On altı yıl önce Genelkurmay’ın terörle mücadelede elde edilen başarıları yerinde göstermek üzere toplayıp götürdüğü gazeteci ordusuna o gün anlatılanlarla, bugün anlatılanlar arasında ne değişti?
On altı yıl önce Genelkurmay’ın terörle mücadelede elde edilen başarıları yerinde göstermek üzere toplayıp götürdüğü gazeteci ordusuna o gün anlatılanlarla, bugün anlatılanlar arasında ne değişti? Değişen, bizde tehdit algısı uyandıran düşmanlarımızın hızla artan sayısı ve kahramanlık hikayelerimiz oldu
Bu aslında öyle bir fotoğraf ki kendi yazısını, kendi anlatımını içinde barındırıyor.
Çünkü bir iki istisna dışında çerçevedekilerin hepsi gazeteci.
Bana “Kahramanlar çağı bitti” başlığını attıranların arasında kimler yok ki.
Onun çekildiği yeri ve zamanı açıklayacağım, “Kahramanlar çağı bitti”nin gerekçelerini de.
İşte o fotoğraftakiler:
Asker kimlikleriyle Engin Alan ve Salih Zeki Çolak. Gazeteciler Deniz Som, Mehmet Akarca, Murat Yetkin, İsmet Berkan, Hikmet Bila, Fikret Bila, Mustafa Balbay, Bilal Çetin, Hasan Bülent Kahraman, Emin Pazarcı, Türker Alkan, Cüneyt Ülsever, Metehan Demir, Esen Ünür ve ben (1).
Tarih 2000 yılı.
Genelkurmay Başkanlığı terörle mücadelede elde edilen başarıları yerinde göstermek üzere, basın kuruluşlarının Ankara temsilcileri ile bazı köşe yazarlarına doğuda bir gezi düzenliyor. İlk durak Tunceli. Önce ilçeleri geziyoruz, gittiğimiz her yer delik deşik, çatışmaların, terörün izleri var sokaklarda, duvarlarda ve insanların yüzlerinde. Şu ikide bir dibini bombaladıkları Kutuderesi Vadisi’nin tepesine Skorsky helikopterlerle götürülüyoruz. Karadan ulaşımın olanaksız olduğu tepeye yerleştirilmiş timin mühimmat ve erzak gereksinmesi de, havadan yapılıyordu. Her yer kum torbaları ve kazılmış siperlerle kaplıydı. Aşağıya bakarken insanın başı dönüyordu. Vadinin dibi uçurumdu. PKK aşağıdaki mağaralarda gizleniyordu. Sonra çocukları dağa, PKK’ya kaçmış ailelerle tanıştırılmıştık. Kadınların ağlamaktan gözlerinde yaş kalmamıştı, erkeklerse suskun ve donuktular. Kadınlardan bazıları bize hiç çekinmeden dertlerini anlatmışlardı. Asker engellemese dağa çıkıp çocuklarını aşağıya indirebileceklerini söylüyorlardı. Tunceli’den ayrılırken hiç silinmeyecek bakışlar, yüzler ve sesler kalmıştı aklımda. (2)
Ertesi gün sonra Skorskylerle, Nemrut’un üzerinden Van’a uçmuştuk. Yine ne yana baksak, neye dokunsak terörün izleri vardı çevrede. Bir köy ilkokulunu basıp öğretmenleri öldüren PKK’nın geride bıraktığı acıları yakından gözlemiştik. Gezinin sonunda göreceklerimizi görmüş, notlarımızı tutmuş, kurgulanacak kasetleri çantalara yerleştirmiş Ankara’ya dönmeye hazırlanırken, Elazığ’da çekilmişti bu fotoğraf (Genelkurmay geziye katılan gazetecilere sonradan bunları servis etti).
Aslında hiç düşünmüyordum fotoğrafı kullanmayı.
On altı yıl geçti üstünden.
Tutunabileceğimiz tüm insani değerlerin bozuk para gibi harcandığı bir ülkede yaşıyoruz artık.
Bu noktadan hareketle hayatının yirmi yılını televizyon haberciliğine adamış, iki binin üzerinde tartışma programını hazırlamış ve sunmuş birisi olarak kuşkusuz medyayı, harcanan değerler noktasında daha yakından izliyorum. Vurgulamaya çalıştığım aşınmayı çırılçıplak açığa vuran sektörlerin başında geliyor medya. Yalanlarını, bilgi kirliliğini, ilkesizliğini ne kadar profesyonelce kurgulasa da, içler acısı halini görebiliyorum. (3)
Tarık Akan’ın vefatından sonra “Alo Fatih” benzeri yaratıkların koro halinde sanatçıya hakaretler yağdırdığı günlerde, havuz medyasının döküntülerinden Ankara çıkışlı bir kanalda o programı izlediğimde, arşivdeki fotoğrafı kullanmaya karar verdim.
Programın yalnızca eline tutuşturulmuş soruları sormakla görevlendirilmiş sunucusunun karşısında oturan şahıs, bir “haber” sitesinin sahibi ve aynı zamanda iktidara tetikçilik yapan bir “gazete”de köşe yazarıydı. Uzun zamandır ekranlarda şöyle bir yayıncılık anlayışı gelişti: İşini uyduran konuk programda hiç durmadan konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor, sunucu arada bir şey sorup susuyor, susuyor, susuyor. Karşıdan bakıldığında bir süre sonra masaya yerleştirilmiş saksı ve önünde geviş getiren deve görmeye başlıyorsunuz. Bu defaki deve, Tarık Akan’ı tanıdığını vurgulayarak “Keşke ideolojik davranmasaydı, yalnızca sanatıyla ilgilenseydi, izleyicisine haksızlık yapmasaydı” diyor. Saksı başını sallayarak onu onaylıyor ve Akan’ın milli, manevi değerlerimizi hiçe saydığının altını çizip ihanetle suçluyor.
Benzer programlarda hep şunu gözledim: Saatlerce konuşmak üzere kendini kodlamış olan kişi bir süre sonra kahraman edasıyla coşuyor, haykırıyor, dünyayı ben yarattım özgüveniyle suçluyor, karar veriyor, bağışlıyor, asıyor, kesiyor. Konuşmazsam, yazmazsam ülke batar, halk yönünü kaybeder eksenindeki bu kahramanlık saplantısının kökleri aslında geçmişe uzanıyor. Kimseyi hedef alarak söylemiyorum ama fotoğraftaki gazeteciler arasında da kendini kahraman sananlar yok muydu? Burada önemli olan isimler değil; anlayış, yaklaşım, bakış açısı.
Gazeteci yalnızca haberi doğru noktadan yakalamak, doğru soruları sormak ve bunu topluma eksiksiz biçimde aktarmakla yükümlü olan kişidir.
O nedenle gazeteciden kahraman olmaz.
Bazen bu misyonu siz istemeseniz de üzerinize yüklerler.
Gazeteciden kahraman yaratma saplantısı toplumun kendi ayağına vurduğu bir prangadır.
Karar verme, yön belirleme aşamasında kendi aklıyla, özgür iradesiyle, vicdanıyla bunu gerçekleştiremeyenlerin hep pusulaya gereksinme duymaları, tehlikelerle dolu bir maceradır. Özellikle çağımızda demokrasilerin, yasaların, aklın, bilimin güvencesi altında yaşamayı seçenler için, ülkede durmadan konuşan, ahkam kesen, esip gürleyen kahramanlar yaratma anlayışı ayakları yere basan bir düşünce değildir.
Demokrasilerin eksiksiz biçimde uygulandığı hangi ülkede bizdeki gibi kahramanlık hikayeleri duyarsınız?
Çapı biraz daha büyütelim.
On altı yıl önce Genelkurmay’ın terörle mücadelede elde edilen başarıları yerinde göstermek üzere toplayıp götürdüğü gazeteci ordusuna o gün anlatılanlarla, bugün anlatılanlar arasında ne değişti?
Değişen, bizde tehdit algısı uyandıran düşmanlarımızın hızla artan sayısı ve kahramanlık hikayelerimiz oldu.
Sizce bunda bir tuhaflık yok mu?
Şimdi Amerika’nın gözünü petrol ve dolar bürümüş politikalarının sonucunda cehenneme dönen Irak ve Suriye’den kahramanlık hikayeleri çıkarmaya geldi sıra.
Tüm bunları üst üste koyduğumuzda geriye söylenecek tek bir söz kalıyor:
Kim neyi kurgularsa kurgulasın, foyası iyot gibi çıkacak açığa.
Çünkü kahramanlar çağı bitti.
(1) Fotoğraftaki sıraya göre altta, yere çömelmiş durumdakilerin ilk altısı haber kameramanları. Haber koordinatörlüğü yaptığım tarihlerde tanıdıklarımdan baştaki Atilla Uslu (benle çalışmıştı). Aynı sırada beşinci kişi yine kameraman Zahidin Köşüş –Ziko (Reha Muhtar’ın habercilik kavramını kepaze ettiği dönemlerde onunla çalışıyordu). Yine aynı sırada yerde çömelmiş durumdaki subay dönemin Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı Salih Zeki Çolak, bugünün Kara Kuvvetleri Komutanı. Yine aynı sırada sondan bir önceki beyaz gömlekli, lacivert montlu Cumhuriyet yazarı Deniz Som (vefat etti). Onların arkasında ayaktakilerden, kahverengi ceketli, çizgili kravatlı, beyaz yaka kartlı Mehmet Akarca (Kanal D Ankara Temsilcisi). Akarca’nın yanındaki subay Engin Alan (Eski MHP Milletvekili-Balyoz Davası sanığı). Alan’ın arkasındaki lacivert gömlek, siyah ceketli Murat Yetkin. Alan’ın yanındaki kollarını kovuşturmuş kişi ben. Yanımdaki siyah paltolu İsmet Berkan. Berkan’ın yanındaki çizgili gömlekli Cumhuriyet yazarı Hikmet Bila (vefat etti). Yanındaki kardeşi Fikret Bila (Hürriyet yazarı, Milliyet eski Ankara Temsilcisi). Bila’nın sol arkasındaki Cumhuriyet eski Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay. Bila’nın sağ arkasındaki yalnızca yüzü görünen Bilal Çetin. Çetin’in yanındaki hanımdan sonraki Hasan Bülent Kahraman ve Emin Pazarcı. Pazarcı’nın yanında telefonla konuşan kişiden sonrakiler Zaman yazarı Türker Alkan ve Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever. Alkan’ın arkasında yüzü görünen kişi Hürriyet Genelkurmay muhabiri Metehan Demir.
(2) Bu fotoğraf ve Tunceli gezisi daha sonra 2012’de yayımlanan üçüncü romanım Özgürlük Kampı’na farklı boyutuyla girdi.
(3) Bunun ne anlama geldiğini beşinci romanım Ruhu Terbiyesiz Adam’ı konuştuğumuz TRT Radyo1’deki programda açıkladım: http://ferhansayliman.com/ruhu-terbiyesiz-adam-trt-radyoda/
* Bu yazı ilk olarak ferhansayliman.com adresinde yayımlanmıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.