Françoise Dumont (İnsan Hakları Derneği Başkanı), Roger Martelli (Tarihçi ve “Regards” dergisi yazı işleri eş müdürü) ve François Dubet (Toplumsal Bilimler Yüksek Okulu eski inceleme müdürü) ile söyleşi.
Françoise Dumont (İnsan Hakları Derneği Başkanı), Roger Martelli (Tarihçi ve “Regards” dergisi yazı işleri eş müdürü) ve François Dubet (Toplumsal Bilimler Yüksek Okulu eski inceleme müdürü) ile söyleşi
Roger Martelli: Güvenlik takıntısına karşı müştereği üretmek
1970’li yıllarda, aşırı sağ basit bir düşünceyi dayattı: Eşitlik yerini kimliğe bıraktı. “Biz kimiz?”: Zamanımızın endişesi budur.
Sermaye egemenliği altındaki toplumlarda, zenginliğin ve fakirliğin kutuplaşmasının ötesine bir şeylerin gittiği doğrudur. Sömürü ve egemenlik yabancılaşmayla bütünleşiyor. İnsanlar ne olduklarından ve neye sahip olduklarından vazgeçiyor. Metanın egemenliği genişledikçe “yönetişimin” teknokratik düzenekleri de genişliyor ve insanların kendilerinden yoksun bırakılmaları süreçleri de yayılıyor.
Yaşama kişisel ve kolektif anlam veren her şey aşınıyor; toplumsallık, eski aidiyetler, beden işinde dayanışma, devletin anlamı, girişimin yararlılığı, sağ ve sol. Bu kargaşada ne olduğumuzu, nereden geldiğimizi bilemez oluyoruz ve hatta nereye gittiğimizi de. Geçmiş uzaklaşıyor, gelecek karışıyor. Giderek fazla yer alan dünya tuhaf ve kaygı verici.
Sorun şu: Bu dünyanın karmaşıklığı kötülüklerin kökenini donuk hale getirmesidir. İşçinin karşısında “maymun” ya da “boss” denilen patron vardır; güvenli ya da güvensiz ücretli görünmeyen, dokunulmayan finansal devrelerle karşı karşıya. Karar vericilerin küçük sınıfı gölgede kalır ve sahneyi yardımcılarına ve iletişimcilerine bırakır. Bize söylendiğine göre politikanın “piyasanın”, “rekabetin”, “esnekliğin” zorunlulukları karşısında yapacağı bir şey yoktur.
Yaşama güçlüğünün nedeni giderek azaldıkça, günah keçisi arama iştahı büyür. Gelir dağılımı, statüler, koruyucu haklar azaldıkça, en yakınımıza, çoğu kez en fakire yani olmak istemediğimize bakışlar çevrilir. İyi değilsek, “diğeri” bizi tehdit etmektedir, artık “kendi evimizde değilizdir”. “Onlar” ve “Biz”; “bura doğumlu” ve “yabancı”; “bu topraktan” ve “göçmen” ikilileri çıkar.
Şunu da ekleyelim: Bu dünya istikrarsız ise, uygarlıklar çatışmaktadır ve bunların merkezinde din bulunmaktadır. Devre kapanır. Artık evimizde değilizdir çünkü küreselleşme sürekli bize göçmen yollar ve çoğu da Batı’nın düşmanının baskısı altındadır yani “İslam”.
Kafa yormayız, köktenci sağın kimliğini tartışmayız.
Dünya istikrarsız ve tehlikeli ise, kimliklerin tehdit etmesinden değil ama eşitsizliklerin artmasından, ayrımcılığın gemi azığa almasındandır. Sınırları korumak ya da duvar örmekle değil ama müşterek bir şeyler üreterek korunabiliriz.
Kişiler ve grupların bir kimliğe, işaretlere, köklere, aidiyetlere gereksinimi vardır. Ama aidiyetler tek bir aidiyete indirgenirse, kimliklerin değişken süreci kimlik olarak donup kalırsa, tehlike özgünlükten çabucak farklılığa geçmektir. Her birimizi diğerinden ayıran sınır kendini tanımlamanın ilk ilkesi olur.
Eşitlik ufukta yoksa, müşterek mümkün görünmüyorsa, iki seçim kalır: Ya soyut bir dünyaya sığınırız ki çoğu kez bu bir egemenliğin maskesidir ya da topluluğun kozasının içine, kendi aramıza, diğerlerinden ayrılmış “biz”e sığınırız.
Herkes farklı mıdır ya da aynı mıdır? Eşitlik nerededir? Kimlik takıntısı karşısında tek bir yanıt vardır: Kurucu eşitlik, vatandaşlık ve dayanışma üçlüsünü teşvik etmek, öne çıkarmak.
Françoise Dumont: Her birey çok kimliğin içinde yer alır
Önümüzdeki başkanlık ve milletvekili seçimlerinde şimdiden yerini alan kimlik şiddetlenmesi siyasi oyuncuların söylemlerinin merkezindedir, kuşkusuz aşırı sağda ama ne yazık ki kimi kez solda da. Hemen söylemek gerekirse kimliğimiz, “Fransız kimliğimiz”, diğerlerinin kimliksel istekleriyle tehdit edilmektedir. Bu “biz” ve “onlar” arasındaki bilinen ayrımdır.
Devingenlik yeni değil ve yirmi yıldır toplumsal bunalımlarla, diğerini dışlamanın siyasi oyunlarıyla, laikliğin yön değiştirmesiyle beslenir. Son aylarda Fransa’yı yasa boğan suikastler olayları ağırlaştırdı ve kamuoyunda haklı olarak bir korku yarattı ama her şeyi birbirine karıştırmayı kolaylaştırarak bu korkuyu araçsallaştırmak da doğru değil. Ama gördüğümüz de ne yazık ki bu. Olağanüstü hal durumları, özgürlüğü öldüren kimi yasaların oylanması-biri de istihbaratla ilgili-, teröre bulaşanların tabiyetten çıkarılması çifte vatandaş olsun ya da olmasın. Bunlar geçmişte kaldı ama silip atamayız da.
Kimlik isteklerinin nasıl taşıyıcı olabileceğini görmeden önce kimlik sorununun kendisinin karmaşık olduğunu hatırlatmak yerinde olur. “Atalarımız Galyalı” başvurusundan söz etmek gereksiz. Çünkü kendi tarihimizi bilmemek, kötü yabancı düşmanlığı yapmak ve gündeme çıkarmak arasında neyin ne kadar doğru olduğunu saptamak zor. Ciddi olarak, ne birey, ne halk, ne de bir ülke zaman içinde donmuş, değişmeyen basit bir ögeyle tanımlanamaz. Birey kökeniyle, mesleğiyle, cinsel tercihiyle, tabiyetiyle(leriyle), tercih ettiği zevklerle tanımlanabilir. Her birey çoklu kimlik içindedir ve bu mutluluktur. Tarihle oluşan, göçlerle zenginleşen halklar, savunduğu ve demokratik olarak yaşattığı değerler için de bu böyledir.
Fransa kimliksel isteklerin artışının sıkıntısı içinde midir? Medya ile desteklenen kimi siyasi akımlar kimi olayları abartsa da bunlar tek tük olaylardır ya da azınlıkta kalmaktadır. Bununla birlikte, ülkede bir etnik, kültürel ya da dini bir aidiyete ait olmanın isteğinin vatandaşlar topluluğuna ait olmanın yerini alma tehlikesi gerçektir. Çünkü bu duyguyu verecek cumhuriyetçi söz giderek topa tutulmaktadır. Güncel ve kurumsallaşmış “resmi” ırkçılığa benzeyen her şeye sağır ve gözü kapalı olarak yaşanan kimi evrensellik kavramıyla da durum aynıdır.
Bununla birlikte, gerçekten kimi bireylerin amme hukukuna aykırı kendi toplumlarına özgü kurallar koymaları isteğine mi tanık oluyoruz? Böyle bir cemaat isteği Fransa’da hemen hemen yoktur. Kimileri tarafından kimlik isteği gibi gösterilen şeyin sonuçta insanların kendilerine eşit davranılmasından yoksun bırakılmalarının sonucu olduğu görülmüştür. Bu yaz gündeme gelen burkini (burka ve bikini karışımı) hakkında ne düşünülürse düşünülsün, burkininin yasaklanması müslüman kadınların -sadece bu kadınlara-kamu alanında yani kumsalda istenildiği gibi giyinmek hakkını yasak etmeye gelir. Bu temel özgürlüğün ayrımsız herkese uygulanması için İnsan Hakları Derneği Danıştay’a başvurmuştur.
François Dubet: Ayrımcılığa karşı eşitliği öne çıkarmak
Her iki kavram birbirine karışsa ve karşılıklı güçlense de, toplumsal eşitsizliklerle kimliksel tasdikleri karıştırmakla bir şey kazanamayız. Popülistlerin dediği gibi türdeş bir kimliğin tasdik edilmesi toplumsal sorunları çözecek demek ya da çoğu kimsenin düşlediği gibi eşitliğin hüküm sürmesinin tüm kimlik gerilimlerini silip atacağını düşünmek olanaksızdır.
Ayrımcılık hoş görülemez çünkü kişilerin temel olan eşitliğini söz konusu eder çünkü meziyet ve değerini inkâr eder. Ama ayrımcılık yine hoş görülemez çünkü kültür ve kimlikleri ya görmezden gelerek ya da azınlıklara değerden düşmüş kimlikler vererek kimlik ve kültürlerin saygıdeğerliğini tanımayı reddeder. Bir yönden, ayrımcılığa uğrayan kişiler “diğerleri” gibi görünmek ve onlarla eşit olmak isterler. Diğer yönden ise herkesle eşit olmak isteyerek oldukları gibi tanınmak isterler. Ayrımcılık deneyimlerinin bu iki yönü farklı sorunlar yaratır ve farklı siyasi yanıtlara neden olur.
Eşitlik alanında ise ayrımcılığa karşı mücadele etmek gerekir, hukukun gücünü dayatmak gerekir, dava etmeyi desteklemek, bilmeden nasıl ayrımcılık yapıldığını göstermek gerekir. Bu mücadele “siyaseten doğru”yu ve ırkçılık karşıtlığını ya da “azınlıklara zulmü” ifşa edenlerin bizi her zaman davet ettiği gibi terk edilmemelidir. Ama aynı zamanda ayrımcılığa karşı mücadele yeterli değildir, çünkü giderek eşitsiz olan toplumda, diğerlerinin rekabetinden korunmak için herkes ayrımcılığa devam eder. Toplumsal eşitlik için “eski” mücadele terk edilmemelidir ve ayrımcılığa uğramayanlar bile büyük haksızlıklara uğramaktadırlar.
Tanınma isteği başka bir sorundur. Çünkü sadece bir hoşgörü ya da birlikte yaşamadan karşılaştığımız bir kuyruktaki naziklik sorununa indirgenemez. Örneğin dini bir azınlık haysiyetli olarak kimliğinin tanınmasını istiyorsa, çoğunluk kendini tehdit altında hissedebilir, çünkü kendini de, şeylerin kuralı ve gerçekliği olmadığını anladığı sürece azınlıkta hisseder. O halde kendiliğinden olanı doğrulamak gerekir: “Burası bizim evimiz”dir, kiliseye gitmeyen kişi için bile “Fransa beyaz ve Hristiyandır”! Kimlik sorunlarını kışkırtan kişilerin yaptığı budur hem de başarılı olurlar çünkü insanlar toplumsal olarak kendilerini giderek kırılgan, dayanıksız hissederler. Giderek, tehlike toplumsal çatışmadan daha tehlikeli olan kimlik savaşlarının ortaya çıkmasıdır. Çünkü toplumsal uzlaşmaları her zaman başarabiliriz ama kültürel, dini, ulusal, cinsel “doğa”mız olarak düşündüğümüzle uzlaşma yapmak çok zordur.
Tüm vatandaşları ilgilendiren toplumsal eşitlik projesi içinde ayrımcılığa karşı mücadeleye yer verdiğimiz şekilde, çağcıl toplumları oluşturan kimliklerin tanınmasının da müşterek nelere sahip olduğumuzu açıklamanın da bir gereği olduğunu anlamalıyız. Bu kolektif çalışmanın zorluğu bugün değişimin eski kimliklerin temelinde açılan bir hendek gibi görülmesidir: Grup ve cinsiyetler arasındaki toplumsal sıralamalar, türdeş sayılan uluslar, kültür ve uygarlıkların sıralamaları. Geçmişi idealleştirmek arzusu büyüktür eğer geleceği düşleyemezsek. Bununla birlikte, geçmiş özlemi aynasına bakmadan ilerlememiz gerekir.
[Humanité.fr’deki 13 Kasım tarihli Fransızca orijinalinden İsmail Kılınç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.