Trump’ın yükselişi, İngiltere’deki Brexit oylamasıyla ortaya çıkan durumun ABD’deki paralelidir. Bunları bütünleyecek önemli politik gelişme muhtemelen önümüzdeki seçimlerde Fransa’da Le Pen’in yapacağı çıkış olacaktır. Bu politik ve toplumsal sarsıntılar, dünya ekonomik krizinin yarattığı dolaysız sonuçlardır ve bir sol çıkış ancak bu mevcut durumun kapsamlı bir analizi ve bu analiz temelinde gelişecek politik öneriler çerçevesinde anlam […]
Trump’ın yükselişi, İngiltere’deki Brexit oylamasıyla ortaya çıkan durumun ABD’deki paralelidir. Bunları bütünleyecek önemli politik gelişme muhtemelen önümüzdeki seçimlerde Fransa’da Le Pen’in yapacağı çıkış olacaktır. Bu politik ve toplumsal sarsıntılar, dünya ekonomik krizinin yarattığı dolaysız sonuçlardır ve bir sol çıkış ancak bu mevcut durumun kapsamlı bir analizi ve bu analiz temelinde gelişecek politik öneriler çerçevesinde anlam kazanacaktır
ABD’de başkanlık seçimini tahminlerin aksine Donald Trump kazandı.
ABD’nin etkili liberal gazetesi New York Times’ın editoryası seçimden iki gün önce yayımladığı bir yazıyla ABD halkını sandıklara gidip Hillary Clinton’a oy vermeye çağırırken şunları söylemişti:
“ABD 2016’da cahil ve pervasız bir tiranın ABD Başkanı seçilmesine çok yaklaştı. Bu sürreel, sefil başkanlık kampanyası ülkenin demokrasi altyapısındaki bozuklukları ve halktaki öfkeyi gözler önüne serdi.”
Editoryaya göre Trump, bir yalancı, milyonlarca göçmen aileyi mahvetmeye söz vermiş bir ırkçı, cinsel kimlikler konusunda yırtıcı bir hayvan ve vergi kaçakçılığı yapan dolandırıcı bir işadamı idi.
Bu tip sözler ve “ABD’nin düşmanı Putin’in kuklası olmak” gibi pek çok suçlama seçim kampanyası boyunca Demokrat Partililer ve destekçileri tarafından Trump’a yönelik olarak ifade edildi.
Tüm bu suçlamalara maruz kalmış olan adam şimdi ABD başkanı ve artık “kamuoyu” açısından ne ırkçılığı, ne kadın düşmanlığı, ne de kibri sözkonusudur… O artık “istisnai ABD ulusunu” birleştiren “kutsal mekan”ın yeni bekçisidir…
Trump hakkında yukarıda aktardıklarımızı ve daha fazlasını yazmış, Trump’ın dolandırıcılıklarını ve vergi kaçakçılığını aylarca sayfalarına taşımış olan NYT editoryası, seçim sonucunun belli olmasından sonra yeni bir yazı yazdı.
Editorya yeni yazısının başında, Trump’ın sistemi hileli olmakla itham ettiğini, ancak onun hileli dediği bu sistem içinde seçimi kazandığını, Clinton ve Obama’nın onun zaferini bu sistem sayesinde kutladığını, yönetim döneminde ona başarılar dilediklerini anımsatıyor. (Being American in the Trump Years, Nov 9)
Editorya, Clinton ve Obama’nın davranışlarındaki nezaketi ve iktidarın devri konusundaki yapıcı tutumlarını övüyor. Obama’nın, “ülkenin ihtiyaç duyduğu şey birlik duyusu, kapsama duyusu, kurumlarımıza saygı, yaşam tarzımıza saygı, hukukun egemenliği ve birbirimize saygı” sözlerini aktarıyor. Editoryanın kendi yazısı da esas olarak Obama’nın bu sözlerinde tam ifadesini bulan, “demokrasi tiyatrosu” bitti, şimdi gerçek hayata dönüyoruz ve söylediklerimizin önemli bir kısmını unutup “istisnai Amerikan ulusunun” birleşmiş bireyleri olarak hayata kaldığımız yerden devam ediyoruz sözleriyle ifade edilebilecek bir anlamı taşıyor.
Beyaz Saray’da Trump’la bir görüşme yapan Obama, görüşme sonrasında birçok farklı başlığı ele aldıklarını ve mükemmel geçen görüşmenin ona cesaret verdiğini söyledi. Beyaz Saray’daki görüşmenin planlanandan uzun sürdüğünü dile getiren Trump ise, birlikte çalışmayı dört gözle beklediği Obama’yla daha fazla toplantı yapmayı umduğunu belirterek, “Başkan ile önerilerine başvurmak da dahil, gelecekte çalışmayı sabırsızlıkla bekliyorum” dedi.
New York Times’ta yer alan bir başka geniş haberde ise, Trump’ın aslında bir pragmatist olduğu vurgulanıp, özel konuşmaları ile seçim yarışı sırasında bazı konulardaki vurgularının farklılığının altı çizilerek Trump’tan bir “ılımlı sağcı” çıkarmaya çalışıldı. (World Is About to Find Out What Donald Trump Really Believes, Nov 9)
Trump’ın kabinesinde yer alacağı iddia edilen isimler hakkında bugün düşen haberlerse, ABD’de başkanlık seçimi adıyla sahnelenen “demokrasi tiyatrosu”nun gerçek niteliğini en çarpıcı haliyle gözler önüne seriyordu. Wall Street’ten, ABD sermayesinden ve ABD yönetici elitinden önemli isimleri kapsayan bu listedekilerin ortak özelliği ABD’nin emperyalist egemen sınıfının üyeleri olmaları idi.
Yayımlanan listedeki isimlerin bu ortak özelliği, Trump’ı oylarıyla zirveye taşıyanların büyük çoğunluğunun “demokrasi tiyatrosu”ndan gerçekliğe dönüşünün çok da uzun zaman almayacağını gösteriyor. Trump’ı zirveye taşıyan ABD’nin hoşnutsuzları, kurulu düzenin sağlam bir unsuru olan “demagog”un “şov” sırasında kullandığı demagojik söylemin ne derece iğreti olduğunu kısa bir zaman içinde, “demagog”u kuşatan sağlam ekip ana akım politikaları uygulamaya başladığında görecekler.
Herhalde ABD’nin önemli küresel şirketlerinin en üst düzey temsilcileri korumacı ticaret politikalarını uygulamak için Trump yönetiminde görev almayacaklar. Ya da propagandası yapıldığı gibi, sağlam bir kadro birikimi, güçlü siyaset planlama ve uygulama birimleri olan emperyalist ABD devlet aygıtının köklü kurumları politikalarını Trump’ın önceliklerine göre şekillendirmeyecekler. Tersi olacak…
Perry Anderson, ABD dış politikasını ideolojisi, kurumları ve siyaseti çerçevesinde tarihsel bir perspektiften incelediği yeni kitabında, özellikle Truman yönetiminden itibaren ABD yönetiminde yer alan yönetici elitle büyük sermaye grupları arasındaki bütünleşmenin başka hiçbir ülkede olmadığı kadar sıkılaştığını ve bu durumun süreklileştiğini saptıyor. (American Foreign Policy and Its Thinkers, sf. 54, Verso Books, 2015.) Bu eğilimin sürekli olarak güçlendiğini biliyoruz ve Trump yönetiminde de bunun devam etmesinden daha olağan bir şey yok.
Anderson, ABD’de dış politikaların belirlenmesi ve uygulanmasında üniversiteler, Think Tank kuruluşları, Dışişleri Bakanlığı organları arasında sürekli yer değiştiren dar bir elit grubun belirleyici olduğunu saptıyor ve bunu olgusal dayanaklarıyla ortaya koyuyor. Herhalde son derece kurumsallaşmış olan bu yapı Trump’ın kişisel öncelikleri çerçevesinde analiz ve politika önerileri geliştirmeyecek…
Obama, Trump’ın kendini yeni duruma uyarlamaya başlayacağını çok iyi bildiği için bugünkü görüşme sonrasında görüşmenin “mükemmel” geçtiğini söylüyor, NYT editoryası da Trump’a seçildiği sistemin faziletlerini durduk yere anımsatmıyor, ona hareket alanının sınırlarını gösteriyordu.
Trump, ABD’nin dış politika elitinin orta ve uzun vadeli projeksiyonları ve politika önerilerini kendine kılavuz edinecektir. Bugün Haaretz gazetesinde yayımlanan bir haber bu bağlamda önemli açıklıklar sunuyor. Haberde verilen bilgilere göre, Haaretz, İsrail Dışişleri Bakanlığı uzmanlarının hazırladığı ve İsrail’in tüm diplomatik temsilcilerine gönderilen yeni bir belgeye ulaşmış. Belge, Trump’ın dış politika yönelimlerine ilişkin değerlendirmeleri içeriyor.
İsrail Dışişleri Bakanlığı uzmanları Trump’ın seçim kampanyasındaki konuşmaları ve sunulan materyalleri incelediklerinde, “Trump’ın dış politika konularında tutarlı bir politikaya sahip olmadığı” sonucuna ulaşmışlar. (Israel’s Foreign Ministry Expects Trump to Reduce U.S. Involvement in Peace Process, Nov 10)
İsrailli uzmanlar Trump’ın “anahtar meselelerde çelişkili ifadeler kullandığını ve bunun pratik bir politika oluşturmada ciddi sorunlar yaratacağını” vurgulamışlar. Uzmanlar, Trump’ın Çin’i ABD’ye bir tehdit olarak tanımladığını ve ABD’nin Çin’e karşı gücünü göstermesi gerektiği konusunu sürekli gündeme getirdiğini belirtiyorlar.
İran konusunda ise Trump’ın birbiriyle çelişen açıklamalar yaptığını dile getiren uzmanlar, İran’la yapılan nükleer anlaşmaya karşı çıkan Trump’ın daha sonra bu tutumunu değiştirdiğini ifade ediyorlar.
Trump’a dış politika konusunda yön verecek ABD devlet kurumlarıyla Trump’ın hiç sorun yaşamadan anlaşacakları ilk önemli konu, ABD’nin güvenlik harcamalarının arttırılması yolunda Trump’ın verdiği söz ile bu kurumların taleplerinin örtüşmesidir. Bu, ABD elitlerinin emperyalist dünya egemenliği arzusunun vazgeçilmez aracı olarak karakterize olan militarizmin güçlendirilmesi talebi yolunda önemli bir adım olacaktır.
Militarizmin güçlendirilmesi yolundaki adımla uyumlu olan diğer öge ise, Trump’ın ısrarla vurguladığı “İslami terörizmle savaş” politikasıdır. ABD egemen sınıfının 11 Eylül’den beri dünya egemenliğini militarist kontrolle sağlamak için başvurduğu temel politika “İslami terörizmle savaş” sahte politikasıdır. Trump, bu konuda da ABD egemen politikasıyla son derece uyumludur. Zaten Trump’ın yükselişi de esasında bu politikanın doğal sonuçlarından biridir.
Hep sanıldığı gibi, gerçekte ABD’nin “İslami terörizmle savaş” gibi bir politikası yoktur. Eğer olsa, ABD Dışişleri Bakanlığı hiç aylardır yaptığı gibi, Halep’te kelimenin gerçek anlamında “İslami terör” uygulayan El Nusra önderliğindeki Cihatçı çeteleri kurtarmak için böylesine canhıraş çalışır mıydı? Türkiye’nin yönlendirdiği Cihatçı çeteleri Suriye’de böylesine açık destekler miydi?
Trump’ın “İslami terörle savaşı” aynen ABD’nin bugüne kadar yürüttüğü “İslami terörle savaş” gibi olacak. İslamofobik bir odak “İslami terörle” savaşamaz, onu ancak büyütür. “İslami terör”ün nedeni İslamın “özü” değil, İslam toplumlarının kapitalist-emperyalizm döneminde yaşadıkları kapitalistleşme sürecinin nesnel sonuçlarıdır.
Nasıl ki Trump’ın temsil ettiği ırkçılık, ABD halkının tarihsel ve toplumsal deneyiminden bağımsız bir “öze” sahip değilse, “İslami terör”de iddia edildiği gibi, İslam toplumlarına içkin özsel bir niteliğe sahip değildir.
Seçimin üzerinde yeterince durulmayan en önemli noktalarından birisi, aslında en büyük partinin %45.6 ile seçimde oy kullanmayanlar partisi olmasıdır. Bu partinin taraftarlarının çoğunluğunun başkanlık seçimi denilen bu “demokrasi tiyatrosu”nda figüran olarak yer almayı istemediği ya da sandığa gitmeyi anlamlı bulmadığı belli oluyor.
Bir diğer önemli nokta ise, sol odakların seçim değerlendirmelerinde genel olarak saptandığı gibi, Trump’a giden oyların önemli bir kısmının ABD emekçilerinin en hoşnutsuz kesimlerinden gelmiş olmasıdır. Bu oylar, Demokrat Parti adayının kimliği ve statükonun devamı yönündeki ısrarı karşısındaki tepkiyle Trump’a yönelmiştir. Bunun nasıl bir sınıfsal tutum olduğu çok kapsamlı bir analizle World Socialist Web Site yazarı Barry Grey tarafından “Race, class and the election of Trump” başlıklı yazıda ortaya konuldu.
Trump’ın yükselişi, İngiltere’deki Brexit oylamasıyla ortaya çıkan durumun ABD’deki paralelidir. Bunları bütünleyecek önemli politik gelişme muhtemelen önümüzdeki seçimlerde Fransa’da Le Pen’in yapacağı çıkış olacaktır. Bu politik ve toplumsal sarsıntılar, dünya ekonomik krizinin yarattığı dolaysız sonuçlardır ve bir sol çıkış ancak bu mevcut durumun kapsamlı bir analizi ve bu analiz temelinde gelişecek politik öneriler çerçevesinde anlam kazanacaktır.
ABD seçimlerinden solun çıkarması gereken en önemli ders bu noktada kristalize olmaktadır. Sağlam temellere dayanan etkili bir devrimci-sosyalist politik öznenin yokluğunda, en güçlü toplumsal tepkiler, en sert toplumsal muhalefetler bile kapitalizmin kendini yeniden inşa etmesinin araçlarına dönüştürülebilmektedir.
Oysa devrimci-sosyalist bir öznenin harekete geçireceği toplumsal bir birikim bugün dünyanın hemen her köşesinde mevcuttur. Emperyalist-kapitalizm geniş kitleler açısından geleceğe dönük hemen hiçbir vaadi olmayan, bütünüyle faydasız bir kategori durumundadır.
ABD başkanlık seçimlerinin açığa çıkardığı en önemli sonuçlardan birisi, ABD’de devrimci-sosyalist politik perspektiflerin son derece güçlü gelişme potansiyellerine sahip olduğudur. Bernie Sanders’in tutarsız ve yetersiz kampanyasının açığa çıkardığı enerji dahi bunun çok önemli bir göstergesidir. ABD’nin merkez egemen eliti daha fazla sömürü ve daha fazla savaş dışında herhangi bir politik öneriyi yapabilecek durumda değildir. Bu nedenle “Ya Sosyalizm Ya Barbarlık” çizgisinde geliştirilecek Sosyalist mücadele dünya çapında çok önemli gelişme potansiyellerine işaret etmektedir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.