15 Temmuz’un “bayram ve anma” içerikli bir “ulusal gün” ve tatil ilan edilmesi, 15 Temmuz darbesinin “bastırılması”nı kutsallaştırarak, rejim açısından milat haline getirmeyi hedefleyen bir iradenin yansımasıdır Erdoğan, 15 Temmuz’u “Demokrasi ve Özgürlükleri Anma Günü” adıyla “tatil” ilan etti. Üzerinde duran pek olmadı. Oysa meydanların ve köprülerin isimlerini değiştirerek başlayan bir “kutsama” hareketi, 15 Temmuz’un […]
15 Temmuz’un “bayram ve anma” içerikli bir “ulusal gün” ve tatil ilan edilmesi, 15 Temmuz darbesinin “bastırılması”nı kutsallaştırarak, rejim açısından milat haline getirmeyi hedefleyen bir iradenin yansımasıdır
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Erdoğan’ın çağrısıyla başlayan “Demokrasi Nöbetlerinin” Ankara ayağında tarikatçılar Kızılay Meydanı’nın ortasında zikir çekerken…
Erdoğan, 15 Temmuz’u “Demokrasi ve Özgürlükleri Anma Günü” adıyla “tatil” ilan etti. Üzerinde duran pek olmadı. Oysa meydanların ve köprülerin isimlerini değiştirerek başlayan bir “kutsama” hareketi, 15 Temmuz’un “ulusal gün” olarak ilan edilmesiyle sürüyor. Erdoğan, “ortağıyla” kanlı kavgasını kazandığı günü “milli gün” ilan ediyor. Adı da manidar; “Demokrasi ve Özgürlükleri Anma Günü”. Malum, anma, ölenleri, kaybedilenleri hatırlamak için yapılır. Eh, zaten Erdoğan da aynı konuşmada OHAL için bir yılın da yetmeyeceğini söylediğine göre, OHAL’in ardı da “başkanlık”. Kısacası 15 Temmuz gerçekten de demokrasi ve özgürlüklerin anmalık hale geldiği “tarihsel dönüm noktası”.
Başlangıçta 15 Temmuz’un “bayram” ilan edilmesi düşünülürken tornistan edilmiş ve “anma günü”ne çevrilmiş. Ama bu “ayar” sindirilmemiş olmalı ki 15 Temmuz hem anma günü hem de “tatil”. Türkiye’nin en önemli “anma” günü, 10 Kasım; ama 10 Kasım tatil değil. Son yıllarda büyük ölçüde kalktı ama, 10 Kasım’da Atatürk ve “silah arkadaşları”nı anmak için eskiden birkaç dakikalık bir saygı duruşu zamanı ayrılır ardından da işe kaldığı yerden devam edilirdi. 15 Temmuz’un hem “şehitleri ve gazileri hatırlamak için” anma günü olarak adlandırılması, hem de tatil ilan edilmesi, adına ne denirse densin 15 Temmuz’un “Cumhurbaşkanımızın başkomutanlığında kazanılan bir demokrasi ve özgürlük zaferi” olarak tanımlanmasını hedefliyor.
Ne kadar sakil biçimlerde yürütülürse yürütülsün, 15 Temmuz’un kutsallaştırılması hareketinin ciddiye alınması gerekir.
Buna benzer bir “bayram” ilanı da 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından yapılmıştı.
“27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı” ikili anlam taşıyordu. Birincisi, 27 Mayıs 1960’da “müstebit hükümet”in düşürülmesi, ikincisi 27 Mayıs 1961’de Anayasa’nın Kurucu Meclis’te kabul edilmesiydi. Bayram, Adalet Partisi dahil bütün parti grup sözcüleri tarafından olumlu bulundu. Oylamaya katılan 294 üyeden yalnızca iki ret, bir çekimser oy çıktı (Kürt sorunu hariç olmak üzere). Biçimsel demokratik hak ve özgürlükler bakımından Türkiye’nin bugüne kadar gördüğü en geniş hak ve özgürlükler manzumesini içeren 27 Mayıs Anayasası ve “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” 12 Eylül darbesiyle tamamen yürürlükten kaldırılana kadar gerici ve faşist güçlerin saldırılarına hedef oldu.
Yani 27 Mayıs’ın bayram olarak ilan edilmesi 1961 Anayasası’nı “dokunulmaz” kılmaya yetmedi.
15 Temmuz’un “bayram ve anma” içerikli bir “ulusal gün” ve tatil ilan edilmesi, 15 Temmuz darbesinin “bastırılması”nı kutsallaştırarak, rejim açısından milat haline getirmeyi hedefleyen bir iradenin yansımasıdır.
Oysa ortada “kutsal” bir şey yok. Devlet iktidarını ele geçiren bir gerici koalisyonun ortakları, ülkeyi ve bölgeyi kan gölüne çevirdikleri, ülkenin bütün kaynaklarını talan ettikleri, mezhepçilik ve cinsiyetçilikte birbirleriyle yarışarak ülkeyi gerici bir karanlığa ucun ucun soktukları yetmiyormuş gibi kendi aralarında iktidar kavgasına tutuştular. İktidarı alırken kullandıkları hile ve komplo yöntemlerini birbirleriyle iktidar kavgasına tutuştuklarında da kullandılar. 15 Temmuz darbe girişimi de bu darbe girişiminin bastırılmasını sağlayan “gerçekler” de, darbe girişimi ardından ilan edilen OHAL ve yürünmeye çalışılan Başkanlık yolu da aynı kısır döngünün değişik safhalarını ifade etmektedir. Kimsenin kuşkusu olmasın ki ne 17-25 Aralık son “komplo”dur, ne de 15 Temmuz son “darbe girişimi.” Bu gerici, maceracı, ırkçı, halk düşmanı politikalar sürdükçe, kurulan her “devlet koalisyonu” parçalanmaya ve eski ortaklarına en çirkin ve vahşi yöntemlerle saldırmaya mahkumdur. Bir zamanların Güney Amerika ve Afrika’sında olduğu gibi Türkiye, darbelerin darbeleri, katliamların katliamları, savaşların savaşları izlediği bir kısır döngüye yuvarlanmıştır.
15 Temmuz “bayramı”nın “darbeye karşı demokrasi” bayramı olduğu yanılsamasına kimse düşmemelidir. 15 Temmuz’un bayram olarak ilanı Erdoğan darbesi sürecinin kutsanması girişiminden başka bir şey değildir. “15 Temmuz Demokrasi ve Özgürlükleri Anma Günü” de köprülere, meydanlara verilen yeni isimler de Erdoğan iktidarı ile kaimdir. Erdoğan iktidardan düştüğü gün bir başka “darbe bayramı” ilan edilir mi bilinmez ama 15 Temmuz’un “ulusal gün” ve tatil olmaktan çıkarılacağı, isimleri değiştirilen köprü ve meydanların yeniden isimlendirileceği açıktır. Biz iyisi mi Boğaz Köprüsü’ne Boğaz Köprüsü demeye devam edelim.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.