Hikaye insanın “çay üretmesi” değil kuşkusuz çayın da doğanın da “insan” (ve direniş) yani “hayat” üretmesidir. İnsanın üreterek insanlaşmasıdır. Çay-doğa/insan birlikteliği ile doğanın ve insanın ve hayatın yeniden-üretilmesidir. Beni çayla büyüten anneme… Tabi o vakitlerde “zaman”; 7, 11,14 gibi “sayı” değildi; “seher” gibi, “mehtap” gibi “sözcük”tü. Hatta zaman, “zaman” değil “vakitti”. Misal “tan vakti” yahut “hasat […]
Hikaye insanın “çay üretmesi” değil kuşkusuz çayın da doğanın da “insan” (ve direniş) yani “hayat” üretmesidir. İnsanın üreterek insanlaşmasıdır. Çay-doğa/insan birlikteliği ile doğanın ve insanın ve hayatın yeniden-üretilmesidir.
Beni çayla büyüten anneme…
Tabi o vakitlerde “zaman”; 7, 11,14 gibi “sayı” değildi; “seher” gibi, “mehtap” gibi “sözcük”tü. Hatta zaman, “zaman” değil “vakitti”. Misal “tan vakti” yahut “hasat vaktiydi”. Bir de zaman sürekli ilerleyen “çizgisel” bir hattan ziyade her seferinde türlü türlü yenilenen/yinelenen “çembersel” bir yörüngeydi.
Yoksullar; yeni, taptaze bir güne soğuk dijital/elektronik homurtularla değil seher vaktinin dağ doruklarına vuran yankılarıyla, narin yaprak hışırtılarıyla kimileyin de kendi “iç sesler”iyle başlardı.
Yine yeni ve taptaze bir günün sabahında uyanır yoksullar. Nasır tutmuş toprak elleriyle saçarlar “çay” tohumlarını, toprağa! Geleceğe, umuda!… Hanidir, sonsuzluğa…
Ve bir vakit sonra… Bir vakit sonra şenlenir, şahlanır, yeşillenir toprak…
Baharlanır.
Dallanır, budaklanır, tatlanır, “çay” olur. Yoksullara umut/düş olur.
Çay olur, durur horona bir yanında karayemiş ile fındık diğer yanında gürgen ile kestane. Komut verir, “ha o yana bu yana”: “Hayde horona”!
Yani, toprakla çay tohumu buluşmuştur. Toprakla insan başka türlü kavuşmuştur.
Toprak, çay ve insan.
Mısır koparan, pancar tutan, fasulye eken eller artık çaya bulanmıştır.
Türlü türlü yeşile başka bir “yeşillik” başka bir “güzellik” katmıştır çay bahçeleri…
Ve kavuştu/buluştu gök kubbe altında tüm yeşiller, aktılar büyük bir zamana!
Yani, toprak, başka türlü sunmuştur kendini insana. Başka bir yeşil: Çay yeşili…
Başka bir koku sunmuştur insana: çay kokusu..
Başka bir “yeşil” sinmiştir artık gök kubbeye, kadın da çocuk da çiçek de toprak da çaylanmıştır!
Suyeşili sularda uçuşur kelebekler!
***
İnce belli bardaklarda çay içilir oldu o gün bugündür. İçilen biraz da insandır, insanın umutlarıdır.
Çayın türküsü fokur fokur demlenir oldu. Aslında demlenen yeni bir doğa-insan serüveninden başka bir şey değildir. Demlenen insanın hem doğayla hem de sermayeyle mücadelesinden başka bir şey değildir.
Hikaye insanın “çay üretmesi” değil kuşkusuz çayın da doğanın da “insan” (ve direniş) yani “hayat” üretmesidir. İnsanın üreterek insanlaşmasıdır.
Çay-doğa/insan birlikteliği ile doğanın ve insanın ve hayatın yeniden-üretilmesidir.
Hikaye insanın doğayla, evrenle, hakikatla, haşır neşir/hemhal olmasıdır.
Nihayetinde hiçbir şey eskisi olmayacak: Doğa, “insan”da; insanda “doğa” da çıkmaz bir “iz” bırakmıştır.
O gün bugündür “çay” denince bu topraklar anımsanır oldu. Direniş vardı bu topraklarda, direniş de cabası…
***
Dağlara dönük soluk soluğa, bakışları sislenmiş yürürlerdi çay bahçelerine. Yağmurda, çamurda, güneşte, siste şen-şakrak yürürlerdi.
Yürürlerdi, inadına inadına. Dağlara, doruklara doğru, insanlığa doğru, doğdukları an’a doğru. Nefes nefese.
Yürürlerdi; ufka, dağlara baka baka, türkü türkü.
Topraktan ayaklarıyla sarp ve dik yollarda yürürlerdi. Bir yanı uçurum, yılan gibi kıvrımlı ve çiylenmiş eğrelti otlu patika yollarda çeperlere tutuna tutuna karınca misali dizilmiş yürürlerdi. Yüzleri örümcek ağlarıyla örülmüş kâh soluk soluğa konuşarak, şakalaşarak kâh türkü-mani çağırarak.
Varırlardı çay bahçelerine. Ve kanatlanırdı çay bahçelerinde insan sesleri kuş çığlıklarına… Karınca iniltileri, yağmur uğultularına.
Zaman denen ırmak da akardı sesler şırıl şırıl gök kubbeye, aksederek!…
Tabii o vakitlerde insan-insana yabancılaşmamıştı. Bir kolektif ruh vardı: İmece! Emekçiler hep birlikte çay toplarlardı. Çay bahçelerinde kahkahalar, laf atmalar eksik olmazdı. Birlikte türkü çığırmalara kuşlar ötmeleri ile dereler çağıldamalarıyla arılar da vızıldamalarıyla eşlik ederdi. Şendi bahçeler, gönüller!
Tabii o vakitlerde çay makası da yoktu. İnsanla-doğa arasında bir makine yoktu. Elle topluyorlardı emekçiler çay filizlerini. İnsan şimdiki gibi yabancılaşmamıştı; çayı, doğayı kendi bilmişti.
Katil sermaye(dar) henüz peydahlanmamıştı. Dereler korkusuzca, özgürce kolektif bir yaşama akmaktaydı. Açmıştı suyunu tüm evrene, evreni dost bellemişti. Su insanın değildi sadece: karıncanındı, çiçeğindi, ağacındı, böceğindi… Doğa, hayvan, insan birdi; hep birlikteydi!
***
Ve bir zaman sonra… Bir zaman sonra biz büyüdük!
O ilk tohumun hatırı için nasırlı ellerin hatırı için yoksulun, suyun, kuşun, çayın, emeğin bilimum yaşamın hatırı için:
Düştük yollara, doldurduk meydanları! Doğanın/emeğin/yaşamın katline “hayır”, dedik.
***
“Bizler, yüzümüzde deniz aydınlığı, yeşil hercailiği… kimileyin çiçek açmış erik ağacı…
Bizler, yalın ayak yürüyüp kara toprağı dost bilenler!
Düşlerimiz karıncanınkiyle bir ve aynı…
Ellerimiz; yeşile, toprağa, sise bulanmış…
Gözlerimizde kelebek serinliği, ilkbahar yeniyetmeliği kalbimizde…
Dudaklarımızda çiylenmiş hürlük türküsü…
Rüzgâr gibi eser, ırmak gibi akar, kuş gibi tüneriz.
Orman uğultularıdır ninnilerimiz…
Yaşasın yeşil, su, kelebek, insan, çiçek kardeşliği!
Bizler, yağmur damlalarıyla, yaprak savruluşlarıyla, rüzgar uğultularıyla başlarız her daim güne/yaşama!
Eyyy! Dallanmış/kök salmış “ağaca”, kanatlanmış/göklenmiş “kuşa”, doğayla yoğrulmuş/bir olmuş “insana” düşman sermaye; çek kanlı/kirli ellerini yeşil’den, insan’dan, böcek’ten, su’dan!
Yaşamadan ulan, yaşamdan!
Eyyy sermaye; yeşil sabrımız, kuş hürlüğümüz, kökleşmiş ağaç inatçılığımızla
ve de
Halkların eşitlik, kardeşlik, özgürlük şiarıyla bu ebedi şahlanışımızı yer yüzü ‘aşkın’ yüzü ‘yeşi’lin yüzü oluncaya kadar sürdüreceğiz!” diyerek düştük Cerattepe yollarına!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.