Bunlara yeni kimlik sorunları eklenir: “Uygarlıkların çatışması” kuramı yeni tutucu bir propagandaya bağlıysa da, dini ve etnik gerilimler sürmektedir. Tüm bu hatlar aynı yönde ilerliyor: Çağcıl tarihte sadece siyasi alanda değil ama değer olarak, yaşam biçimi, dünya görüşlerinde ve hatta kolektif pratiklerde -şimdi futbol ekiplerinde, herkes için gösterilerde, dini topluluklar ya da sosyal ağlarda- sağa doğru ek bir dalga, sapma söz konusu, ama eksik olan 20. yüzyılın toplumsal ilerici biçimleri.
“Dünyanın sağa kayması” sürecini sağ-sol kategorilerinden vazgeçerek çözümlüyorsunuz. Bu bir çelişki değil mi?
Solda; yönetici ve “etkili”hükümet solu, Clinton-Blair-Schröder üçlüsünden beri sağcı meslektaşlarından daha kemer sıkıcı ve güvenlikçi sol ile aldatıcı bir seçim ayartısı, büyük akşamın özlemi ve kendini tanımayan bir devingenlik arasında sıkışıp kalmış kırıntılı bir mücadeleci sol arasında bir uçurum oluştu: Gece Ayakta, Occupy Wall Street, Öfkeliler…. Klasik sağ içinde, tarihsel olarak çelişki içinde olan iki hat stratejik bir birlik oluşturdu: Piyasaların sağı, radikalleşmiş serbest değişimi, devlet nefretinin ve küreselleşmede tüm engellerin kaldırılmasını isteyen sağ ile mirasçı, Hristiyan ve kimlikçi değerlerin sağı. 11 Eylül 2001’den sonra “uygarlıklar çatışması” bahanesi altında, ama bu sadece yönetici sınıfların çıkarlarını savunmak adına.
Bu büyük dönemeçte devletin rolü nedir?
Savaştan sonra hazırlanan neoliberal öğreti damardan gelen bir nefret besliyordu devlet karşı. Sonra, taraftarları ve iktisadi oyuncular “subprimes” bunalımı sırasında sistemi kurtaran, Avrupa düzeyinde kemer sıkıcı olan ve olağanüstü hal bahanesiyle toplumsal hareketleri engelleyen güvenlikçi bir devletin en iyi arkadaşları oldular. Hatta devletin işlevleri değişti. Tarihsel olarak korumaya, telafi etmeye, eğitmeye, kısmen eşitlik sağlamaya yönelik işlevler artık batıda üç düzeyde: Toplumsal harcamaların işlevini ortadan kaldırarak piyasalara verimli bir yönetim sunmak; şirketlere siyasi diplomatik hizmet; terörle mücadele bahanesi altında dünyanın dört bir yanında müdahalede bulunmaktan varoluşumuzu tehdit eden genelleşmiş bir aşırı gözetime kadar giden askeri-polisiye bir işlev.
“Biyopolitikanın” gelişmesi bu sağa kaymanın ne şekilde ifadesi oluyor?
Michel Foucault’nun bu deyimi siyasi iktidar ile organik, varoluşcu, ahlaki ve kuralcı (normatif) yaşam biçimleri arasındaki ilişkiyi belirler. Biyopolitik devletlerin yetkilerinde olmayan varoluşumuzun değişik yönlerine burnunu sokarak örneğin doğum politikalarıyla ortaya çıktı. Yüzyıl sonra kapitalizmin genişlemesi aynı anda iki yönde gelişti: Hem daha uçucu olana -ekonomiyi istikrarsız hale getiren, işgücünü güvensiz hale getiren ve üretimi kurban eden spekülasyon- hem de daha somuta, organik, yakın olana doğru yöneldi -metaya bağlı olmayan varoluşumuzun bu boyutları “ruhumuzun” yaşamından, internet ekonomisiyle var olan zamanımızı verimli hale getirip kullanmadan cinselliğe kadar gider. Bizi varoluşumuzu optimize etmeye teşvik ederek biyopolitik radikal olarak yaptıklarımızı bireyselleştirir ve kurallar koyar, yasa çıkarır. Ayrıca, gelişmekte olan bir iktisadi sektördür. Devletlerin icadı olan biyopolitik artık çokuluslu şirketlere özgüdür -Monsanto’nun Bayer tarafından satın alınması buna örnektir. Üç önemli temel alan soldan sağa geçmiştir: Sol halkların ve 19. yüzyılın icadı ulus. Solda olan vitalizm (organizmanın yaşamasının sadece fiziksel ve kimyasal olaylardan ibaret olmadığını belirtir. -ç.n.) ve 19. yüzyılın ilerici devlet biyopolitikaları (aynı zamanda sömürgecidir) artık sağa geçmiştir ve burada yaşam kârlı hale getirilecektir. Ve kültür: Öncü, toplumsal değişimden ayrılmayan ve iktidarları istikrarsızlaştıran savaş sonrasının evresinin yerini varoluşumuzun tüm yönlerine yayılan bir kültür almıştır ve güç ilişkilerini unutmak için boş zamanları içine katarak küresel ekonominin motoru olmuştur. Eğitime, kültüre ve toplumsal haklara erişimin yoğun dip dalgası oyunu değiştiriyor: Yaratıcı ve tüketici artık farksız iki işlevdir. Bu kültürel iktidarın insanlar tarafından ele alınmasıyla ve alttan gelen bir düzleme doğrultusunda gidiyor. Yerine bir şey koymadan aklımızda tuttuğumuz işaretler yıkılıyor.
Peki toplumsal ve kolektif sorular ve perspektiflere neler oluyor?
Önceki kolektif devingenlik biçimleri büyük ölçüde güvenilirliklerini ya da etkinliklerini yitirdi. Aynı zamanda, yeni bir şeyler var: ZAD (savunulacak bölge), semt hareketleri, meydanları işgal eden gençlik hareketleri. Küresel olan, Arap Baharı’ndan beri aynı yöne yönelen bu olaylar azınlıkta olsa da ve örgütlenmeye tereddütlü yani yeterince stratejik olmasa da yeniş bir devingenlik biçimlerinin yeniden keşfinin bir işaretidir. Geleneksel örgütlenme biçimleriyle birlikte toplumsal hareketin başka seçimi yoktur. Sağın cehennemine karşı yeni mücadelelerle el ele yürümekten başka çare yok.
“Dünyanın sağa kayması”, François Cusset, Regis Meyran ile yapılan görüşmeler, Textuel yay.,2016
[Humanité Dimanche’taki 20 Ekim tarihli Fransızca orijinalinden İsmail Kılınç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.