Yeğenim üç buçuk- dört yaşlarındaydı. Köyde günlerce arkasından koşturduğu koçun kesildiğine tanık olduktan sonra, yanında yöresinde yetişkinler varken karşılaştığı köpek dahil tüm hayvanların boynuna sarılıp “bunu kesmeyin” diye yalvarmıştı uzun zaman. O, boynuna sarıldığı hayvanın canını kurtarma telaşındayken etraftakilerin gülüşmelerine bir anlam veremez, üzüntüsüne karışan şaşkınlığı gülüşmeleri daha da artırırdı. Tüm yetişkinler katildir diye mi […]
Yeğenim üç buçuk- dört yaşlarındaydı. Köyde günlerce arkasından koşturduğu koçun kesildiğine tanık olduktan sonra, yanında yöresinde yetişkinler varken karşılaştığı köpek dahil tüm hayvanların boynuna sarılıp “bunu kesmeyin” diye yalvarmıştı uzun zaman. O, boynuna sarıldığı hayvanın canını kurtarma telaşındayken etraftakilerin gülüşmelerine bir anlam veremez, üzüntüsüne karışan şaşkınlığı gülüşmeleri daha da artırırdı. Tüm yetişkinler katildir diye mi düşündü çocuk, öldürmekten zevk alıyorlar diye mi? Bilmiyorum ne düşündü o zaman, ama isterlerse o cinayeti işlemeyeceklerini anlamıştı. Hatta sevgi ve sahiplenmenin işe yarayabileceğini hesap etmişti ve tek başına da olsa bu cesaretle çıkmıştı karşılarına, bu kesin.
Dualar eşliğinde ve hayır umarak bir canlıyı katletmeye alıştırıldığımızdan mıdır dünyada yaşanan acılara, savaşlara, katliamlara duyarsızlığımız? Neden olmasın? “İnsan dediğin alışır” derdi büyükler. Alışıyor muyuz biz de? Kendi dışındakileri öldüren insan, kendi türünü de öldürüyor. Elmas için, petrol için, ekonomik ya da siyasi hegemonya kurmak için, etnik ya da dini egemenlik saikleri ile… Giderek, öldürmek bir hakka dönüşüyor. Hatta kızınca, öfkelenince, kinlenince bile öldürmek olağanlaşıyor. “Öyle bir anda oluverdi” diyor katillerin çoğu.
Çağ değişiyor ama düşünme yeteneği ile diğer canlılardan ayrılan insan, giderek bu yeteneğinin sağladığı olanaklarla, akılla, mantıkla ilişkisini kesiyor. Hırs yönetiyor insanları. Bu yüzden hırsla kalkıyor yerinden ve çevresindekileri de o hırsa ortak ederek yol alıyor.
Kan isteyen tanrıların çocukları, kan akıtmaya devam ediyor. Son onbeş gündür sosyal medyada kurban kesimini gösteren fotoğraflar dolaşımdaydı. Endonezya ve Çin’den diyerek dolaşıma sokulmuş o vahşi işkence fotoğraflarına bakmak, videoları izlemek bile insanı kustururken, benzer manzaralar kendi sokaklarımıza indi. Sevap kazanmak arzusundaki bir mümin, kurbanlık hayvanı yakalayıp yere yatıracak gücü ve sabrı olmadığından hayvan ayaktayken bacaklarını kesmiş, sonra da… Vahşet! Bu kanlı vahşetten hayır gelir mi? Hayvanları işkence ederek öldürmenin adı Kurban Bayramı olsa, dini vecibe diye yapılması emredilmiş olsa ne olur? Gerçek değişir mi? Hayır gelir mi gözünü kırpmadan ve hak görerek öldürmeye alışmışlardan.
Gelmiyor işte. Ortada değil mi bu gerçek? IŞİD kafa kesiyor, TC özel güvenlik ordusu ölülere işkence edip yerlerde sürüyor, Kürt diye bir işçiyi üzerine benzin döküp yakıyor birileri, eski eşini yol artasında 30 yerinden bıçaklıyor diğeri… Öldürmenin yöntemleri bile vahşileşti giderek. 20-30 yerinden bıçaklanarak, sonra parçalanıp bavula çuvala konularak, sonra yakılarak… Uzuvlar parçalanıp ayrı yerlerdeki çöp konteynerlerine atılarak…
Kan akıtmanın, vahşice öldürmenin kutsandığı Kurban Bayramlarından barış, kardeşlik, huzur dileniyor ya, o da ayrı bir çelişki. Etrafımızdaki herkesi hatta her şeyi varlığına düşman gören ve yok etmeye yeminli bir iktidar zihniyeti ve bir nesil yetiştiriliyor. Oysa tek başına ne barışı, ne kardeşliği?
Bu kez Kurban Bayramı vesilesiyle, barışın ve vicdani ret iradesinin ne kadar değerli ve güzel bir gelecek için ne kadar elzem olduğunu hissediyorum. Arkadaşım, Cumartesi Anneleri için fotoğraf taraması yaparken bir karede Berfu Canbay’ı fark etmiş, bir başka karede Cebrail, Büşra ve Cemil Abi, tesadüfen. Büşra’nın gülen gözlerine her baktığımda Ceylan Önkol’un gözleri düşer aklıma, ikisinde de aynı çocuksu saflık ama büyük düşler ve sorular. Aynı karelerde tesadüfen buluşacak kadar çok katledilmek, iktidarın, sömürgenlerin hırsının kurbanı olmak, üstelik senede bir gün değil, her gün… Yaşamımızı içine hapsettikleri bu kanlı kapandan kurtulmanın yolunu yine o çocuklar gösteriyor bize; o yol, yaşamı sahiplenmekten ve hayvan, insan, bitki hatta dağ taş ayrımı yapmadan sevmekten, Berfu olmaktan, yaşama kastedenlere cesaretle karşı koymaktan geçiyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.