Merakın, Hurşit Külter’in yaşamasının önüne geçmiş. Bunu da sen anla artık… Çok dikkat etmelisin, çünkü sen de hükümet gibi kandırıldık demeye başladın. Sen öyle deyince Ahmet Hakan da “Artık kimse gözaltında kayıplara inanmayacak” diye yerini yaptı hemen; ki o hemen yuvasını yapandır “Kamuoyu baskısı olmasaydı beni orada hemen öldüreceklerdi” diyor Hurşit Külter. O, kamuoyuna teşekkür ediyor ama […]
Merakın, Hurşit Külter’in yaşamasının önüne geçmiş. Bunu da sen anla artık… Çok dikkat etmelisin, çünkü sen de hükümet gibi kandırıldık demeye başladın. Sen öyle deyince Ahmet Hakan da “Artık kimse gözaltında kayıplara inanmayacak” diye yerini yaptı hemen; ki o hemen yuvasını yapandır
“Kamuoyu baskısı olmasaydı beni orada hemen öldüreceklerdi” diyor Hurşit Külter. O, kamuoyuna teşekkür ediyor ama devletin insanları öldürmesini engellediği bir kısım kamuoyu “kandırıldık” diye cümleye giriyordu. Cümleye giriyor ama bir türlü çıkamıyordu. Ölümün hangi cümlesinden çıkılabilirdi ki…
Çıkamıyor yazdıkça daha da batıyorlardı…
Bu bir kısım “kamuoyu”nun istediği neydi.
Sorular vardı sormak istediği.
Devlet dişini sıkmış ve öldürmekten bir anlığına ertelemişti ki kaçıp kurtulabilmişti o. Ve herkes bu ülkenin; devrimcileri, Alevileri, Kürtleri, Ermenileri için ne değerliydi o erteleme anları, bilirlerdi.
O anda kaçıp kurtulabilirdin bazen, bazen de…
Nihayet bu ülke bir an kahraman ilan ettiğini diğer an da hain ilan etmez miydi?
Bir an “Dersim” diyen başbakanlar, diğer anda Alevileri kürsülerden yuhlardı mesela…
Bir anda Maraş’a saldırılırdı ve öldürüleverirdiniz bir gecenin içinde.
Bir gecenin içinde Çorum’da, Bahçelievler’de, 6-7 Eylül’de…
…
Hurşit Külter’in sağ olması infial yaratıyordu bir kısımda…
Yaşamın infial olduğu bir ülkeydi artık burası; ki zaten her katliamdan sonra sağ kalanlar dahi “Ben niye ölmedim” der. Dayanamazdı herkes ölmüşken yaşamaya…
Yoksa biz acıyı mı seviyorduk artık?
Mutluluğun dahi sadece bir halka bahşedildiği, hem Türk hem “Mutlu olacaksın!” diye dayatılan bu topraklarda mutluluğu tırnaklarımızla eşit ve özgürlük içinde yaşayamaz mıydık?
Alışmış mıydık, seviyor muyduk artık başaramamayı?
Dün başarmaya bir kaç gün kaldı derken bugün çok uzak gören halimiz, ahvalimiz?
Dengeyi kuramaz mıydık yani?
Bir uçtan bir uca mı sürüklenecektik yani hep böyle?
…
Hurşit Külter’in senin sayende başarması sinirlerini bozuyordu bu sefer…
Kendi sözünün değerini bilmemek hali miydi bu?
Devlet senden çekiniyordu işte; ki gerçekte de böyleydi…
Gezi’de ne çok korkmuştu, hatırlasana.
Ne çok korkmuştu “Ben olmadığım halde ne bir hırsızlık ne de açlık var”, “İnsanlar bensiz olduğu halde mutlu”. Herkes mutluydu işte ve bir mafya gibi derhal müdahale etmeliydi.
İnsanların devletsiz mutlu olmaları, devlete ihtiyaç duymayan insanların başarısı ne çok korkutmuştu devleti, unuttun mu?
O halde nedendi bu “kandırıldık” tivitlemeleri.
Kanar mıydı aslında insan?
Ki devlet hep muhaliflerine “Beyni yıkanmışlar, kandırılmışlar” demez miydi?
Böyle derdi ki; bu devleti eleştirmek “Aklı başında olanların işi değildir” propagandası yapardı;
Akıllı olsaydın, devletin “muhteşemliğini” görürdün!
…
Sen öyle tivitleyince Ahmet Hakan da böyle yazıyordu senin açtığın yoldan, ki o çok iyi koklar havaları…
Sen şimdi merakını gidermeye çalışıyorsun bunu anlıyorum.
Merakın, Hurşit Külter’in yaşamasının önüne geçmiş. Bunu da sen anla artık…
Çok dikkat etmelisin, çünkü sen de hükümet gibi kandırıldık demeye başladın.
Sen öyle deyince Ahmet Hakan da “Artık kimse gözaltında kayıplara inanmayacak” diye yerini yaptı hemen. Ki o hemen yuvasını yapandır.
Binlerce gözaltında kaybın olduğu bu ülkede bir an ölümden kurtulunca böyle yeri yapılırdı hemen bu topraklarda.
Bir Ermeni unutulmuşsa soykırımda “Soykırım yapsak hepsini öldürürdük” demiyor muydu ırkçılar?
İşte o öldüremediğinden yola çıkarak kendini izah edenleri çok iyi biliyorsun sen aslında.
Biliyor ama sen yine de kendini kaybediyorsun…
Hurşit Külter artık katledilememenin adıdır. Zalime rağmen yaşamanın adıdır.
Ve bir dönemin başlangıcıdır…
Yaşamın başlangıcıdır.
İşte buna alışmanı öneririm.
Yaşama alış…
Sözünün karşılığı olduğuna, bir değerinin olduğuna alış…
Başarmaya alış…
Kürdün ölüsünün sevildiği günler bitti. Sadece Kürdün değil, tüm halkların eşit ve özgür yaşadığı günleri sevmeye alış…
Sıkıldım “yetmez ama evet”inden “kandırılmışım” yolculuğuna.
Sıkıldım didaktik solculuğundan.
Sıkıldım düz siyasetinden.
Sıkıldım gittiğin köylerde bile evlerin fiyatlarını milyon liralara taşımandan.
Sıkıldım sürekli “ama ben” diyen bencil dillerinden.
Sıkıdım “hayat veriyor gözüküp, kahır arzulayan” dillerinden
Sıkıldım Kürt halkını, doğayı dahi kendi duyarlılığının nesnesi olarak görmenden.
Sıkıldım ne olursa olsun “her şeyi bilen” halinden.
Sıkıldım Sokrates gibi “Bilmiyorum” diyip “Aslında ben her şeyi biliyorum” diyen hallerinden…
Sıkıldım derin gözüken sığlığından.
Sıkıldım ısrar eden devrimcileri mezar bekçisi diye adlandırmandan
Sıkıldım ısrar eden ve başarılı olan devrimcilere “sinir” olmandan.
Sıkıldım “Devrim olsa şunu şunu yapamam” diyen hantallığından.
Sıkıldım sürekli bekleyen devrimin öznesi olmamandan.
Sıkıldım hayallerini bir başkasının sırtına yüklemeye çalışmandan.
Sıkıldım, hayatını feda eden devrimcilere “Ama yaşam” deyip devrimciler başarınca “Ama yine ama” diyen dillerinden…
Sıkıldım kibrinden.
Sıkıldım “Taranta Babu” diyip orada adı geçen Mussolini’yi bilememenden.
Sıkıldım “Taranta Babu” diyip “Yaşasın Hurşit Külter!” diyememenden.
Mussolini’nin öncesinde bir “sosyalist” olup insanlığını ve ruhunu kaybedince nasıl da bir faşiste dönüştüğünü bilememenden.
Sıkıldım kendini hep haklı görmenden…
Sıkıldım Gezi’nin ertesi günü sanki sürekli milyonlarca insanı sokağa taşıyabiliyormuş gibi konuşan, dudak büken dillerinden…
Sıkıdım Cizre Şırnak’ta bodrumlarda insanlar katlediliyorken, kendi küçük hayatını büyük zannedip korkmandan, bir tivit bile atamamandan.
Ola ki tiviti atmışsan da bunu her şey sanmandan.
Dinle küçük adam kitabını unutmandan çok sıkıldım.
Sözünün ağırlığını taşımamandan sıkıldım.
“Kandırıldım” değil bile isteye bu fikre sahibim diye dik duramayan halinden sıkıldım.
Sıkıldım Amin Maalouf paylaşıp ne dediğini unutan tivitlerinden.
“Herkes kendi tanrısına, diğerlerinin dualarını susturması için yakarıyordu.”
* Amin Maalouf, “Doğunun Limanları”.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.