Oysa evdeki hesap çarşıya uymaz her zaman! Yani, Fırat ‘Kalkanı’ varsa Fırat’ın ‘sahibi’ de vardır! Ya da o ‘kalkan’a indirilecek ‘gürz’! Osmanlı İmparatorluğu büyüyüp yayıldığında, başta Avrupa olmak üzere, dünyanın birçok yeri karışıklık içinde ve savaş halindeydi. Bu karışıklıktan faydalanan ve İslam’ın ‘fetihçilik’ rüzgârını siyasi emelleri için arkasına alan Osmanlı, Avrupa’nın göbeğine kadar girebilmişti. İç […]
Oysa evdeki hesap çarşıya uymaz her zaman! Yani, Fırat ‘Kalkanı’ varsa Fırat’ın ‘sahibi’ de vardır! Ya da o ‘kalkan’a indirilecek ‘gürz’!
Osmanlı İmparatorluğu büyüyüp yayıldığında, başta Avrupa olmak üzere, dünyanın birçok yeri karışıklık içinde ve savaş halindeydi.
Bu karışıklıktan faydalanan ve İslam’ın ‘fetihçilik’ rüzgârını siyasi emelleri için arkasına alan Osmanlı, Avrupa’nın göbeğine kadar girebilmişti.
İç savaşları biten Avrupa devletleri çelişkilerini giderip kendilerini toparladığında ise, Osmanlı için geri sayım başlamıştı. Ta ki Osmanlı yıkıntılarından bir Türkiye artakalana kadar…
500 yıl sonra, yani bugün de baktığımızda dünyanın birçok yeri yine karmaşa içerisinde… Ve yeni bir Osmanlı kurma hayali kuran maceracı Türk yöneticileri yine ‘ortaçağda’ olduğu gibi dünyanın bugünkü karmaşık durumundan faydalanma gayreti içerisinde…
“Musul, Halep, Kerkük bizimdi; orası, şurası bizimdi, Balkan Ülkeleri, Misak-ı Milli sınırları içerisindeydi” gibi argümanlarla yayılmacı emellerini dillendiriyorlar.
Beraber yaşadıkları halkları baskılamak yetmezmiş gibi kendi sınırları dışındakilere de müdahale etmeye çalışıyorlar. Başka devletlerin topraklarına, egemenliklerine el uzatıyorlar.
Ama bugünün koşulları ile ortaçağ koşullarının bir olmadığını unutuyorlar.
Yani, çağlar boyunca zapturapt altında tuttukları kesimler artık uyanıyor, başkaldırıyorlar. Kabuk çatırdıyor. Ama bunu göremiyorlar.
Bu anlamda, “hem Kürtleri engelleriz hem eskiden bizim olan yerleri geri alırız” sayıklamalarıyla Suriye’de (Rojava) başlatılan ‘Fırat Kalkanı’ harekâtı ele alınabilir.
Oysa evdeki hesap çarşıya uymaz her zaman! Yani, Fırat ‘Kalkanı’ varsa Fırat’ın ‘sahibi’ de vardır! Ya da o ‘kalkan’a indirilecek ‘gürz’!
Bu, Malkoçoğlu’nun hayali gürzü gibi mi olur yoksa orada yaşayan, kader birliği yapan halkların, ‘Rüstemi Zal’ babındaki ‘gürzü’ mü olur bilinmez artık!
“Kürt düşmanlığıyla zehirlenen AKP Türkiye’sinin alelacele, Suriye’ye (Rojava) girmesi kısa vadede Kürtleri engelledi ya da engelleyecek; ama uzun vadede Kürtlere yarayacaktır.”
Ve bu durum gün geçtikçe daha da görünür hale geliyor.
İkincisi, ‘Fırat Kalkanı’, Türkiye’nin hem uluslararası camiada haksız olduğunu gösteriyor, hem de işgalci olduğunu… Bunun yanı sıra, Kürtlerle Rusya ve İran’ın desteklediği Suriye Rejimini ortak karar almaya zorluyor.
Kürtlerin ve rejimin düşmanları ortak!
Yukarıda değinildiği gibi, Türkiye hem Kürtleri engellemek hem Şam rejimini devirmek istiyor. Bunun için sahadaki çeşitli grupları destekliyor ya da sahaya direk müdahale ediyor.
Suriye iç savaşının başlangıcından beri herhangi bir tarafa geçmeyen ve hâlihazırda Katar ile Kuveyt’ten daha büyük bir toprak parçasına hâkim olan Kürtler ise, sadece yaşadıkları toprakları savundular.
Hem IŞİD’e hem Türkiye güdümündeki ÖSO gibi cihatçı gruplara ve hem de Suriye rejimine karşı direndiler. Bu konuda da büyük oranda başarılı oldular.
Savaş boyunca, IŞİD’in, Türkiye ve güdümündeki cihatçı grupların hem Kürtlere hem de Şam rejimine saldırması her iki kesimi (Kürtler-Rejim) ortak tavır almaya sevk etti veya Şam rejimini Kürtlere mecbur etti.
Beraber hareket etmezlerse bile, birbirlerine karşı saldırmazlık üzerinde uzlaşmaya zorladı. Çünkü böyle bir uzlaşma her iki kesim için hayati önem arz ediyor. Ki, görünüşe göre böyle bir süreç zaten başlamış durumda.
Suriye’nin 20 Ekim’de yapmış olduğu “Türk jetleri hava sahamızı ihlal ederse vururuz” açıklaması bunun somut işaretidir.
Hatırlanacağı gibi, Türkiye Rusya’dan almış olduğu Suriye hava sahasını kullanma izniyle IŞİD’i değil de Halep ile ÖSO arasında tampon gibi yer almakta olan Kürt güçlerini bombalamıştı. Böylece, Türk/ÖSO tehlikesini ensesinde hisseden Suriye rejimi bu kararı almıştı.
Erdoğan, “İlle de Musul’a gireceğiz” diye ısrar edince, ABD, Türkiye’ye “Bu konuyu Irak Hükümeti bili” demişti.
Suriye’nin “Hava sahamızı ihlal eden Türk jetlerini vururuz” açıklaması için de ABD ve Rusya yine, “Egemen Suriye Devleti bilir” dedi.
Bu açıklamaların akabinde rejim güçlerinin Bab kasabası yolunda IŞİD’e karşı SDG/YPG ile ortak operasyonlar düzenlemesi bu iddiayı daha da güçlendiriyor.
Dikkat edilirse o günden sonra (20 Ekim 2016) Türk jetleri Kürt güçlerini bombalayamadı.
Böylece Suriye rejimi Halep’i kuşatmak isteyen Türkiye’nin saldırılarına karşın bir Kürt kalkanına kavuşmuş oldu. Öte yandan ise, Kürtler de Türk jetlerinin bombardımanından şimdilik kurtulmuş oldu.
Suriye, Federasyonu kabul edecek
Kürtlerin hak sahibi olmaları Suriye’yi parçalamaz, aksine güçlendirir. Ama Türkiye ve ÖSO’nun varlığı Suriye’nin sonunu getirir. Bunun için, rejimin özellikle Halep’teki en büyük derdi IŞİD değil; Türkiye ve Türkiye’nin desteklediği gruplardır. IŞİD her halükarda yenilir.
Bu emarelere ve çeşitli basın kuruluşlarına yansıyan haberlere göre, Suriye rejimi Kürtlerin federasyon talebi konusunda yumuşama gösteriyor.
Zaten böyle bir durumda Türkiye’nin yapabileceği pek bir şey de kalmaz. Çünkü egemen bir ülke olarak Suriye, kendi içindeki kesimlerle anlaştıktan sonra “Suriye’nin toprak bütünlüğü” hikâyesinin de sonu gelir. Orası, şurası bizimdi gibi, yayılmacı palavraların da…
Suriye rejim güçleri, YPG ve diğer iç bileşenlerle Halep’te, el Bab’da; IŞİD’e, düşmanlara karşı ortak operasyon düzenliyor.
Irak hükümet güçleri Haşdi Şabi, YBŞ (YPG’ye yakın), Peşmerge ve diğer bileşenlerle ortak operasyon düzenliyor. Sen hangi toprak bütünlüğünden bahsediyorsun?
Hattın ötesine bakın, bu yüzüne değil!
Dünya Musul’a, Rojava’ya, Yemen’e yoğunlaşmış durumda. Hükümet, hem Rojava ve Musul’un hıncını almak için hem bu karmaşık durumdan faydalanmak için iç kıyıma hız veriyor.
Kürt şehirleri yıkık, viran, dümdüz… Kalanlar, çadırlara sığınan insanlar göçe zorlanıyor. Siyasetçiler tutuklanıyor. Kendileri dâhil herkes diken üstünde!
Fakat hükümet, Kürt düşmanlığı ile zehirlenmiş kendi tebaasının milliyetçi açlığını gidermeye, doyurmaya ve dikkatini içeriye yönelterek dışarıdaki yenilgileri gizlemeye çalışıyor.
Ama dışarıda hezimete uğramış ve batmaya doğru yol alan bir gemi var. Türk yetkililer, her gün, ayan beyan bir şekilde, “bize hava sahasını yasaklamayın, bizi operasyonlardan mahrum etmeyin” diye Putin’e, ABD’ye yalvarıyor.
Sonuç olarak, yayılmacı seleflerine öykünen Hükümet, “Afrin’den girip, Kobani’yi dümdüz eder, Rakka’dan çıkarız; Şengal’den girip, Musul’dan, Kerkük’ten çıkarız. Ege’deki tüm adaları alırız” diyor, ama seleflerinin akıbetini unutuyor!
Yani, Osmanlı yıkıntılarından bir Türkiye devleti kaldı fakat şu anki Türk Hükümeti yayılmacı politikalarında ısrar ederse Türkiye’den geriye neyin artakalacağı tartışılır!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.