Siyasal İslam tüm akımlarıyla kriz içerisindedir, iflasın eşiğindedir ancak bu iflası ilan edecek birilerine ihtiyaç var. Siyasal İslam’ın iflasını sosyalistler ilan etmelidirler
Siyasal İslam tüm akımlarıyla kriz içerisindedir, iflasın eşiğindedir ancak bu iflası ilan edecek birilerine ihtiyaç var. Bu iflasın ilanı egemen sınıflar blokundan gelmeyecektir, Siyasal İslam’ın iflasını sosyalistler ilan etmelidirler…İktidar kavgasının kızıştığı dönemlerde aşağıdan sürdürülecek mücadeleler ve aşağıdan demokratik birlikler ile siyasal iktidar mücadelesinde var olunduğunu gösterecek politik birlikleri sentezleyecek irade gerekir. Devrimcilik tam bu anlarda öne atılmak ve risk almaktır
Erdoğan’ın kendisini eş başkanı olarak sunduğu Büyük (Genişletilmiş) Ortadoğu Projesi (BOP), Türkiye’yi model ülke olarak gösteren, Müslüman nüfusun yoğun olduğu Ortadoğu, Afrika, hatta Balkan ülkelerini, çatışma, savaş, içsavaş, işgal operasyonlarıyla yeniden sömürgeleştirme planının adıydı. Erdoğan, yine kendi deyişiyle “BOP’un eş başkanlarından biri” midir bilemeyiz ama Ortadoğu savaş bataklığını Türkiye’yi içerisine çekecek genişliğe ulaştırmıştır. BOP sürecinin getirdiği noktada, Kürt sorununun çatışmasızlık içinde demokratik siyasal çözümünün olanakları tüketilmiş; Türkiye IŞİD başta olmak üzere cihatçı örgütlerin barınma ve eylem alanı haline dönüştürülmüştür.
Gaziantep Katliamı*, Türkiye’nin nasıl bir bataklığa sürüklendiğinin başka bir göstergesidir. Şu ana kadar 30’u çocuk 54 insanımızın öldüğü, 100’den fazlasının da yaralandığı kalleş saldırı AKP politikalarının doğrudan bir sonucudur. Ve bu politikanın zihni arka planında ırkçılık ve şeriatçılık bulamacı bir Siyasal İslam ideolojisi yatmaktadır. Siyasal İslamcı bu ideoloji, ülkeyi “kıvançta tasada ortak” bir “ulusal” birlik olarak tahayyül etmeyi çoktan bırakmıştır. AKP’nin yarattığı toplum, ne Kürdün düğününe sevinmekte ne de katliamına üzülmektedir (Alevinin de, solcunun da).
AKP’lilerin saldırıya dair yorumları, kafalarındaki sinsi yaklaşımı da açığa vurmaktadır. Sahibinin sesi Abdulkadir Selvi, “Mühimmat ve birlik hareketliliğinden Cerablus operasyonunun geldiğini gören IŞİD’in, Gaziantep’teki hücrelerini harekete geçirdiği düşünülüyor” diyor. Ama nedense AKP’yi operasyondan vazgeçirmek için askeri konvoyu veya AKP düğününü değil de Kürt düğününü vuruyor. Hükümet de saldırıyı kınarken IŞİD diyemiyor, önüne FETÖ, PKK ekliyor ve 54 yurttaşın katledildiği bu saldırıdan sonra ulusal yas ilan etmiyor. Yasin Aktay’ın yorumları ise ırkçı-şeriatçı bulamacı Siyasal İslam’ın iğrençliğinin doruklarına işaret ediyor. AKP; IŞİD karşıtı bir “milli mutabakat”tan ısrarla kaçınarak, ideolojik-politik partneri ile ilişkisini kopartamadığını, kopartmada güçlük çektiğini gösteriyor.
AKP’nin taktiği bellidir: İktidarını korumak için, her yönden ters rüzgarların estiği bu dönemi atlatmak ümidiyle içeride ve dışarıda zaman kazan. Bu sürecin en tehlikeli unsuru Kürtlere içerde ve dışarda nefes aldırma, CHP’ye gülümse, solu ise baskı altında tutmaya devam et.
Erdoğan-AKP iktidarı, dış politikayla iç politikasını konsolide etme taktiğini bir kez daha devreye soktu. Ancak darbe girişiminin ardından durumu toparlamak, işleri yola sokmak o kadar kolay görünmüyor.
Darbenin Erdoğan’ı güçlendirdiği veya devleti dağıttığı iddiaları birtakım haklı parametrelere dayansa da abartılı değerlendirmelerdir. Erdoğan, darbenin başarısız olmasını lehine çevirmeye çalışsa da pozisyonu darbe öncesine göre ciddi yara almıştır. Devlette etkinlik sahibi olan egemen sınıflar arasındaki kapışma devlette “ahenk” sorunu yaratsa da, aynı veya farklı kurumlardaki klikler arasında gerilime yol açsa da sıcak çatışmaya (şimdilik de olsa) ara verildiği ve çatışmanın daha da büyümesinin tercih edilmediği, kontrollü ve zamana yayılı şekilde sürdürüleceği anlaşılıyor.
Devlette kabaca üç parçalı durumun ortaya çıktığını söyleyebiliriz: darbeye kalkışanlar (ve yakın duranlar), darbeyi bastıranlar ve Erdoğan’ın ekibi. Ordu, darbeye kalkışanlar, kalkışıp geri çekilenler, tereddüt edenler, darbeyi bastıranlar şeklinde bir iç çatışma yaşayarak bütünlüğünü ve özgüvenini kaybetmiş durumdadır. Görünen o ki orduda Erdoğan’ın bir ekibi yok. Ordu, Fethullahçıları tasfiye ederek daha bütünlüklü bir yapı kurma, toparlanıp itibarını ve özgüvenini yeniden kazanma çabasında. Bu çabayı kimler nasıl yönlendirir, ne tür tehlikeler barındırır, iktidar için soru işareti olarak duruyor. Devleti yönetmek bakımından en operasyonel aygıt olan kontrgerillanın yeniden yapılandırılması Erdoğan’ın en acil işi olsa da bu o kadar kolay değil. Asıl olarak kendini savunmaya, kendi güvenliğini tehdit edecek gelişmeleri bertaraf etmeye dönük hamlelere öncelik verdiği görülüyor. SADAT adlı kontra örgütünün kurucusunu danışman olarak alması da kendi koruma ordusunu kurma ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bu bile kontrgerillanın yeniden yapılanmasında işlerin tıkırında gitmediğinin göstergesidir**.
Darbe girişiminin ardından, Erdoğan’ın egemen sınıflarla “didişmeyi” terk edip uzlaşmayı tercih ettiği görülüyor. Bu, tekelci sermaye temsilcilerinin demeçlerinde ve Doğan Grubu yazarlarınca hemen dile getirildi. Sermayeye ilaç gibi gelen yasaların (zorunlu BES, İşsizlik Fonu’nun kullanılma biçimi, ÇED sürecine ilişkin açıklamalar) peş peşe gündeme getirilmesi bu uzlaşmanın meyveleri ve karşılığında da yıpranmış Erdoğan’ı onarma lobileri başlatılmıştır. Özetle devlet içinde FETÖ’nün kullanıldığı bir ciddi çatışma yaşanmış, Erdoğan’a bir ayar verilmiş ve bunun sonuçları üzerinden devlet iktidarının dizaynı “konuşulmaktadır”.
Erdoğan, devlet iktidarındaki etkisini borçlu olduğu emperyalizm ve tekelci sermayeye karşı güç devşirebileceğini ve kendisine karşı yeni hamleleri caydırabileceğini düşündüğü kesimlere başvuruyor. Millete ve milli mutabakata HDP’yi dahil etmeden “millet”i sokağa, parlamento bileşeni partileri omuz omuza durmaya çağırarak yapmaya çalıştığı şey kendisine yeni bir darbe yapmaya kalkanlara“Sokak ve muhalefet partileri benim yanımda, darbeye ne toplumsal ne de siyasi destek bulursunuz” mesajı vermek ve darbe girişimlerinin “hevesini” kırmak. Bir ay boyunca kitleleri sokağa çağırarak, bir yandan olası darbe girişimlerini caydırmaya çalışırken; diğer yandan seçmeni nezdinde sarsılan otoritesini, liderliğini yeniden tesis etmeyi; aynı zamanda seçmeninden lüzumu halinde seferber edilecek bir mobilize kitle yaratmayı amaçlamıştır. Yani Erdoğan “sokağa” başvurmak zorunda kalmıştır; solun, sosyalistlerin, Alevilerin, Kürtlerin usta olduğu alana!
Bunda başarılı olabilmesinin en önemli koşulu ise muhalefetin sokaktan çekilerek Erdoğan’a mitini oluşturma imkanı vermesidir. Muhalefet bu imkanı vermedikçe, Erdoğan’ın işi kolay değil. Çünkü (1) ideolojik olarak zor durumdadır; kendisine ilk saldırıyı Fethullahçı İslamcılar yaptı, ikincisi ise dalgalar halinde IŞİD’li İslamcılardan gelmek üzeredir. İslamcılığın Türkiye’de üç ana akımı, darbecilik, yolsuzluk ve cihatçılık haline bürünmüştür, bu defolar üzerine darbeyi durdurmuş kahramanlar miti inşa etmek kolay değildir. (2) Tekelci sermaye ile mutabakatı bu defa çok daha fazla işçilerin cebine el atılması üzerinden gerçekleşiyor. (3) AKP’nin “millet” diye tanımladığı kitleler, ne uzlaşma ne de mutabakat kitlesidir, sol düşmanı, Alevi düşmanı, Kürt düşmanı, laiklik ve demokrasi düşmanı; mezhepçi, ırkçı, cihatçı bir kitledir. Kendi içinde de yukarıda bahsettiğimiz defektlere sahiptir. Kısacası Siyasal İslam tüm akımlarıyla kriz içerisindedir, iflasın eşiğindedir ancak bu iflası ilan edecek birilerine ihtiyaç var. Bu iflasın ilanı egemen sınıflar blokundan gelmeyecektir, Siyasal İslam’ın iflasını sosyalistler ilan etmelidirler.
Muhalefet ise üç parçalı haldedir. Kürt muhalefeti kendi (Suriye savaşı ekseninde) “özel” gündemlerine hapsolmuş durumdadır. CHP, Erdoğan’ın zaman kazanmaya dönük “mutabakat” zokasını yutmuş, AKP ile kıyaslanmayacak dinamizmde bir kitleye sahip olmasına karşın hem darbe ihtimaline direnecek hem demokratik laik bir siyaseti hakim kılacak bir çizgiden ısrarla kaçınmaktadır. Sosyalistler ise geniş kitlelere seslenebilecek, bağımsız bir hat kurmalarının tam zamanı iken dağınıklığı aşamamaktadırlar. Sosyalistlerin önündeki en acil görev oligarşinin iç çatışmalarının iktidarı zayıf düşürmesini bir fırsata çevirmek üzere hamleler yapmaktır, bu da Erdoğan’ın meşruiyetinin yeniden üretim alanı haline getirmeye çalıştığı sokağın etkin kullanımından geçer. CHP’nin, sol tabanı yanıltan, kafasını karıştıran politikalarına dönük sözel ve yazınsal eleştirilerin işe yaraması da demokratik laik bir iktidar (ülke) kurma iddiasına sahip muhalefet hattının yaratılmasından geçer.
Duvarların, panoların Siyasal İslamcıların iç savaşının teşhir edilmesinde kullanılması; parkların demokratik laik bir ülkenin tartışıldığı forum alanlarına çevrilmesi; okul önlerinin kamusal laik eğitim kampanyalarının alanlarına dönüştürülmesi; cemaatlere, tarikatlara peşkeş çekilen kamu mallarının önünde yeniden kamulaştırma taleplerinin yükseltilmesi; kent meydanlarının gericiliğin saldırısı altındaki kadınlar, Aleviler tarafından kullanılması; işçilere dönük saldırıların teşhiri ve püskürtülmesi… Bunlar her örgütün, inisiyatifin ayrı ayrı veya birlikte yapabileceği işlerdir. Bu işler yapılmadan pratik karşılığı belirsiz birlik çağrıları ne gerçekleştirilebilir ne de kitlelerle buluşabilir. Helva yapmak için un, yağ, şeker ve deneyim gereklidir. İktidar kavgasının kızıştığı dönemlerde aşağıdan sürdürülecek mücadeleler ve aşağıdan demokratik birlikler ile siyasal iktidar mücadelesinde var olunduğunu gösterecek politik birlikleri sentezleyecek irade gerekir. Devrimcilik tam bu anlarda öne atılmak ve risk almaktır.
Dipnot:
*Devrimciler, ulusal kurtuluş savaşçıları, sosyalistler kendilerinden kat kat kalabalık, savaş uçakları, tanklar ve ağır silahlarla donatılmış ordulara karşı savaşmak için, ezilen halkların onurunu simgeleyen gerilla savaşını geliştirdiler. Cihatçılar ise savunmasız, masum sivilleri katleden, ibadethanelerden, pazar yerlerinden düğün salonlarına her yeri hedef seçebilen onursuz, kalleş bombalı saldırıları.
**Elbette uzun vadede kendi milis güçlerini oluşturmaya çalışmaya niyet etmemesi için bir neden yok, ancak devleti çetevari organizasyonlarla yönetmeye kalkışmanın beraberinde belalar da getireceği açıktır, buna da en çok sol hazırlıklı olmalıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.