Politik aldatma komplonun birinci ayağıdır. Politik aldatma ile kitlelerin tamamen kazanılması ve ikna edilmeleri yeterli değildir. Politik aldatma sayesinde komplocular, kitleleri sadece belirli bir süre için kazanırlar ya da en azından tarafsız hale getirebilirler. Bu politika, aldatmaya dayalı olduğu ve sürdürülemeyeceği için kitleler kısa bir süre sonra eski siyasal tercihlerine geri döneceklerdir. İşte komplocular kitlelerin […]
Politik aldatma komplonun birinci ayağıdır. Politik aldatma ile kitlelerin tamamen kazanılması ve ikna edilmeleri yeterli değildir. Politik aldatma sayesinde komplocular, kitleleri sadece belirli bir süre için kazanırlar ya da en azından tarafsız hale getirebilirler. Bu politika, aldatmaya dayalı olduğu ve sürdürülemeyeceği için kitleler kısa bir süre sonra eski siyasal tercihlerine geri döneceklerdir. İşte komplocular kitlelerin eski politik tercihlerine geri dönüşünü engellemek için, politik aldatmayı, psikolojik hareketin temeli olan komplolar ile birleştirdiler/ birleştirmektedirler
Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları 18 Temmuz’da Ankara Kocatepe’deki cenaze töreninde, darbe girişimi sonrası ilk kez birlikte görüntülenmişti
Modern toplum ortaya çıkışından bu yana iki tür darbe biçimi ortaya çıkarmıştır. Bunlardan ilki direk bir askeri darbedir. Bu darbe doğrudan askeri ya da sert güçlerin belirleyiciliği temelinde, dolaylı ya da yumuşak güçlerin (ideolojik ve politik araçların) ona bağlandığı bir yapıya sahiptir. Direk askeri darbe, halkın ve demokratik güçlerin ve de yine başka anti-demokratik güçlerin şiddet araçlarının kullanımıyla bastırıldığı bir darbe biçimidirki modern dünyada giderek pek kabul görmeyen bir yapıya sahiptir. Kapitalist üretim ilişkilerinin dünya genelinde derinleşmesi ve yaygınlaşması ve de toplumların ticaret ile birbirlerine bağlanmasının sonucunda liberal değerlerin güçlendiği bir dünyada, toplumsal meşruluk daha çok seçim sistemi etrafında örgütlendiği için, askeri darbeler hem içte hem de dışta pek fazla destek görmeyen bir yapıya sahiptirler.
Modern toplumda ikinci tür darbeyi, ideolojik ve politik güçlerin yani yumuşak güçlerin belirleyiciliğinde, askeri ya da sert güçlerin onu tamamladığı ve de özellikle seçimlerin ve kamuoyunun manipüle edilmesine bağlanan darbe oluşturur. Bu darbe biçimi daha çok “post-modern darbe” diye adlandırılır. Buna “üstü örtülü darbe” de denebilir. Kemalistler ve ordunun 28 Şubat 1997 darbesi ve AKP-Cemaat İttifakı’nın Ergenekon Komplosu Darbesi ve yine Erdoğan’ın “15 Temmuz Darbesi” bu kategoriye girerler. Özellikle bu sonuncuları daha fazla bu kategoriye girerler.
28 Şubat darbesine önderliği daha çok ordu yaptığından dolayı, bu darbe daha çok birinci tip ile ikinci tip arasındaki bir darbe şekline benzemektedir. Ancak AKP-Cemaat’in Ergenekon Komplosu Darbesi ve Erdoğan’ın “15 Temmuz Darbesi”, tamamen ikinci tipte bir darbe olup, “sivil görünüm içerisinde asker ruhu şeklinde” gerçekleşmiştir. İşte bu ikinci tür darbenin savaş biçimi, psikolojik savaş’tır. Bu ikinci darbe türünde siyasal güçler, Psikolojik Savaş aracılığıyla iktidarı ele geçirmeye çalışırlar.
Toplumsal örgütlenmesi ve meşruluğu seçim sistemi etrafında örgütlenmiş bir toplumda, iktidarı ele geçirmek isteyen güçler, bu seçim sistemini manipüle etmek için azami derecede çaba sarfederler. Bu noktada özellikle çaba sarfeden güçler, daha çok baskıcı ve otoriter bir siyasal sistem kurmak isteyen siyasal güçlerdir. Çünkü bu güçler normal seçim sistemi içerisinde, diğer siyasal partiler ile eşit koşullar altında seçime girdiklerinde, kendi gerici toplum düzenlerini kitlelere kabul ettiremeyeceklerini iyi bilmektedirler. İşte bu noktada bu güçler, herkesten daha farklı ve avantajlı bir şekilde seçime girmek ya da ellerinde bulundurdukları iktidarın ellerinden kayıp gitmesini önlemek için “bazı siyasi elemanlara” ihtiyaç duyarlar. Bu elemanların yasadışı ve gizli bir şekilde hazırlanarak, siyasi alanda kendilerine sunulmasıyla birlikte bu siyasi güçler, seçimlere katılan normal siyasi güçlerden nitelik olarak ayrılırlar. Bu andan itibaren yasadışı yollar ile kendilerine sunulan elemanları kullanan siyasi güçler, normal seçime katılan siyasal güçler değildirler, psikolojik savaş yürüten güçlerdir. Çünkü diğer partiler karşısında elde etmiş oldukları siyasi güçlerini, yasadışı ve gizli faaliyetlere dayandırmışlardır.
AKP-Cemaat İttifakı’nın Ergenekon Komplosu Darbesi’nin ve son 15 Temmuz Darbesi’nin yöntemini oluşturan Psikolojik Savaş yöntemi o halde nedir? Meclis Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Raporu, psikolojik savaşın yapısını ve amaçlarını şöyle özetlemiştir:
“Psikolojik Harekât (PH)”, genel olarak, insanların duygu ve düşüncelerinin etkilenmesi için yürütülen her türlü faaliyet olarak tanımlanmaktadır. Kavramda “psikolojik” denilmesinin sebebi, yürütülen faaliyetlerin insanların etkilenmesi ve belli amaçlar doğrultusunda yönlendirilmesidir. Propaganda faaliyetlerinde, nihai hedefler doğrultusunda belirlenen temalar basın-yayın araçları yoluyla hedef kitlelere iletilmektedir. Söz konusu hedef kitle, “dost, düşman ve tarafsız unsurlar” olmak üzere, üç ana gruba bölünmektedir. Yürütülecek faaliyetlerde, öncelikle, “tehdit unsuru” olarak tespit edilen hedef kitlenin psikolojik yönden çökertilmesine çalışılır. PH planında “dost unsur” olarak tespit edilen hedef kitlenin ise benzer yöntemlerle psikolojik yönden güçlendirilmesi amaçlanır. PH planında “tarafsız unsur” olarak tespit edilen hedef kitlenin, benzeri tedbirler yoluyla, “dost unsurlar” yanına çekilmesi esastır. Bu mümkün olamıyorsa da, en azından, tarafsızlık vasıflarının korunmasına gayret edilmektedir.(…) Psikolojik harp, hedef kitle içinde belirlenen dost, düşman ve tarafsız unsurların nihai amaç doğrultusunda yönlendirilmesi; onların hayat görüşlerine, duygularına, düşüncelerine, inanç ve hislerine yönelik olarak psikolojik harekat faaliyetleri icra edilmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Psikolojik harekat ise sözkonusu psikolojik harpte yürütülecek faaliyetlerin belli bir plan doğrultusunda uygulanmasıdır.” (30 Kasım 2012, Meclis Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Raporu,s.32)
İşte Ergenekon Komplosu ve 15 Temmuz Darbesi, komisyonun yukarıda kısaca özetlediği bu psikolojik savaşa ve bu savaşın özelliklerine dayanmaktadır. Komisyonun da belirttiği gibi, psikolojik savaşın amacı, belirlenen hedef kitle içerisindeki dost, tarafsız ve düşman unsurlarının asıl amaç doğrultusunda yönlendirilmesidir. Bu yönlendirmenin amacı ise gerek seçimlerde gerekse de belirli bir konjonktürde (15 Temmuz’da olduğu gibi) AKP’nin güçlenmesini ve diğer partilerin zayıflatılmasını içermektedir.
AKP’nin seçmen kitlelerini ya da belirli bir konjonktürde belirlenen bir politik hedef için kitleleri, büyük oranda kendisine doğru yönlendirmek için, onların bağlı oldukları partiler ve siyasi güçlerle bağlarını kopartması ya da zayıflatması gerekmektedir. İşte bu bağlantıyı da dolaylı ve gizli güçlerle suikast ve terör eylemleri gerçekleştirerek ve düşman gördükleri siyasi güçleri de bunlarla ilişkilendirerek, büyük seçmen kitlelerini düşman gördükleri bu siyasal güçlerden koparmayı başarmışlardır. O halde AKP’nin psikolojik savaşının amacı, düşman gördüklerini, kendi organize ettikleri suikast ve terör eylemleriyle İLİŞKİLENDİRMEK ve bu ilişkilendirme aracılıyla kitleleri YÖNLENDİRMEKTİR. Psikolojik savaşın amaçlarını oluşturan ilişkilendirme ve yönlendirme ise “toplumsal algı süreçlerinin kontrolünü” ve bu kontrolü sağlayan araçların düzenlenmesini gerekli kılmaktadır.
Toplumsal algı kontrolünün gerçekleştirilebilmesi için, “toplumsal algının oluştuğu ya da geçtiği süreçleri” birbirinden koparacak ve istenilen algının oluşumunu sekteye uğratacak engellerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. İstenilen toplumsal ilişkilendirme ve yönlendirme algısının oluşması ise rejimin temellerinin değiştirilmesi süreciyle birlikte ilerleyen bir süreçtir. Aksi taktirde istenilen toplumsal algı biçimleri (ilişkilendirme ve yönlendirme) oluşturulamaz.
Bu noktada toplumsal algı kontrolünü engelleyen en büyük engel, zaaflı da olsa kuvvetler ayrımının varlığıdır. Devletin kuvvetler ayrılığı ilkesi, istenilen toplumsal algı biçimlerinin yaratılması önündeki en büyük engeldir ve bu engel kaldırılmaksızın, psikolojik harekat istenildiği ölçüde örgütlenemeyeceği gibi psikolojik savaşın amaçları da istenildiği ölçüde gerçekleştirilemeyecektir. Bundan dolayı AKP, önce Cemaat ile birlikte sonra da tek başına, içiçe geçmiş komplolar sürecinde, alttan alta devletin kuvvetler ayrılığını tamamen ortadan kaldırarak ve onun yerine “kuvvetlerin tekliği” ilkesini geçirerek ve buna medyanın ele geçirilmesini ve baskı altına alınmasını da ekleyerek, psikolojik olarak müthiş bir toplumsal vurucu güç oluşturdu.
Bu “psikolojik toplumsal vurucu güç”, kuvvetler ayrımı ortadan kaldırıldığı ve başkalarının ellerindeki psikolojik araçlarlar alındığı için, iki defa güçlü bir yapıya sahiptir. Birinci olarak başkalarını aynı güçlerden mahrum bıraktığı için ve ikinci olarak da kendi psikolojik araçlarını arttırdığı için.
Devletin kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılmasıyla, istenilen algı biçimlerinin oluşturulması ilişkisine biraz daha yakından bakmak gerekir.
Seçim sistemi etrafında örgütlenmiş bir toplumun, bu seçim sisteminin özelliklerini yansıtan belirli bir siyasi biçime sahip olması zorunludur. Burjuva-demokratik bir toplumda seçim sisteminin varlığı, toplumun eşit vatandaşlara bölündüğü ve bu eşit vatandaşların birlikteliğinin de Cumhuriyet biçiminde bir bütün oluşturduğu anlamına gelir. Cumhuriyet eşit haklara sahip olan yurttaşların siyasi olarak bir bütün oluşturduğu toplumdur. Vatandaşlar arasında eşitlik olmadan Cumhuriyet olmaz.
Ama bu Cumhuriyet tek eşit haklara sahip olan yurttaşlar topluluğu değildir, ama aynı zamanda, hareketli ve dinamik bir yapıya sahip olup, sürekli birbirleriyle etkileşim halinde olan yurttaşlar topluluğudur. Bundan dolayı bu etkileşimi sürekli eşit bir şekilde yönetecek bir işlevsellik zorunludur. Toplum bu işlevselliği herkes için aynı mesafede olan belirli toplumsal kurumların örgütlenmesi (demokrasi) sayesinde elde eder. İki vatandaşın birbiriyle ilişkisi sürecinde her ikisi için de aynı mesafede olan ve birbirlerini ayrımları içerisinde dengeleyen ve ruhunu Anayasa’dan alan üç temel organ (yasama,yürütme ve yargı) normalinde vatandaşların eşit yurttaşlık haklarının garantisi olarak işlev görmektedir.Eşit yurttaşlardan oluşan Cumhuriyet’in,kuvvetler ayrımının olduğu Demokrasi ile birleşmesi,Demokratik Cumhuriyet’tir ya da kısacası burjuva-demokratik cumhuriyettir.
Ama bütün burjuva toplumlar bu örgütlenme biçimine sahip değillerdir. Biçimsel olarak cumhuriyet olan ama içeriksel olarak demokratik bir işleyişe sahip olmayan bir çok burjuva siyasi biçim vardır ve bu biçimler genellikle burjuva-demokratik yapının genel ölçüsüne göre yani ona yaklaşma ve uzaklaşma derecelerine göre belirlenirler.
Kuvvetler ayrımının az çok olduğu, sorunlu da işlediği bir toplumda,bir kişinin bir suçla ilişkilenmesi bir çok aşamadan geçen bir süreç işidir.Kişi gizli bir soruşturma sürecinden geçmeden, somut ve gerçek delil ve kanıtlara dayanarak suçu işlediği ispat edilmeden suçsuzdur ve bu temelde yurttaşlık haklarına sahiptir.Hatta cezası kesinleştiği zaman bile tutsak olarak yurttaşlık haklarına sahiptir.
Bir ülkede soruşturmanın gizliliği ihlal edilip ve bizzat savcılar tarafından üstelik de sahte delil ve kanıtlara dayalı iddianame medyaya sızdırılıyorsa ve bunu yapan savcılar hakkında işlem yapılmıyorsa,bu savcıların Yürütme tarafından korunduğu ve her iki tarafın ortak bir politik amaç etrafında biraraya geldikleri anlamına gelir.Burada amaç suçun mahiyetini araştırarak suçluyu bulmak değil,kitlelerin duygu ve düşüncelerini belirli bir politik amaç doğrultusında etkilemek olduğu için,”siyasallaşmış bir hukuk” sözkonusudur,ki kuvvetler ayrımı ortadan kalkmadan bunun gerçekleşmesi mümkün değildir.
Kuvvetler ayrımının olduğu bir burjuva-demokratik politik sistemde, suç, vatandaşlar arasındaki eşitliğin bozulması ve suçlunun cezalandırılması da vatandaşlar arasındaki eşitliğin tekrar tesis edilmesi anlamına gelir.Burada kamunun temsilcisi mahkemedir.Mahkeme kamu adına suçluyu ortaya çıkararak (elbette adli kolluk güçleriyle birlikte) , kamunun genel çıkarlarını korur. Kamunun çıkarlarının temsilcisi mahkeme olduğu için, dava dosyasının dışarıya taşmasının bir gereği yoktur. Çünkü mahkemeler aracılığıyla kamu kendi kendisini sürekli arındırmaktadır ve bozulan dengeyi sürekli onarmaktadır. Burada yargının işleyişinin amacı,suçlu ve suçsuzu birbirinden ayırarak ve suçla orantılı bir şekilde suçluyu cezalandırarak, vatandaşlar arasındaki eşitliği korumaktır.
Ancak kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırıldığı bir yargı sisteminde amaç, vatandaşlar arasındaki eşitliği korumak değil, belirli bir siyasal çizgiyi korumak, kollamak ve ona ayrıcalık sağlamaktır. Bu iktidardaki bir çizgi olabileceği gibi, Ergenekon Komplosu’nda olduğu gibi, daha iktidarda olmayan ama ona “hazırlık yapan” bir siyasal çizgi de olabilir. AKP-Cemaat İttifakı, 1990’lı yılların sonlarında yani komplonun başlangıcında, yürütme ve yargı içerisindeki güçlerini birleştirerek, iktidardaki siyasal çizgi de dahil başka güçleri zayıflatmak ve iktidarı ele geçirmek için kullanmışlardır. İktidara geldiklerinde de kuvvetler ayrılığının tamamen ortadan kalkmasını sağlamışlardır. Erdoğan’ın son 15 Temmuz Komplosu ise devlet içerisinde gücün konsolide edilmesi ve bu temelde yeni faşist rejimin önündeki engellerin kaldırılmasına bağlanmıştır. Yani Erdoğan 15 Temmuz Komplosu ile “toplumun dönüştürülmesi”nin önündeki engelleri kaldırmıştır. Psikolojik savaş temelindeki komplolar, gücün sürekli yoğunlaştırılması ve tek elde toplanmasının önündeki engelleri bertaraf etmenin tarihsel-sosyal kaldıracı olarak işlev görmüşlerdir.
Psikolojik savaş, kitlelerin duygu ve düşüncelerinin belirli bir siyasal amaç doğrultusunda yönlendirilmesi olduğu için, bu yönlendirmeyi sağlayacak algının “güçlü” bir şekilde oluşturulması zorunludur. Çünkü kitleler normal koşullar altında kendi düşüncelerinden kolay kolay vazgeçmezler. Kitleler genel ve homojen bir yapıda değildirler ve farklı gruplara, katmanlara, sınıflara, etnik ve inanç gruplarına bölünmüşlerdir ve de normal koşullarda bu kesimlerin “sosyal öncüleri” , farklı odaklardan gelen algıları bu kesimlerin çıkarlarına göre bir “ideolojik filtre”den geçirerek bu kesimlere iletirler. Bu durum farklı odaklardan gelen algılara karşı bir ideolojik kalkanın oluşmasına yolaçar. İşte psikolojik savaşın amaçlarından bir tanesi, bu ideolojik kalkanın parçalanarak, onun etkisi altındaki kitlelerin “ideolojik savunma mekanizmaları”nın ellerinden alınarak, dış dünyaya karşı savunmasız bırakılmasıdır. Kitlelerin bu ideolojik savunmasızlık haline sokulması, yeni bir politik tutum almalarının önkoşuludur. Ama bu süreç sanıldığı gibi o kadar basit değildir ve çok karmaşık süreçlerin bir sonucu olarak ortaya çıkar.
Çünkü kitlelerin sosyal tutumları, belirli bir sosyal ve tarihsel bilincin ürünü olduğu için, çok güçlü değer sistemleri üzerine oturur. Özellikle sosyal konularda bir tutum değişikliği, kişinin içselleştirmiş olduğu değerler sisteminin çok güçlü sosyal elemanlar aracılığıyla boşa çıkarılması ve onlara olan bağlılığının zayıflatılması sonucunda ortaya çıkabilir.
Kitleler bir çok odak ve çevreden kendilerine ulaşan mesajlarla çevrilidirler ancak aynı zamanda kendi sosyal değer sistemlerinin ideolojik filtrelerine de sahip oldukları için, kendi etraflarını saran bütün mesajlarla da ilgilenmezler ve bu mesajları tarayarak, ayıklarlar. (Bakınız Tutum, Algı, İletişim, Prof.Metin İnceoğlu, s.1, Beykent Üniversitesi Yayınevi)
“Kitle iletişim araçlarının gönderdiği mesajlar, toplumdan soyutlanmış tek tek bireylere değil, şu ya da bu grubun üyesi olan, gruplar içinde yaşayan insanlara yöneliktir. Bu nedenle medyadan gelen mesajlar grup bağları ile donatılmış birey ile karşılaşıldığında normların filtresinden geçmek zorundadır.” (Metin İnceoğlu,a.g.e.s.1)
Bireyler dış dünyadan kendilerine ulaşan bilgileri ve bu bilgilerin içeriklerini sürekli olarak kendi “toplumsal öncüleri” olan entellektüeller ve politikacılar aracılığıyla dengelemeye çalışarak, bu dış dünyanın etkilerine karşı bir sosyal direnç elde ederler. Onların bu sosyal direncini zayıflatmak ise onların kendi entellektüel ve siyasal öncüleriyle olan bağlarının zayıflatılmasıyla ve bu temelde ideolojik savunma mekanizmalarının yokedilmesiyle mümkündür.
Kitlelerin toplumsal tutumlarının biçimi ile ideolojik ve siyasal öncülerinin toplumsal ve tarihsel kurumlaşmaları arasında bir ilişki mevcuttur. Toplumsal ölçekte ideolojik ve siyasal kurumlaşma olmadan, kitlelerin sosyal tutumlarının belirli bir biçim içerisine girmesi mümkün değildir. Bu durum özellikle siyasi tutum için çok daha geçerlidir. Toplumsal siyasi özneler, kitlelerin sosyal ve siyasi tutumlarının şekillenmesinde temel bir yere sahiptirler ve yerine göre hem onları koruma hem de yönlendirme temelinde hareket ederler. Bu yeteneklerini kaybeden siyasi özneler, kendi etkileri altında bulunan kitleleri de kaybederek ya zayıflarlar ya da tarihin arenasından silinirler.
Kitlelerde köklü tutum değişimlerini sağlayabilmek için, öncelikle onları bir arada tutan “toplumsal akılları”nın zayıflatılması ve güçten düşürülmesi gerekmektedir. Çünkü bireyin tutumu ile akılsal süreçleri arasında bir bağlantı sözkonusudur. Sözkonusu toplumsal tutum olduğu zaman, kişi farkında olsun ya da olmasın belirli bir ideolojik ve siyasal çerçevenin referanslarına göre hareket etmektedir.
“…tutumu, genel olarak insanın herhangi bir olay ya da durum karşısında olası bir tavır ya da davranış biçimini oluşturma eğilimi olarak alırsak, insanın her türlü davranışının kaynağında tutumun yer aldığını da kabul etmemiz gerekir.”
(Metin İnceoğlu,a.g.e.s.5)
Kişinin bir olay ya da durum karşısındaki tepkisi onun tutumunu oluşturur ve bu tepki aslında genel bir davranış sürecinin son halkasıdır. Çünkü tutum akılsal süreçlerin yani kişinin bütün ya da genel ile ilgili düşüncelerinin sonucunda ortaya çıkan bir davranış biçimidir. Algı, tasarım, sezgi, hisler vs. tek başına tutum almaya yetmezler. Bunların çok köklü düşünce yapılarıyla yani düşüncenin en üstün biçimi olan akılsal süreçler ile birleşmeleri ve birbirlerini tamamlamaları gerekir. Her algı, sezgi, tasarım ya da hisler kişinin akıl süreçleri üzerinde etkide bulunmazlar. Kişi kendi akıl yapısının ideolojik içeriğine uygun olmayan algıları eğer yeterli bir inandırıcılığa sahip değilse reddeder.
Bireyin tutum geliştirmesine giden yolda içiçe geçmiş olan bazı süreçler vardır: Duyum, algı, his, sezgi ve akıl süreçleri. Akıl geri kalan süreçlere içeriğini verir ve en genel düşünce süreçleriyle ilişkilidir. Bir yandan önceki biçimler tarafından etkiye uğrarken öte yandan bu önceki süreçlerin içeriğini belirleyen bir yana sahiptir. Çünkü akıl en soyut ve genel yandır ve de diğer süreçler gerçekliğini onun genelliği içerisinde bulurlar. Akıl süreçlerinin yapısını belirleyen ideolojik yapılar, his, algı ve sezgiyi de kontrol ederek, kitleleri istenilen politik ve sosyal hedeflere doğru yönlendirme olanağını elde ederler. Bundan dolayı aklın doğasını belirleyen genel bilgilerin ideolojik yapısı çok önemli olup, toplumsal akıl süreçlerinin başkalarının eline geçmesini önlemek için, ideolojik mücadeleden başka bir yol yoktur.
O zaman kişinin yeni bir tutum alabilmesi ve toplumsal özdeşleşme içerisinde olduğu ideolojik ve siyasi kesimlerden kopabilmesi ve farklı bir siyasi tercihe sürüklenebilmesi için, önce ideolojik yapısının çözülmesi ve daha sonra da “güçlü” bir algı yaratımı aracılığıyla bu ideolojik yapının değiştirilerek yeni bir tutum yaratımına yolaçılması sağlanmalıdır.
Düşman görülen güçlerin toplumsal temellerinin daraltılması yani onları destekleyen kitlelerin onlardan koparılması için iki şey gereklidir. Bunlardan birincisi, kitlelere yanlış yerde durdukları hissi ya da algısı vermektir. İkincisi ise kitlelerin özdeşleştikleri siyasal çizginin kadrolarının “yanlış işler” yaptıkları algısının oluşmasını sağlamaktır. Birincisi politik aldatma yoluyla elde edilir, ikincisi ise komplo aracılığıyla elde edilir. Birincisinde psikolojik savaşın direk güçleri kullanılırken, ikincisinde bu savaşın dolaylı güçleri kullanılır.
Normal bir insanın denge konumunu sürekli koruyabilmesi için ilk gereksinim duyduğu şey bulunduğu konumu sürekli bilmesidir. Yönünü ise böylece sürekli bulunduğu konuma göre belirleyebilmektedir. Böylece kişinin denge hali, sürekli olarak bulunduğu konum ile bu temelde elde ettiği yön sayesinde mümkün olabilmektedir. Kişi bulunduğu konumun bilgisini kaybettiği andan itibaren, yön duygusunu da kaybeder ve bunu ise “kaybolmak” kavramıyla ifade eder. Kaybolan bir kişi bulunduğu yeri bilmeyen bir kişidir ve bundan dolayı da sürekli olarak bir yön arayışı içerisindedir. Bir kişinin davranışının tümünü sürekli olarak iki temel biçime indirgemek mümkündür. Bu sürekli kendini konumlandırma ve bu temelde yönelmedir. Bütün kişi davranışlarında bu kendini konumlandırma ve yönelme durumu yatmaktadır. Bundan da kolaylıkla anlaşılır ki, kendi konumunu şu ya da bu şekilde kaybeden bir kişinin yönlendirilmesi de kolay olur.
Kişisel düzlemde doğru olan bu durum, toplumsal düzlemde de doğrudur. Kişi toplumsal olarak da kaybolabilir ve hatta AKP-Cemaat İttifakı’nın Ergenekon Komplosu’nda ve son olarak Erdoğan’ın 15 Temmuz komplosunda olduğu gibi, kitlelerin bu kaybolma durumu politik aldatma yoluyla bizzat hazırlanabilinir de.
Bir kişi kendi çevresindeki olay ve olgularla ilişkilerini kendi toplumsal konumuna ve bu konumun referanslarına göre kurar. Kendi toplumsal konumunun referanslarından hareketle yönünü ve ilişkilerini tayin eder ki, bulunduğu toplumsal konum da belirli bir toplumsal bilinçlenme sonucunda oluşmuştur. Kişinin toplumsal ilişkilerinin yönü, toplumsal konumunu oluşturan değerler sisteminin yapısına temelden bağlıdır. Kişi çevresindeki bütün olaylara, kendi toplumsal konumunu oluşturan bu değerler temelinde yaklaşır.
“Birey içinde yeraldığı çevre ile uyum sağlayabilmek için öncelikle kendi konumunu belirlemelidir. Böylece kendi konumundan hareketle dış çevresindeki olgularla, olaylarla, durumlarla, nesnelerle ve diğer bireylerle ilişkilerine yön verebilir, kendi yerini, dolayısıyla üstlenmesi gereken rol ve işlevlerini belirleyebilir. Bireyin kendi rol ve işlevlerini belirlemesi, aynı zamanda çevresindeki olgu, olay, durum, nesne ve diğer bireylerin rol ve işlevlerine ilişkin ayrımları da kolay yapabilmesi, dolayısıyla da onların konumlanış ve duruş biçimlerine ilişkin değerlendirmeler yapabilmesi yetisini geliştirmesini de kolaylaştırır. Bu da onun çevresiyle ilişkilerini düzenlemesinde büyük önem taşır. (Prof.Metin İnceoğlu,a.g.e.s.9)
Kişinin toplumla kurduğu ilişkileri yeniden düzenlemek ve onu başka bir toplumsal kulvara doğru yönlendirebilmek için önce onu kendi değerler sistemi ve bu değerler sisteminin temsilcileri ya da etkisinde bulunan kitlelerle çatışmaya götürecek bir toplumsal konuma sürüklemek gerekir. Kişi kendisine yeni bir toplumsal konumlanma ihtiyacı hissettiği ya da bu konumlanmayı temsil ettiğine inandığı bir toplumsal merkez bulduğuna inandığı andan itibaren, eski değerler ve bu değerlerin taşıyıcıları ile çatışmaya başlayacaktır.
Burada temel mesele, kişinin bulduğunu sandığı yeni toplumsal merkezin ne kadar samimi olduğu ne kadar olmadığı meselesidir. Söz konusu politik mücadele/iktidar mücadelesi olduğu zaman, taktik yaklaşım ve açılımlar her zaman sözkonusudur.
Ergenekon Komplosu’nda AKP-Cemaat İttifakı’nın kendi tabanları dışında ve özellikle “Merkez Sağ” denilen siyasi kesimin tabanını da kendi siyasal çizgilerinin kanatları altına almak için başvurmuş olduğu liberal taktikler, belirli bir kitlenin kendi toplumsal konumlarını farklı algılamalarına neden olmuştur. Halbu ki ne bu kitlelerin gerçek konumlarında bir değişme olmuş ne de komplocuların gerçek konumlarında ve siyasi niyetlerinde bir değişme olmasına rağmen, Türkiye’de bir kısım kitle (bunlar içerisinde bir kısım muhafazakar ve liberal aydınlar da vardır) kendi toplumsal konumlarının “koordinantlarını” kaybetmişler ve bundan dolayı toplumsal yönlendirilmeleri kolaylaşmıştır. Özellikle toplumsal konumlarında bu kayma hissine neden olan durum, AKP-Cemaat İttifakı’nın kendi gerici ve muhafazakar çizgilerini taktik olarak liberal bir çizgi ile örtme anlayışları ve bu temelde AB’ye üyeliğin liderliğini ele geçirmiş olmalarıydı.
AKP-Cemaat İttifakı’nın AB’ye üyelik söylemi, Türkiye’de bir kısım kitlenin kendi toplumsal konumlarını kaybetmesine neden olmuştur. Komplocuların bu söylemine doğru bir yönelim oluşturarak, daha önceki siyasi ve toplumsal yönelimlerinden kısmi olarak uzaklaşan bu kitle, giderek bir toplumsal karmaşanın ortasına düşerek kayboldular. AKP kendi Milli Görüş çizgisini terketmeden,”Merkez Sağ”ın büyük bir kitlesini, kendi Milli Görüş tabanının üzerine koymayı başardı. Kitlelerin AB üyeliği aldatma taktiğiyle kendi bulundukları konumlarına yabancılaştırılmaları ve bu temelde kısmi bir denge kaybına uğratılmaları, onların yönlendirilmelerinin başlangıcını oluşturmuştur.
AKP kendi Milli Görüş çizgisini değiştirmeden, sırf politik aldatma yoluyla kendi tabanı dışındaki bu Merkez Sağ kesimin tabanını nasıl elde etmiştir?
Bir kişisel tecrübemizden örnek vererek analizimize devam edelim. Bir çok kişi vereceğim şu örneği yaşamıştır:Ters istikamete giden ve geçici olarak yanyana duran iki tren ya da otobüslerden birisinin içerisinde bulunan bir kişi, kendi treni ya da otobüsü hareket etmediği halde diğer tren ya da otobüs yavaş yavaş hareket etmeye başladığı zaman sanki kendi binmiş olduğu tren ya da otobüsün hareket ettiği hissine kapılmış olur. Bu hissi yavaş yavaş hareket eden tren ya da otobüsten gözünü ayırmadığı zaman genellikle yaşar. Hız artmaya başladığı zaman da kendisinin durduğunu ve karşısındakinin hareket etmekte olduğu bilincine varır. Peki hareketin başlarında kendi treni ya da otobüsü hareket etmediği halde böyle bir algı yanılsamasını niçin yaşar?
Gözünü karşısındaki tren ya da otobüsten ayırmayan kişinin bilinci, görme duyumunun neden olduğu algı sürecinden dolayı, bir an için kendi bulunduğu konumu geri plana iter ve geçici olarak kendi konumunu unutur. Bunun nedeni düşüncenin aynı anda iki noktaya odaklaşamamasıdır. Görme duyumu ve bu duyumun gönderdiği bilgilerle meşgul olan düşünce, bir an için kendi bulunduğu konumu düşünmeyi bıraktığı için, karşı tarafta hareket eden aracın kendi aracı olduğunu sanır. Düşünce yapısı gereği bir noktaya odaklanabildiği
için, aynı anda varolan iki noktadan birisini sürekli seçer. Genellikle düşüncenin odaklandığı nokta, diğerine göre daha uyarıcı ve aktif olandır. Oturma konumu pasif bir konumdur ama gözler aracılığı ile karşı taraftaki aracı tarama daha aktif bir konum oluşturduğu için, düşünce kendisini daha aktif olana yoğunlaştırarak daha pasif olan noktayı geçici olarak geri plana iter.
AKP-Cemaat İttifakı’nın Ergenekon Komplosu’ndaki AB savunusu ile kitlelerin düşüncelerini ve dikkatlerini kendi üzerlerine çekmeleri ve bu temelde kitlelerin geleneksel toplumsal konumlarını oluşturan referansları bir an için geri plana itmelerini sağlamaları yan yana duran ve ters istikamete giden iki tren ya da otobüste duran ve de hareket ettiği yanılsamasına kapılan kişinin durumuna benzemektedir. AKP-Cemaat İttifakı, Türkiye’yi AB’nin tam tersi olan bir istikamete doğru sürüklerken, kitlelere sanki AB’ye doğru gidiyorlarmış hissini vermişlerdir.
Aynı durum 15 Temmuz komplosunda da yaşanmıştır. AKP’nin ve Kemalist generallerin birlikte devletin özel kuvvetlerini kullanarak tezgahladıkları 15 Temmuz komplosu, “bir darbe tehlikesi yaratarak”, kitlelerin kendi konumlarına yabancılaşmalarına ve AKP-Ordu ittifakının siyasi kanatlarının altına doğru itilmelerine neden olmuştur. “Darbe tehlikesi” ve bunun etrafında psikolojik harekat yöntemleriyle yaratılan korku, kitlelerin kendi konumlarını ve değer sistemlerini bir an için geri plana itmelerine neden olmuştur. AKP kendi çizgisinden ödün vermediği halde, “yapay darbe” ile halkı ve aydınları korkutarak pasifize etmeyi başarmıştır.
Psikolojik savaşın hedeflerine uygun bir şekilde, MHP tam AKP’ye bağlanmış, CHP’nin tarafsızlığı taktik adımlar ile sağlanmış ve PKK, HDP, HBDH ve Gülen Cemaati de tamamen darbenin hedefi haline getirilmiştir. Hatta daha sonra AKP, Gülen Cemaati’ne yaptığının aynısını Ordu ve CHP’ye de yaparak, 15 Temmuz komplosu başarıya ulaşır ulaşmaz, Kemalistleri de devlet içerisinde tasfiyeye başlamıştır.
Politik aldatma komplonun birinci ayağıdır. Politik aldatma ile kitlelerin tamamen kazanılması ve ikna edilmeleri yeterli değildir. Politik aldatma sayesinde komplocular, kitleleri sadece belirli bir süre için kazanırlar ya da en azından tarafsız hale getirebilirler. Bu politika, aldatmaya dayalı olduğu ve sürdürülemeyeceği için kitleler kısa bir süre sonra eski siyasal tercihlerine geri döneceklerdir. İşte komplocular kitlelerin eski politik tercihlerine geri dönüşünü engellemek için, politik aldatmayı, psikolojik hareketin temeli olan komplolar ile birleştirdiler/ birleştirmektedirler.
Komplolara dayalı bu ikinci psikolojik hareketin amacı, bir yandan daha önce kazanılmış olan kitlenin geri dönüşünü engelleyerek AKP saflarında kalmasını sağlamak yani bu desteği konsolide etmekken, öte yandan düşman görülen unsurların komplolarla bastırılarak, kitlelerini psikolojik yönden baskı altına alarak en azından tarafsız hale gelmesini ya da çözülüşünü sağlamaktır. Bir yandan komplo ile düşman unsurlarının zinde unsurları bastırılırken, bu bastırma aynı anda bu sözde düşman unsurlarıyla felsefi, ideolojik, politik ve psikolojik bağa sahip olan kitlelerin, onlarla kopuşu için de kullanılmaktadır.
Düşman görülen kesimlerin zinde unsurlarının komplolar ile hem siyasi hem de kişisel yüz kızartıcı suçlarla ilişkilendirilmeleri (örneğin fuhuş çetesi, casusluk, adam öldürme, sürekli darbe teşebbüsü içerisinde olma vs. gibi) aynı zamanda düşman görülen kesimlerin kendi toplumsal kitleleriyle de aralarının açılması ve ilişkilerinin toplumsal ölçekte koparılmasıyla da içiçe geçirilmiş bir durumdur. Düşman görülen siyasi kesimlerin zinde unsurlarının komplolar yoluyla bastırılmasıyla, onların kitlelerinin onlardan koparılarak başka siyasi tercihlere yönlendirilmeleri süreci, bir madalyonun iki yüzü gibidir.
Böylece ilişkilendirme (zinde unsurlar) ile yönlendirme (kitleler), Ergenekon Komplosu ve 15 Temmuz Komplosu’nda sürekli birbirine besleyen iki uç olup, AKP’nin psikolojik savaşının iki ana unsurudur. Bundan dolayı Ergenekon ve 15 Temmuz Komplosu’nda ilişkilendirme ve yönlendirme algılarının hangi mantığa ya da metoda göre ele alındığını anlamak büyük bir önem arzetmektedir. Çünkü komplocular istedikleri ilişkilendirme ve yönlendirme algılarını oluşturarak, kitleleri istedikleri siyasal hedeflere doğru taşımaya çalışmışlardır. Kitleleri “yapay darbe” tehlikesiyle kendilerine doğru çeken ya da yüzlerini kendilerine dönmelerini sağlayan komplocular, komplolar ile oluşturdukları ilişkilendirme algısını da kitleleri yönlendirmelerinin temeli yaparak, toplumsal güç dengesinin tamamen kendi leyhlerine ezici bir şekilde dönmesini sağlamışlardır.
Liberal değerler ve bu temelde AB üyeliği siyasal propagandası (Ergenekon Komplosu döneminde), Gülen Cemaati tehlikesi propagandası (sonraki dönemde), toplumsal ölçekte güç dengesinin köklü bir şekilde değişmesi için hiçbir zaman yeterli değildir. Çünkü propaganda, karşı-propaganda ile az çok dengelenebilir ve “silahların eşitliği” tekrar kurulabilir. Ancak komplo ile “suçun imal edilmesi”ni ve bu “suç” ile belirli kesimlerin ilişkilendirilmesini herkes yapamaz ve bundan dolayı da bu “silah eşitsizliği”nin büyük bir siyasal eşitsizliğe ve farka yolaçmasını da kimse önleyemez. Bu temelde kitlelerde yaratılan algı, kesin ve sonuç alıcı bir yere sahiptir. Çünkü kitlelerin inanç sistemlerinin temellerini paramparça edecek ve onları düşünsel bir karmaşa ortamına düşürecek olguların yaratım süreci ile karakterizedir.
Bu noktaya biraz daha yakından bakalım.
Kitlelerin inanç yapılarının önce sorunlu hale gelmesini ve daha sonra da az çok dağılmasını sağlamak öyle sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Zaten bu durumun ne kadar zor olduğunu belirtmek için Albert Einstein, “İnsanların önyargılarını parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur.” ifadesini kullanmıştır.
Bireylerin gerek günlük yaşamlarında gerekse de toplumsal yaşamlarında neredeyse kalıplaşmış diyebileceğimiz bazı tutumları vardır: Bir kişinin eşine karşı, çocuklarına karşı, arkadaşlarına karşı, komşularına karşı, politikaya karşı, doğaya ve hayvanlara karşı tutumu vs. en genel ifade ile tutum, insanın doğa karşısındaki bilinç durumudur. Emek, insanın doğa ile mücadelesi olduğuna göre, insanın genel tutumunu oluşturan davranışlarının, onun doğa karşısındaki genel bilincini yansıtması zorunludur.
İnsanlar bilinç durumlarına göre davranışlar sergilerler ve tutumları bilinç ve davranışlarının bütünü olarak ortaya çıkar. Bu noktada tutumu, bilinçten davranışa kadar uzanan ve içiçe geçmiş bir çok sürecin ya da aşamanın bir toplamı olarak incelediğimiz zaman, tutum değişiminin nelere bağlı olduğunu da anlamış oluruz.
“…tutumun oluşmasında davranışsal, duygusal ve zihinsel öğelerin birbirleriyle tutarlı bir ilişki içinde olmaları gerekir.” (Prof.Metin İnceoğlu,a.g.e.s.10)
Zihinsel öğe yani bilinç, tutumun duygusal ve davranışsal boyutunu belirler ve bu sonuncular nihai temelde bilincin durumuna bağlıdırlar. Her duygusal ve davranışsal boyutun, bilincin belirli bir düzeyine tekabül ettiğini ve bilincin tutumun nedenini, davranışsal ve duygusal boyutun da onun sonucunu oluşturduğunu ileri sürebiliriz. Bilinç davranışa yön vermeden önce kendi içerisinde bir çok aşamadan geçer.
Bir insanın davranışına yön veren iradedir. Ama bu iradenin ortaya çıkabilmesi için karar alma sürecinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Karar alma ise düşünme sonucunda ve de özellikle bu düşüncenin akılsal boyutunda gerçekleşen hesap ve çıkarsamalar sonucunda gerçekleşir. Ama karar almaya götüren düşünme süreci, bilgilenme süreciyle bağlantılı olduğu için, dış dünyanın etkilerine açık haldedir.
Bir kişi düşünme sürecinde yeni boyutları, sürekli olarak dış dünyadan aldığı bilgiler sayesinde elde eder. Düşünme süreci ile bilgilenme süreci içiçe geçen bir yapıya sahiptir. Kişi toplumsal sorunlarla ilişkili olan bilgiyi iki şekilde eder. Bunlardan ilki kişinin başka bireylerle yüzyüze olan ilişkilerinde elde edilen bilgidir. Buna organik ilişkiden kaynaklanan bilgi de diyebiliriz. Diğeri ise kitle iletişim araçlarından elde edilen bilgidir. Kişinin bilgilenme sürecinde, birincisi sınırlı bir yapıya sahipken, ikincisi daha ağırlıklı ve ezici bir yere sahiptir. Kişi dış dünyadan sürekli olarak elde ettiği bilgileri düşünme sürecine dahil ederek, karar alma sürecinde kullanır.
Bir kişinin bilincinin ağırlık merkezini onun özbilinci ve bu özbilincinin ağırlık merkezini de onun düşüncesinin akılsal yapısı oluşturur. Bu akılsal yapı insan yaşamının genel bilgisinin soyutlanmış hali olan yargı ve tasımlardan (çıkarsamalar) oluşur. Bir çok yargı ve tasım kendi içerisinde karmaşık bir bütünlük oluşturarak fikirler dünyasını ya da akılın ideolojik yapısını oluştururlar. İşte kişi dış dünyadan gelen bilgileri, kendi ideolojik yapısının yargı ve tasımlarıyla ilişkilendirerek bir düşünsel çıkarsama yaparak bir karar aşamasına ulaşır. Yargılar, tasımlar ve fikirler, kişinin ideolojik yapısının sütunları gibidirler ve bu unsurların kişinin bilincinde zayıflamaları ya da yokolmaları durumunda ideolojik çözülmeleri ve çöküşleri kaçınılmazdır. İşte önce AKP-Cemaat İttifakı sonra da tek başına AKP’nin Kemalist generalleri kullanarak tezgahladığı 15 Temmuz Komplosu, psikolojik savaş aracılığıyla, ortalama bir kişinin ideolojik yapısını oluşturan yargı ve tasımlarının yıkımını ya da zayıflatılmasını hedef almıştır.
Komplodaki olaylar ve bu olayların kullanımları öyle oluşturulmaktadır ki, kişinin inanç temellerini oluşturan yargılar zayıflasın ve kişinin toplumsal yön duygusunu kaybetmesine yol açsın. Komploların neden olmuş olduğu olayların, kişinin önceki yargılarını zayıflatması ve onun karar alma sürecinde bir gerilime yolaçması kaçınılmazdır. Yargıların zayıflamasıyla karar almada zorluk, birbirine bağlı olup, genelde bu durumu “kararsızlık” sözcüğü ile açıklarız. Bu kişisel bir kaos anıdır ve kişinin bu kaos anında çıkması için güçlü somut bilgi ve kanıtlara ihtiyacı vardır. Ya kendisine yeni bir yargı oluşturacak ya da eski yargıya geri dönecek ama her halukarda bunun için güçlü bilgilere ve kanıtlara ve de bu temelde yeni olgulara ihtiyacı vardır.
Kişinin yeni bir yargıya varabilmesi için inanması gerekmektedir, ki bu inanma için kişinin yeni olgulara ihtiyacı vardır. Bu olgular yeni bir yargı yaratımı için kişinin ihtiyaç duyduğu bilgileri içermelidir. Ergenekon ve 15 Temmuz Komplosu’nda her bir olay, ortalama bir insanın toplumsal yargılarını etkilemeye dönüktür. Böylece komplolar aracılığıyla dış dünyada yaratılan olaylar ve bu temelde yeni olgular aynı zamanda kişinin yargı ve tasım süreçlerinin de tekrar kalıba dökülmesi sürecidir. Komplodaki olaylar, ortalama bir insanın AKP’nin düşmanları hakkındaki az çok olumlu ya da tarafsız olan yargılarını, tamamen olumsuza çevirecek bir yapıya sahiptir.
Komplolar bir yandan düşman unsurlarının zinde güçlerinin bastırılması anlamına gelirken, öte yandan da kitlelerin yönlendirmelerini içeren “toplumsal bilgiler”dir. Bu noktada toplumsal bilginin “üretimi” ile “dağıtımı” arasında bir işbölümünden sözedebiliriz. Kitlelerin belirli bir politik hedef temelinde yönlendirilmesi, işte toplumsal bilginin bu üretimi ile dağıtımı arasındaki ilişkilerin bir bütün olarak örgütlenlenmesini gerekli kılmaktadır.
Psikolojik savaşta, toplumsal bilginin üretimi ile dağıtımı kopmazcasına birbirine bağlıdır ve bunlardan birisinin olmaması, muharebenin başarı şansını zayıflatacağı gibi bunu imkansız hale de getirebilir. Ne kadar etkili olursa olsunlar, dağıtım araçlarının yani kitle iletişim araçlarının kendileri bilgi üretmezler. Bu araçların içeriğini oluşturan bilgiler, onların dışında üretilen bilgilerdir. Bu bilgiler onların dışında üretilmeden, bu bilgilerin dağıtım sırasında yaratılmaları mümkün değildir. Bu noktada kitlelerin yönlendirilmelerinde büyük bir yere sahip olan dağıtım araçları, bu fonksiyonu yerine getirebilmeleri için işleyecekleri bilgilerin hammaddesine yani bu bilginin üretilmelerine bağımlıdırlar. Bu da kendiliğinden komplodaki işbölümünü açıklar.
Kitlelerin bilincindeki yerleşik yargıları sarsıp zayıflatmak ve yeni yargıların oluşumunu gerçekleştirebilmek için, belirli mesajlarla yüklü bilgilerin kitlelere gönderilmeleri gerekmektedir. Bu bilgiler ve onların içerisine saklanan mesajlar, yeni olgular aracılığı ile yaratılmadan kişi ikna olmayacaktır. Kişinin ikna olabilmesi için bu somut olgular (ki komplo ile oluşturulmaktadır) zorunludur. Komplolar ile yaratılan bu olgular temelinde ortaya çıkan bilgiler ve bunun içerisine gizlenen mesajlar, kişilerin düşünce süreçlerine dahil olarak onların bilinçlerindeki yerleşik yargılar üzerinde müthiş bir ağırlık oluştururlar ve özellikle bu ağırlığa karşı bilinç direnci zayıf olan kitlelerin yerleşik yargılarının değişimine neden olurlar. Bu yargılar değiştikçe, kişinin kararları da değişikliğe uğrayacaktır. Çünkü karar, kişinin yargılar ve tasımlar üzerinden elde ettiği bilinç durumu olduğu için, bu kararın biçimi yargılar ve tasımlardan oluşan bilinç dünyasına bağlıdır. İşte komplolar ile değiştirilen yargılar ve tasımlar kararların değişimine de temel oluştururlar.
“…ikna edici iletişim konusunu bilimsel olarak inceleyecek olursak beş ayrı bağımsız değişkenin etken olduğunu görürüz. Bunlar: kaynak, mesaj, iletişim aracı,alıcı ve amaçlanan iletişim etkisidir.
a-İletişim kaynağı: İletişimde kaynak bilgiyi verendir.(…)
b-Mesaj, bilginin içeriği, bir başka deyişle ürünün kendisidir. Bir yere iletilmek istenen bilgi ve fikir mesajı oluşturur.(…)
c-İletişim aracı ya da kanalı, mesajın gönderilmesinde ya da iletilmesinde kullanılan araç ve kanaldır. Bunlar radyo, televizyon, gazete, sinema vs.(…)
d-Alıcı mesajı okuyan, dinleyen ya da izleyen kişi, grup, topluluk ya da kütledir.(…)
e-Hedefin kendisine gönderilen mesaj ya da enformasyona ilişkin olarak ortaya koyduğu tepki ise iletişim literatüründe “geri besleme” (feedback) olarak adlandırılır.
(Prof.Metin İnceoğlu,a.g.e.s.177-178)
Toplumsal dağıtım sürecine giren bilgi, bu dağıtımdan girdiği gibi çıkmaz. Yani toplumsal dağıtım sürecinde bilgi, belirli bir başkalaşıma uğrar ve dağıtımı bu başkalaşmış biçim içerisinde terkeder. Bu başkalaşım sırasında bilgi ya yeni bilgilerle desteklenir ya da görüntü, resim ve ses gibi unsurlarla desteklenerek ya da bunların hepsi aynı anda yapılarak istenilen etkiyi yapması için belirli bir biçime sokulur.
Bilgi ve onun içerisine yerleştirilen mesaj, toplumsal dağıtım sürecini terkederken, etkili olabilmesi için belirli bir şiddete de sahip olmalıdır. Bu şiddet ise toplumsal dağıtım sürecindeki araçların yoğunluğu ile belirlenir. Aynı bilgi ve mesajın aynı anda ezici bir dağıtım aracı tarafından verilmesi ile şiddetli bir etki düzeyi elde edilir. Mesajın şiddetli ve etki düzeyinin yüksek olabilmesi yani kapsayıcılığının ve ikna gücünün toplumsal ölçekte olabilmesi için kitle iletişim araçlarının büyük oranda aynı zihniyeti temsil eden bir grubun elinde toplanması zorunludur. Aksi taktirde bilgi ve mesaj istenilen kitleye etkili bir şekilde iletilmeyecektir. Bu durum Ergenekon komplosunun başlangıcında AKP-Cemaat İttifakı’nın, niçin belirli bir strateji ve plan dahilinde medyanın ele geçirilmesine yöneldiğini açıklamaktadır. Yine 15 Temmuz Komplosu’nda da, muhalif televizyonlar sözde darbeciler tarafından kesildiği için (ki bu tamamen komplocular tarafından bilinçli yapılmış bir kesimdi ), bütün halk bir kaç kanala yönlendirilmiş ve bu kanalları elinde bulunduran komplocuların da halkı yönlendirmesi kolay olmuştur. Çünkü bilgi tekeli, verilmek istenen mesajın şiddetini yükseltmiş ve bu komplocular tarafından bilerek oluşturulmuş bir durumdur.
Ergenekon Komplosu’nda imal edilen olayların inandırıcı olabilmesi için nasıl Taraf Gazetesi gibi bir gazete liberaller aracılığıyla oluşturulmuş ise aynı şekilde 15 Temmuz gecesi de Doğan Medya’ya bağlı olan CNN Türk “imal edilen darbe”nin gerçekçi görünmesi için kullanılmıştır.
Komplodaki olayların sonucunda ortaya çıkan bilgilerin, istenilen biçime sokulabilmesi ve şiddetli bir şekilde kitlelerin bilincine gönderilerek, onların yerleşik yargıları üzerinde baskı oluşturabilmesi için, medya üzerinde tekelleşme zorunludur. Bu tekelleşme bir yandan kuvvetler ayrılığının tamamen ortadan kaldırılmasıyla, öte yandan da bu durumun sonucu olan ve adına “havuz sistemi” denilen ekonomik örgütlenme ile elde edilmeye çalışılmıştır.Bu durum dahi örgütlenen sistemin tepeden tırnağa faşist bir karaktere sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Yukarıda aktarılan pasajdaki kalıba uygun olarak,komplo ile oluşturulan bilgilerin kitlelere aktarılmasına daha yakından bakalım.Bu noktada bir örnek Ergenekon Komplosu’nda, bir örnek de 15 Temmuz Komplosu’nda verilecektir ve bir çok olay da aynı mantığa indirgenerek incelenebilir.
Ergenekon Komplosu:
a-İletişim kaynağı: Komplodaki olaylarla ilgili bilgiler medyaya, savcı iddianameleri, polis fezlekeleri ya da siyasetçilerin verdiği bilgilerden oluşur. Komploda medyanın bilgi kaynağı genellikle bu üç kanaldan oluşmaktadır. Bu üç kaynak zaten hem komplonun planlayıcıları hem de uygulayıcıları oldukları için, kaynaktan elde edilen bilgi baştan itibaren sorunlu ve yanlış bir bilgidir. Örneğin “X isimli şahısın evinde şu kadar patlamamış bomba ele geçirildi.” bilgisi medyaya polis fezlekesi aracılığıyla verilmiş olsun. Bu bombaların X isimli şahısın evinden çıkmış olması, o bombaların onun olduğu anlamına gelmemektedir. Bu bombaların onun bilgisi dışında bazı kimseler tarafından yerleştirilebileceği yani bir komplo olma ihtimali de sözkonusudur.
b-Mesaj: Komplocuların medyaya verdiği bilgiler, medyada belirli bir mesajın taşıyıcısı haline getirilirler. Eğer X isimli şahıs bir muvazzaf ya da emekli asker ise hemen ordu ile bağı aracılığıyla, bombaların arkasında “derin devlet” olduğu mesajı oluşturulur. Bu mesaj ordunun ve “derin devlet”in geçmişte yapmış olduğu olaylarla da desteklenilir.
c-İletişim aracı: Oluşturulan bu mesaj bazı görüntü ve resimlerle de desteklenerek, insanların bilinçlerinde mesajın güçlü bir şekilde oluşması sağlanır. Bu noktada görüntüler sesten daha etkili olduğu için, mesaja uygun görüntüler oluşturulur. Eğer X isimli şahısın bazı şüpheli görülen isimlerle görüntüsü, fotoğrafı ya da geçmişte bazı aşırı görüşlerinden kaynaklanan söz ve davranışları varsa, onu artık kimse kurtaramaz.
d-Alıcı: Alıcılar geniş seçmen ve halk kitleleridir. Ortalama bir bilince sahip
olan bu kitleler, bilgilerin doğruluğuna hakim olamadıkları için, kendilerine gönderilen bu mesajların etkilerine açıktırlar. Kendilerine gönderilen mesajlar kendi yargılarını hedef aldıkları için belirli bir düşünme ve sorgulama sürecine sürüklenirler. Evinde bombalar bulunan X isimli ordu mensubu şahıstan dolayı ve medyanın bu olayı başka görsel ve tarihsel bilgilerle ilişkilendirmesi sonrasında, bir kısım kitlede ordunun sürekli darbeci olduğu anlayışı oluşmaya başlar. Bulunan bombalardan ordunun sürekli darbeci olduğu algısının yaratıldığı aşamaya kadar bir çok bilginin eklendiği ve ham bilginin başkalaşıma uğradığı ve de bunun bilginin dağıtım sürecinde bu hale geldiği düşünüldüğünde, alıcı kitlenin bilgi dağıtım araçları tarafından nasıl belirli bir bilinç bozulmasına uğratılabildiği sonucu çıkmaktadır.
e-Geri Besleme (Feedback): Bu psikolojik operasyonun ne kadar başarılı olup olmadığı seçimlerde ve halkın anlık tepkilerinde (yürüyüş, protesto, direniş hareketlerine katılma vs.) belli olur. Kitleler verdikleri oylarla ya da anlık tepkilerle kendilerine iletilen mesajlara karşı olumlu ya da olumsuz bir tepki de vermiş olurlar. X isimli ordu mensubu şahısın evinde bulunan bombalardan sonra, ordunun sürekli darbeci olduğu algısının oluşturulmasından sonra,bir kısım seçmen kitlesi, ordu ile ideolojik ve politik yakınlık içerisinde olan partilerden uzaklaşmaya başlar ve seçimlerde onların karşısındaki partilere oy vererek yeni bir tutum alır.
Burada ilginç olan durum, ne X isimli şahıs ne de ordu, işin içerisinde olmadığı halde tam tersi bir sonuç nasıl ortaya çıkmaktadır?
15 Temmuz Komplosu:
a-İletişim kaynağı: 15 Temmuz Komplosu’nda bütün olaylarla ilgili açıklamalar ve bilgiler hep aynı merkezden yani hükümet ve cumhurbaşkanı tarafından verilmiştir. Kimsenin bu kaynaktan verilen bilgileri sorgulama imkanı ve gücü yoktur. İletişim kaynağı, bizzat komplodaki olayları gizli güçleriyle hazırlayan kesimler tarafından verilmektedir. Örneğin TBMM’nin bombalanması olayı. Meclis’in bombalanması olayını gerçekten kimin organize ettiğini (komplo için hükümet ve ordunun mu yoksa gerçekten Gülen Cemaati’nin mi?) bilen yoktur. Ama hükümet bu olayın Gülenciler tarafından yapıldığını ileri sürerek, belki de (ki bana göre kesin de!) kendi ürünü olan bu olayı, Gülenciler’in işi diye dolaşıma sokuyor.
b-Mesaj: Peki bir yandan komplo ile üretilmiş bir olay ve diğer yandan da Cemaat’e maledilen bu Meclisin bombalanma olayı ile verilmek istenen mesaj nedir? Gülen Cemaati’nin halkın iradesini temsil eden Meclisi bombalayacak kadar halk düşmanı olduklarını fiili bir olay ile halkın bilinçlarine kazımak! Böyle bir hareketin başarı kazanması halinde halkın başına neler geleceği noktasında halkı paniğe ve dehşete düşürerek, Hükümet’in topluma bütün gerici müdahalelerini kolaylaştırmak ve meşru hale getirmek.
c-İletişim aracı: Gerek Meclis’in bombalanması gerekse de komplodaki bütün olayları kitlelere taşıyan iletişim araçlar ise görüntülü araçlar yani televizyonlar olmuştur ve etki düzeyi yüksek olsun diye de bir kaç kanalın açık kalınması sağlanmıştır.
d-Alıcı: Komplolar ile yaratılan bilgi ve mesajların, kitle iletişim araçlarıyla etkilemek istediği kesimler ise büyük halk kitleleridir. “Darbe yanılsaması” komplocular tarafından fiili olayların yaratımı ile desteklendiği ve bu temelde yükseldiği için, inandırıcılığı ve halkın çeşitli kesimlerini etkilemede etkisi yüksek olmaktadır. “Fiili olaylar” ve bunların görüntülü aktarımı, kitlelerin bilinçlerindeki yerleşik yargıların bozulması ya da sarsılmasında her zaman büyük bir yere sahiptir. Çünkü kitlelerin inanmasını kolaylaştırır. Meclis’in bombalanması gibi bir çok olayın aynı mantık ve mesaj ile kitlelere aktarılması, deyim yerindeyse kitlelerin ruhsal yapılarının belirli bir biçimde “işgal” edilmesine neden olmuş ve onların yönlendirilmesini kolaylaştırmıştır.
e-Geri Besleme (Feedback): Kitleler bu mesajlara tepkisini aidiyeti olduğu siyasi düşüncelere göre vermişlerdir. Hükümet yanlıları sokaklara çıkarak ve eylem yaparak, muhalif kesimler ise pasifize olarak ve hükümete karşı mücadeleyi belirli bir süre askıya alarak vs.
İnsanın bilgilenme sürecinde ilk elde ettiği bilgiler algı yoluyla elde ettiği bilgilerdir, ki bu bilgiler gerçekliğin kendisini oluşturmaktan uzak olan sınırlı bilgilerdir. Bunun nedeni bu bilgilerin duyu organlarımızın sınırlı yapısı üzerine oturmasıdır.
“Dış dünyamızdaki soyut/somut nesnelere ilişkin olarak algıladığımız duyumsal (sensible) bilgi (information) algılamadır.
Algılamayı duyumsal bir bilgilenme olarak tanımladığımızda, duyma, tatma, görme, koklama, dokunma duyularından oluşan beş duyu organımız aracılığı ile ve bunlara ek olarak da hissetme duyusu yardımı ile dış dünyadan bilgi edinme sürecinden söz etmiş oluyoruz.” (Prof.Metin İnceoğlu,a.g.e.s.68)
Kitle iletişim araçlarıyla bilgilenen bir kişinin kullandığı duyu organları görme ve işitmedir. Bu duyu organlarıyla algıladığı bilgiler onun bilgilenmesinin temelini oluşturur ve kişi bu algının içeriğindeki bilgileri düşünme sürecine sokarak, kendi yargılar dünyasının süzgecinden geçirmeye çalışır ya da kendi yargılarını bu bilgiler aracılığı ile baskı altına alır. O zaman bundan şu sonuç çıkar, algının kontrolü ve yönlendirilmesi,onun içeriğini oluşturan bilginin oluşturulması ve örgütlenmesiyle mümkün olmaktadır.
Böylece bir kişinin algısı dışsal müdahaleler ile örgütlenebilir.Ama bu örgütlenme siyasal yapının biçimi ile yakından bağlantılıdır. Demokratik bir siyasal yapı, kişinin algı süreçlerinin tam bir kontrol altına alınmasına engel teşkil eder. Ancak AKP’nin alttan alta kuvvetler ayrımını ortadan kaldırdığı ve neredeyse hiçbir engelle karşılaşmadan hareket ettiği faşist bir siyasal sistemde,kitlelerin algı süreçlerinin kontrolü daha fazla mümkündür.
Kişiler algılar aracılığıyla soyut ve somut bilgiler elde ederler. Bu soyut bilgiler içerisinde kendi yargılarına karşıtlık oluşturan yargılar da vardır. Ancak kişi, algı aracılığıyla kendisine aktarılan karşıt yargıları kendi yargılarıyla dengeleyebilir ve bundan dolayı yargılarını değiştirmez. Bir soyut yargının başka bir soyut yargı ile değiştirilmesi mümkündür ama ezici bir sonuç getirmez. Kişi kendi yargısına soyut bir yargı ile karşı çıkılmasına hemen ikna olmaz. Onun ikna edilmesinde bu yeterli değildir. İşte bu noktada Ergenekon ve 15 Temmuz komplolarının önemli bir özelliğini görüyoruz. Komplocular kişilerin yargıları üzerinde bir baskı oluşturmak ve bunları kişinin bilinç dünyasında geçersiz hale getirmek ve düşünme sürecinde işlem dışı bırakmak için, algının içeriğini birbirini destekleyen iki temel bölüme ayırmışlardır: Kendi soyut yargılarını komplolar aracılığı ile oluşturmuş oldukları bazı somut olgularla destekleyerek, kitlelerin ikna olmalarını sağlamaya çalışmışlardır.
Somut bir örnekle bu noktayı açalım.
Kemalist bir dünya görüşünü savunan bir kişiye karşı şöyle bir yargı ileri sürülsün: “Kemalistler Türkiye’deki azınlıklara düşmandırlar.” Bu kişi bunu kabul etmeyecektir ve geçmişte bir çok sorun olduğunu vs. kabul etse de giderek bunun değişmekte olduğunu belirterek, kendince bir çok argüman ileri sürerek bu yargıyı dengeleyecektir.
Ama bir Hrant Dink suikasti organize edilerek aynı yargı ileri sürüldüğü zaman işin rengi hemen değişecektir. “Hrant Dink suikasti, Türkiye’de Kemalistler’in azınlıklara düşman olduklarının bir kanıtıdır.” şeklinde yargı ambalajlandığı zaman, Kemalist bir kişinin kendi yargılarıyla çelişkiye düşmesi kaçınılmazdır ve kişi böyle bir somut olayla desteklenmiş olan yargıyı kabul etmeye ve ikna olmaya daha yatkındır.
Komploda işin püf noktası, komplo yapılacak kişilerin, kitlelerin yerleşik yargıları ile karşıtlık oluşturan yargılar üreten olaylar (örneğin Meclis’in bombalanması gibi) ile ilişkilenmesini sağlamaktır ya da bu ilişkilenme algısını oluşturmaktır. Çünkü bu onların hem suçlanmasının ve cezalarla bastırılmasının hem de kitlelerin yönlendirilmesinin temelidir. Bu ilişkilenme durumunun oluşturulması da komplocuların dolaylı kuvvetlerinin iki bölüme ayrılmasını zorunlu kılmıştır: Direk kadrolar ve onlarla işbirliği içerisinde olan ya da bu temelde yetiştirilen geniş bir ajanlar ordusu. Komplo dolaylı güçlerin bu iki kısımının işbirliği ve dolaysız güçlerin de bunların faaliyetlerini örterek tamamlayan yapısına dayanmaktadır.
AKP-Cemaat İttifakı’nın komplolarındaki ilişkilendirme algısının oluşmasını sağlayan yöntemleri kısaca şu şekilde özetlemek mümkündür:
1-Komplonun hedefinde bulunan kişilerin yanına ajanlar yerleştirmek ve yerleştirilen ajanlar aracılığıyla hedef kişilerin bazı şüpheli konuşmalar yapmasını ya da davranışlarda bulunmasını sağlamak. Kanıt oluşturması için bunları telefon görüşmeleri, fotoğraf ve kamera kayıtları biçimine sokmak.
2-Hedef kişilerin yanına yerleştirilen ajanlardan birisinin somut bir suça karışmasını sağlamak. Örneğin bir cinayet işlemesi ve yalan ifadelerle komplonun hedefinde bulunan kişileri bu cinayet işinin içine çekmesi. (Örnek Danıştay Saldırısı)
3-Suça karışmış ajanların, hedef kişilerin bulunduğu yerelere gönderilmesi ve cep telefonu sinyallerinin kaydedilmesi. Hedef kişiler ile ajanların cep telefonu sinyallerinin birbirine yakın yerlerde kaydedilmesi, suça karışmış ajan ile hedef kişinin beraber “gizli kapaklı işler” çevirdikleri algısına neden olmaktadır.
4-Ajanlar aracılığı ile hedef kişilere iftira atma ve yalan tanıklık ederek, belirli bir suçla ilişkilendirme algısı oluşturma.
5-Komplonun hedefinde yeralan kişilerin faaliyet yürüttükleri derneklere ajanlar yerleştirerek, normal dernek toplantılarını “gizli örgüt faaliyeti” havasına sokmak ve ajanların yalan tanıklığı ile bunu güçlendirmek.
6-Hedef kişiyi suçlayacak sahte somut kanıtları ya önceden yerleştirmek ya da polis araması sırasında gizlice yerleştirerek oldu-bitti yapmak.
7-Geçmişte AKP-Cemaat İttifakı’nın işlediği bazı suçları, ajanların yalan tanıklığı ile komplonun hedefindeki kişilere yükleyerek, bu suçların faillerinin bunlar olduğu algısını oluşturmak.
8-Suça bulaştırılan ajanlar ile hedefteki kişiler arasında ilişki sağlayacak nesneler elde etme: Kartvizit, el yazması notları vs.
9-Sanıkların lehine olacak delilleri toplamama, yok sayma ve bilirkişi raporlarını mahkemeden saklama.
10-TÜBİTAK ve Adli Tıp’ta bilirkişileri ayarlayıp, sahte dokümananların sahteliğini saklamaya yönelik rapor yazılmasını sağlama.
11-Devlet imkanlarını kullanarak sahte evrak düzenleme ya da varolanı sahtecilikle komploda delil olacak şekile sokma.
12-Gerçek ve suç içermeyen belgeleri, sahte ve suç içeren belgelerle birbirine karıştırarak ve birleştirerek,suç unsuru barındırdığı algısını oluşturma.(Örnek Balyoz Davası)
13-Geçmişte “Derin Devlet”in kirli ve yasadışı eylemlerini ve bu noktadaki bazı şüpheli kişileri, komplodaki eylemlerden birisi ile ilişkilendirerek, komplodaki suç algısını güçlendirme.(Örneğin Veli Küçük olayı)
14-Toplumda itibar sarsacak suçlara bulaşma algısı oluşturma. (Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki fuhuş ve casusluk olayları gibi)
15-Gayri müslimlere ve azınlıklara yönelik bazı izleme ve fişleme faaliyetlerini, bu kesimlerin fiziki tasfiyesine kadar genişletme algısı oluşturma. (Hrant Dink suikasti ve Zirve Yayınevi katliamındaki gibi)
16-Gerçek bir olaydan hareket ederek ve buna dayanarak hayali bir senaryo üretmek ve ajan tanıklar aracılığı ile bu senaryoyu güçlendirerek, hedef kişilerin bu olayla şu ya da bu şekilde ilişkisi olduğu algısını oluşturmak.
17-Polis fezlekelerini ve savcı iddianamelerini, sahte evrak ve deliller, ajan tanıklar ve hayali yorumlar ile birleştirerek, hedef kişilerin suçla ilişkilendirme algısını oluşturmak.
15 Temmuz Komplosu’ndaki olaylarla Cemaat’in ilişkilendirilmesi de Ergenekon Komplosu’ndaki ilişkilendirme mantığının aynısı olup, yalnız burada olaylar çok kısa bir zaman dilimi içerisinde cereyan etmiştir.
Son dönemlerde medyaya düşen bazı olaylar 15 Temmuz Komplosu’nun nasıl organize edildiğine ve nasıl uzun süre bu komplonun üzerinde devletin çalıştığına ışık tutmaktadır.
Hükümet ve ordunun 15 Temmuz “sahte darbesi”nde ajanlar büyük rol oynamışlardır. Bu komplodaki ajanlar iki türlüdür: Cemaat’ten devşirilen ajanlar ve Cemaat’e sokulan ajanlar. Çünkü ajanlar “sahte darbe”nin Cemaat ile ilişkilendirilmesinde önemli bir role sahiptirler ve “darbe”nin inandırıcılığını kitleler nezdinde arttırırlar. Aslında konvonsiyonel savaşlarda bu bir “savaş hilesi”dir. Psikolojik Savaş’ta da bu bir savaş hilesi olarak hizmet görmektedir.
Bir somut örnek, 15 Temmuz Komplosu’nun iç yüzünü ortaya sermeye yeter. Örneğin Cemaat’in “Ordu İmamı” olarak lanse edilen Adil Öksüz olayı. Bütün göstergeler, Adil Öksüz’ün devlet tarafından ajanlaştırıldığı ve onun gibi bir çok üst kadronun ajanlaştırıldığı ve bununla birlikte Cemaat’in içerisine devletin ajanlarının yerleştirildiği ve de bu devşirilen ajanlar ile “başarısız bir darbe” için devlet tarafından düğmeye basıldığını göstermektedir.
Adil Öksüz’ü koruyan, bizzat 15 Temmuz Komplosu’nu tezgahlayan AKP-Ordu ittifakıdır. Bu ittifak devşirilen ajanlar ve kendi ajanlarıyla, bir çok “darbe eylemleri”gerçekleştirmiş (Meclis’in bombalanması, Özel Kuvvetler’in bombalanması, uçakların alçaktan uçurulması, televizyonların basılması, çeşitli yerlere askerlerin gönderilerek tutulması vs.) ve bu eylemlerin Cemaat ile ilişkilenmesini sağlamaya çalışmışlardır. Bu “darbe eylemleri” de iletişim araçlarının tam kontrolü sayesinde, halka karşı psikolojik harekata dönüştürülmüşlerdir.
Komplo ile oluşturulan ilişkilendirme algısı, bilginin toplumsal dağıtım alanına yani medya alanına ulaştığı zaman, burada kitleleri yönlendirmek için psikolojik operasyonun unsurlarına dönüşür. Bu noktada kitlelerin bazı fikirlere doğru yönlendirilmeleri için de bazı teknikler kullanılır.
AKP-Cemaat İttifakı’nın Ergenekon Komplosu’ndaki yönlendirme tekniklerini de kısaca şu şekilde ifade etmek mümkündür:
1-Yürütmenin başı aracılığıyla yönlendirme. Bizzat Recep Tayip Erdoğan ve AKP’nin üst düzey kadroları ve yine Gülen Cemaati’nin üst düzey kadroları Ergenekon Komplosu’nda direk taraf olarak yönlendirme yapmışlardır.
2-Komplocular ittifak yaptıkları bir kısım liberal aydınlar (Oral Çalışlar, Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Ahmet Altan vs. gibi) aracılığıyla yönlendirme algısı oluşturmaya çalışmışlardır.
3-Medyadaki “psikolojik harpçi” unsurların kullanılmasıyla yönlendirme. Sahte belgeleri özellikle bir kanaldan medyaya sızdırarak ve bunları manşetlere taşıyarak ve de yorumlarla güçlendirerek yönlendirme. Örnek Mehmet Baransu.
4-Komplonun tezlerini ya da mantığını güçlendirecek şekilde kitaplar yazılmasını sağlayarak yönlendirme .(Örnek Melik Duvaklı, Mehmet Baransu, Şamil Tayyar vs.)
5-Genel yayın yönetmenleri ve köşe yazarları aracılığıyla yönlendirme. Özellikle Yürütme tarafından gazete sahipleri baskı altına alınarak, gazetelerin ve televizyonların haber içerikleri komplonun mantığını güçlendirecek şekilde düzenlenerek yönlendirme yapılmaktadır.
6-Bir çok internet sitesi kurarak ve aynı yönde komplonun haberlerini vererek algının yönlendirmesini sağlamak. (Örneğin Kontrgerilla, Aktif Haber vs. gibi onlarca ve yüzlerce site.)
7-Savcı iddianameleri yoluyla yönlendirme.
8-Zaman zaman ortaya çıkan ve kaybolan unsurlar aracılığıyla yönlendirme.
9-Bilgi kirliliği oluşturarak yönlendirme.
10-Adli Tıp, Tübitak ve MİT gibi kurumların hazırladığı raporlar aracılığıyla yönlendirme.
11-Gizli tanıklar aracılığıyla yönlendirme.
12-Soruşturma dosyalarının kanunlara aykırı bir şekilde medyaya sızdırılmasıyla yönlendirme.
13-Tarafsız gibi duran ama aslında taraf olan kaynaklar aracılığıyla yönlendirme. (Örneğin Mehmet Eymür ve Taraf Gazetesi)
15 Temmuz Komplosu’nda da yönlendirme, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümet kadroları olmak üzere, yandaş denilen medya ve ordunun üst kesimleri tarafından gerçekleştirilmiş ve darbenin sürpriz etkisi ile şaşkına dönen CHP ve bu partiye yakın aydınlar da, bu psikolojik harekatın altında ezilerek, istemeden de olsa bu psikolojik harekatın peşine takılmışlardır.
Böylece halkı kuşatan ideolojik, politik ve kültürel kurumlar birbirine bağlanarak, istenilen yönde “toplumsal algının şekillendirilmesi” sağlanmaya çalışılmış ve bu algı şekillenişi, Ergenekon Komplosu’nda seçimler aracılığıyla fazla oy elde etmeye bağlanmış, 15 Temmuz Komplosu’nda da OHAL’in elde edilmesine ve bu temelde ülkenin KHK’lar ile yönetilmesine ve de bütün muhalefetin bastırılmasına bağlanmıştır.
İşte Ergenekon ve 15 Temmuz Komplosu, komplocuların kendi yargılarını, komplolar aracılığıyla organize ettikleri somut olaylarla destekledikleri ve bu temelde kitlelerin bilinçlerini baskı altına aldıkları psikolojik bir savaşa dayanır.
Bu psikolojik savaşta dramaturjinin bazı kuralları da kullanılmıştır.Zaten psikolojik bir savaş temelinde hareket eden bir politik hareketin, dramaturji gibi psikoloji ile yakın bağı olan bir bilimi kullanmaması tuhaf olurdu.
Normal bir drama eserinde, senaristin ve yönetmenin sürekli olarak seyircileri esere bağlamak için geliştirdikleri bazı yöntemler sözkonusudur. Bunlardan ilki seyircinin temel karakter ile özdeşleşmesini sağlamaktır yani seyirciyi temel karakterin yanına çekecek iyi taktikler geliştirmektir. Temel karakterin yanına çekilen seyirciyi bundan sonra korkutabilirsiniz, üzebilirsiniz, hayal kırıklığına uğratabilirsiniz ve ona sürprizler yapabilirsiniz. Bu noktada temel karakterin insancıl yönlerini, kötü karakterin de insancıl olmayan yönlerini öne çıkarırsınız.
Genellikle drama eserlerinin başlarında temel karakter,ötü karakterin komploları tarafından kötü bir dramatik duruma sokularak mağdur edilir.Bu fiziki de olabilir manevi de olabilir,bazen her ikisi de olabilir. Bu mağduriyet seyircilerin temel karakter ile özdeşleşmesi için zorunludur. Seyirci artık temel karakterin olayları tersine çevirmesi beklentisi içinde olacak ve onunla bu yolda özdeşleşecektir.Kendi mağdur konumunu değiştiren ve kötü karakteri yenen temel karakter eserin sonunda kahraman olacaktır.
Gerçek yaşamda ama özellikle siyasette bu özdeşleşme, drama eserinden farklı olarak temel karaktere somut bir desteğe de dönüşebilmektedir.Örneğin kendisine darbe yapılan bir harekete ya da lidere, kitleler gösteriler düzenleyerek, seçimlerde ona oy vererek ve hatta silahlı direnişe kadar giden araçlarla destek verebilirler.
Önce Ergenekon Komplosu’nda AKP-Cemaat İttifakı, daha sonra 15 Temmuz Komplosu’nda da AKP, kendi komplolarıyla önce kendilerini “mağdur” pozisyonuna sürüklemişler ve sonra da sözde bu mağduriyetten mücadele yoluyla kurtulan kahramanlara dönüşmek istemişlerdir.Bu yoldaki mücadelede de adım adım kitlelerin farklı kesimlerini kazanan bir strateji geliştirmişlerdir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.