Sendika.Org olarak Özgür Gündem emekçilerine kulak verdik: “Nezarethanedeyken gazetenin çıktığını biliyorduk, çünkü Özgür Gündem gazeteciliği böyle susmaz!”
Özgür Gündem gazetesi, 16 Ağustos’ta İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliği tarafından geçici olarak kapatılmasının ardından akşam saatlerinde polis tarafından basıldı, baskında 25 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan 22 kişi ifadelerinin ardından serbest bırakılırken Özgür Gündem gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Zana Bilir Kaya, Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya ve Yayın Danışma Kurulu üyesi yazar Aslı Erdoğan tutuklandı. Sendika.Org olarak konuştuğumuz Özgür Gündem emekçileri; polis baskınını, gördükleri işkenceyi ve dışarıdaki dayanışmayı anlattı.
Birbirlerine olan güvenleri de siyasetlerine güvenleri de tamdı: “Biz nezarethanedeyken gazetenin çıktığını biliyorduk. Çünkü biliyoruz ki biz gözaltına alınmamış olsaydık bu gazeteyi çıkarırdık; kafamızın çalışma şekli budur. Ahmet’i alırlar, Mehmet onun yerine geçer ve çalışmaya devam eder. Kim akıl ettiyse bu işi aklına şaşarız yani… Özgür Gündem gazeteciliği böyle susmaz! Önümüzdeki süreçlerde ne olacak onu da bilmiyoruz ama her ne olursa olsun bu yöntemle susturulacak bir gazetecilik yapmıyoruz.”
Gazetenin kapatılış sürecini öğrenmenizden ve polis baskınından bahseder misiniz?
Öder Elaldı: Biz normal çalışma rutinimizde devam ediyorduk ama çevremizde olup bitenlerden, az çok böyle kapatma vb. gibi baskılarla karşılaşacağımızı öngörüyorduk. Kapatma kararını öğrendiğimiz gün biz normal tempomuzda çalışıyorduk, gündem toplantımızı aldık ve çalışmamız sürüyordu. İki saat sonra saat 14.00 civarı gazetemizin kapatıldığını Yeni Şafak’ın sosyal medya hesabından öğrendik. Biz tabii önce çok şaşırdık, nasıl olur biz burada çalışıyoruz, biz bilmiyoruz gazetenin kapatıldığını diye. Önce teyit etmeye çalıştık, sonra avukatları aradık. Kendi aramızda da espriler yapıyorduk, ardından haberi aldık ve bekleme süreci başladı. Gelirler mi gelmezler mi emin olamadık ama her şeye hazırlıklıydık. Yaklaşık bir buçuk saat sonra geldiler. İçeriye kasklı, uzun namlulu, çelik yelekli polisler bağıra çağıra girdiler. Biz de bu şekilde içeriye giremeyeceklerini söyledik, “Burası bir gazete haddinizi bilin” şeklinde bir duruş sergiledik. Onlar arama kararını getirdiler, avukatımız inceledi ve arama başladı. Arama sırasında çalışanları bir köşeye topladılar, İMC kamerası orada canlı yayındaydı ve polis İMC kameramanıyla muhabirini görüntü aldıkları için gözaltına almaya çalıştı. Ondan sonra hepimizi apar topar gözaltına aldılar.
Gözaltına alınırken polis şiddetine maruz kaldınız, öyle değil mi?
Ö.E.: Baskın yaptıklarında zaten çok darp ettiler. Polis ikinci kattan girişe kadar koridor oluşturmuştu ve bizi darp ederek, üstümüzü başımızı yırtarak, ters kelepçeli bir şekilde aşağıya indirdiler ve 7 saat boyunca ters kelepçeli şekilde işkence yaptılar. Hastanede bizi ters kelepçeli kafa tomografisine soktular, polis, kabinlere girerek doktorlara baskı uyguladı, herhangi bir olumsuz rapor yazmasınlar diye.
Gözaltı sürecinde polisler bize Abdülhamit’ten bahsetmişti. Tayyip Erdoğan’ın da kendini Abdülhamit’le özleştirip İslamcı bir iktidar kurma eğilimi vardı. Oradaki polis bu kodu verdi artık polisin o tutumu hükümetin militanlaştığını anlatıyordu. “Siz Lenin’in torunlarısınız. Biz rejiminizi yıktık, yeni rejimi kuruyoruz” lafını polis aracılığı ile söylüyorlardı. Onun dışında iki arkadaşımızı ayrı bir yere çekip, tekme tokat darp ettiler, bunu özellikle seçerek yaptılar. Gözleri hiçbir şey görmüyordu, buranın gazete binası olması onların umurlarında değildi ve ellerinden geldikçe darp ettiler. Özgüvenleri çok yüksekti. İstedikleri her şeyi yapabilme hakkına sahip olduklarını sandıklarını gösteriyordu. Polis bir arkadaşımı döverken Periscope’tan canlı yayın yapıyordu.
Elif Aydoğmuş: Önder öncesinden bahsetti ama benim de eklemek istediklerim var. Ben gazetede yeni başladım ama açıkçası bunu bekliyorduk. Kapatma kararını duyduktan sonra bu baskının ne zaman olacağını çok kestiremedik. Epey kalabalık, iki çevik otobüsüyle, geldiler.
Polisler müthiş derecede cinsiyetçi küfürler ediyordu. Epey öfkeli bir şekilde masalara vurarak, bağıra çağıra “Biz devletiz, devlet burada” deyip, küfür ederek üzerimize geliyorlardı. Bir polis benim saçımdan tutarak yüzüme yumruk attı ve sonra beni fırlattı, merdivenden yuvarlanmak üzereyken korkuluklara tutundum, astım krizine girdim. Astımım olduğunu söyleyen arkadaşlar da darp edildi.
Zaten aşağıya iniş anını hiç hatırlamıyoruz. Yere atıldığımız anda bile onlarca tekme ve yumruk yediğimizi söyleyebilirim. Sonra araçta özellikle bir kadın polis, bu beni en çok şaşırtan olaydı, çok fazla cinsiyetçi ifade kullandı. Bir kadın polis de postalıyla kafama basarak ayağını yüzüme indirdi. Erkek polisler ise yüzümüzü okşama, yerde otururken ayaklarını ısrarla bedene değdirme çabasındaydı. Biz çekildikçe buna devam ediyorlardı. Kendilerince bizim üzerimizden erkek arkadaşları tahrik etmeye çalışıyorlardı. Çünkü amaçları gözaltı aracında daha fazla darp edebilmekti. Sağlık sorunları olan arkadaşlar vardı. Araçta polisler bize “Bunlar zaten bu hastaları canlı bomba yapıp içimize atıyorlar” dediler. Hastanede bulunan doktorun üzerinde bir baskı olduğu görebilmek zor değildi, söylediğimiz şeyleri neredeyse yazmıyordu doktor. Çok oralı değildi, çok incelemediler açıkçası. Yine gözaltındayken içeriye doktor geldiğinde erkek polisler gitmiyorlardı ve doktor bizi onların yanında muayene ediyordu.
Reyhan Hacıoğlu: Çok ekleyecek bir şey yok aslında. Bizi yazdığımız haberlerle birebir karşılamaları çok şaşırtıcıydı. O arabada devletin kodlanmış tüm algılarıyla karşılaştık. O sırada insan diyor ki “Gerçekler bu kadar açıkken insanlar neden görmüyor, neden hissetmiyor?” Çünkü insanlar farklı yetiştiriliyor. Devletin kendi oluşturduğu Ermenisi, Yahudisi ile tüm ötekilerinin, her şeyi hak edebileceği algısıyla şiddet aygıtı üzerimize salınmıştı.
Gerçekten yalnızca bir gözaltı değildi, büyük bir öfke ve patlamayla bize yönelmişlerdi. Kadınlara karşı özellikle cinsiyetçi ve ırkçılardı. Erkek polisler benle bir kadın arkadaşımızın fotoğrafını çektiler “Hep siz mi çekeceksiniz biraz da bir sizi çekelim” diye…
E.A.: Bizim haberimiz yoktu ama dışarıda büyük bir kamuoyu oluşmuş. ABD Dışişleri Bakanı açıklama yapmış, dışarıdaki basın bir kamuoyu oluşturmuştu. Bu nedenle polis biraz tedirgindi, çok üzerimize gelmemeye çalışıyorlardı ama yine de açık bekliyorlardı. En ufak bir şey söylesek yine saldıracaklardı. Biz de muhatap olmuyorduk. Zaten gözaltı aracından hücrelere götürülmek üzere yola çıktığımızda, başkomiserdi sanırım, “Ben de bunlarla aynı havayı solumak istemiyorum ama eğer darp etmeye devam edeceksiniz ben tek başıma bunları götürürüm” dedi. Çünkü artık darp etmeyi göze alamayacak durumdaydılar. Dışarı çıktıktan sonra duş aldığımızda saçlarımız oluk oluk akıyordu zaten gözaltı sırasında da yerler hep saç olmuştu.
Ö. E.: Gözaltı sürecinde Müslümanlık vurgusu çok fazlaydı bunu da eklemek istiyorum. Bütün o polislerin kurdukları literatür Müslüman olmak ya olamamak üzerineydi. Kendilerince kafalarında kurdukları tüm ötekileştirmeyi kullanıyorlardı. Müslüman olmak onlar için çok önemliydi. Onun dışında bir de bize MHP simgeleri gösteriyorlardı. Bu bir taktik olabilir. AKP ideolojisinde olan polislerin özellikle MHP’yi gösterip algı yanıltma durumları da olabilir ama bilemiyoruz.
Polis yazdığınız haberlerle ilgili olarak da hedef aldı mı sizi?
E.A.: Söyledikleri şuydu: “600 kişiyi öldürdünüz bunun hesabının sorulmayacağını mı zannettiniz?” Aslen kendilerinin katil olduğunu hiçbir şekilde görmüyorlar.
Ö.E: Bu kadar pervasız olmalarının sebebi korku olabilir. Bize “Siz bizim karakollarımızı uçuruyoruz siz teröristsiniz, siz gazeteci değilsiniz, siz bunları haber yapıyorsunuz, onlara destek oluyorsunuz” diyerek korkularını dışa vuruyorlardı.
E.Ö.: Aslında arkadaşlar olanları anlatırken, olabildiğince her şeyi kibarlaştırıyorlar. Polisin yaptığı terbiyesizlik. Sıfır ahlak prensibiyle çalışıyorlardı. Daha kapıdan girdiklerinde bize haddimizi bildirmeye, dövmeye geldikleri çok belliydi. Normal bir arama söz konusu değildi. Niyet ve amaç belliydi. Sadece baştan bir parça yumuşadı ortalık, ondan sonra arbede çıktı.
Aslında hepimiz bunun olacağını biliyorduk. Bence bunu vahşice yapmalarının sebebi yarı profesyonel olmaları idi. Uzun süredir böyle gaza gelmiş polis tipiyle karşılaşmadım. Hiçbir ince hesapları yoktu. Seni merdivenden atıyor kafan çarpsa ölürsün ama bunun derdinde değildi.
Siz içerideyken gazeteniz çıkmaya devam etti, duyduğunuzda ne tepki verdiniz?
E.Ö.: Biz nezarethanedeyken gazetenin çıktığını biliyorduk. Çünkü şunu biliyoruz biz gözaltına alınmamış olsaydık bu gazeteyi çıkarırdık. Kafamızın çalışma şekli budur. Ahmet’i alırlar Mehmet onun yerine geçer ve çalışmaya devam eder. Kim akıl ettiyse kapatmayı, onun aklına şaşarız yani…
Özgür Gündem gazeteciliği böyle susmaz önümüzdeki süreçlerde ne olacak onu da bilmiyoruz ama her ne olursa olsun bu yöntemle susturulacak bir gazetecilik yapmıyoruz. Bunu da eklemem gerekir gerçekten otobüsteki şiddet de yetmiyor bunu anlatmaya. Yapılan saldırıda her Özgür Gündemci, Özgür Gündemci gibi davrandı bizim açımızdan en önemlisi bu. Gözaltı otobüslerinde otobüslere hakim oldukları için teslimiyet havası yaratmak isterler, profesyonelce bir davranıştır. Ama pek onların istediği gibi olmadı, onlar adına üzgünüz… Özgür Gündem böyledir yapacak bir şey yok…
“Bu gelenek böyle meşe ağacı gibi yandıkça filizlenir”
Atılım dayanışma amaçlı Özgür Gündem’i ek olarak çıkardı ve ardından ona da toplatma kararı çıktı. Siz gözaltında bu sayıyı gördüğünüzde ilk olarak ne düşündünüz?
R.H.: Atılım’la Özgür Gündem gerçekten basındaki dayanışmanın örneğidir. Atılım’ın o anlamda yaptığı devrimci bir duruştu…
E.Ö.: Sabahleyin sizi sorguya götürecekler ve siz gazetenizin çıktığını görüyorsunuz ve her şeye değiyor.
Ö.E: İlk düşüncelerimiz “O gazete nasıl çıktı, ne oldu?”, en çok onu merak ettik. Ama çıkacağına çok emindik bu gazetenin. Bu gelenek böyle meşe ağacı gibi yandıkça filizlenir.
“Özgür Gündem’in geleneği akıp giden bir şey”
E.Ö.: Aslında burada olanlar çok önemli değil. Bu baskınla Özgür Gündem’in rastgele bir yer olmadığını öğrenmiş oldular.
Özgür Gündem çünkü başka bir şey ne Fethullah’ın holdinglerine benzer ne de şimdiye kadar baskın yaptıkları başka kurumlara… 25 yıllık bir gelenekten geliyoruz. Bizim toplantı odamız da tabii, toplantı odası kaldıysa, katledilmiş arkadaşlarımızın resimlerinden oluşan kocaman bir afişimiz var, onların yanında çalışıyoruz. Hücredeyken DİHA’dan arkadaşlar da vardı. Onların yaşadıklarını dinlediğimde “Bizimki hiçbir şey” dedim. Onlar bölgede çalışan arkadaşlardı. Onların nasıl çalıştığını anladım, tam bir dehşet tablosunda gazetecilik yapıyorlar. Bu olay bir anlamda Özgür Gündem gazeteciliğinin ne anlama geldiğini göstermiş oldu.
Bu gazetenin bir özelliği de yazılmayanları yazmamız. Cezaevleri sorunu var ve siz her gün bir sayfayı rahatça doldurabiliyorsunuz, Şakran’dan Sincan’a kadar olan biteni yazıyoruz. Özgür Gündem’in böyle bir manası var. Sonuçta bu gelenek basit gelenek değil. Rastgele bir sayı söyleyeyim buradan 2000 insan geçmiştir, burası okul gibi kocaman bir müessese. İlk baktığınızda yaş ortalamasına, “Bunlar gencecik insanlar” diyorsunuz ama bu akıp giden bir şey… Bir nesil gidiyor, öbürü geliyor.
Bazı arkadaşlar Özgür Gündem bombalandığında doğmamıştı ya da işte iki üç yaşındaydı. Şu an Kürdistan’da 18 yaşında bir çocuk tutuklanmış ya da katledilmiş. Kürt mücadelesi başladığında portakalda vitamin, henüz doğmuş bile değil. Akıp giden bir şey bu… Özgür gündem bu kararlılıkla yürüdü yarından böyle yürüyecek ben bu baskına “dengesiz baskın” diyorum. Böyle şeylerle gazetenin susabileceğini hayal ediyorlar.
“Karşı tarafta bir blok var, bu tarafta da gerekli”
Dışarıda bir dayanışma örneği sergilendi, bununla ilgili ne söylemek istersiniz?
E.Ö.: Siyasette ne oluyorsa medyada da o oluyor. Beştepe’de toplantı yapılıyor, bu iktidarla muhalefetin yaptığı toplantı değil… Bu bir iktidar toplantısı, Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan’ın bir araya geldiği. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin iktidar toplantısı şeklinde geçiyor. Dolayısıyla Türkiye’de muhalefet denilen şey HDP ve sol sosyalist güçlerden ibaret hale geldi. Medyada da aynı şekilde karşınızdan kocaman bir çamur yığını var. O çamur yığınına katılma hevesinde olanlar da sonradan oraya katılmış halde… Doğan Medya da tereddütlerini de gidermiş görünüyor. Karşı tarafta bir blok var. Bir blokta bu tarafta gereklidir. Keşke Türkiye’nin demokratik güçleri ortaklaşa bir medya yaratabilseler. Bunun siyasette de yapılması gerekir, yapılmaya da çalışıyor. Güç birliğine sendikaların, Haziran Hareketi’nin, Halkevleri’nin tamamının katıldığı bir konsept oluşuyor.
“Gerçeğin sesi olmalıyız”
E.Ö.: Keşke böyle şeyleri medya alanında yapılabilse. Tek parça olması şart değil tek parça olmayabilir bunlar arasında koordinasyonu ve cephesel davranışı geliştirmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bir çamur deryasıyla karşı karşıyasınız bu kahvedeki adama oynayan bir çamur deryası. Yani inanılmaz şeyler okuyorsunuz algı operasyonunu çok çok iyi öğrenmişler her türlü algı yaratmak mümkün. Son zamanlarda mesela herkesin FETÖ’yü yönettiği algısı yaratmak mümkün kimsenin kimseyi yönettiği yok ama kahvedeki adamın basit zihnine oynuyorlar. Takvim gazetesini alıyor eline bakıyor “Aaa meğer bu böyleymiş” diyor. Madem ki siyasal hayatta bir demokrasi cephesi kurulmaya çalışılıyor, medya alanında da tekleştirmeden bir araya gelip daha derli toplu durmak gerekir. Gerçeğin sesi olarak durmanın önemli olduğunu düşünüyoruz.
“Dayanışmaya vurmak istiyorlar, asıl mesele bu”
Bilir Kaya, İnan Kızılkaya ve Aslı Erdoğan tutuklandı, bununla ilgili neler söylemek istersiniz?
E.Ö.: Arkadaşlarımızın tutuklanması tamamen konseptle ilgili. Normal şartlarda davaları sürüyor. Basın davaları uzun yıllar sürüyor. Aslı’nın konusu da çok net, savcılarda bunu ağızlarından kaçırıyorlar. Özellikle Aslı gibi dayanışma amacıyla bizim yanımızda duran insanlara saldırıyorlar. Bütün gazetelerde vardır danışma kurulu diye bir şey. Kendi savunmasında da söyledikleri aynen geçerlidir. Gazetemize ancak altı ayda bir gelir. Yayınla haberlerle köşelerle ilgili bir yönlendiriciliği bir yetkisi mevcut değildir. Ama Aslı meselesi gayet net. Cezalandırmak istiyorlar, iyi bir yerde, ahlaklı bir yerde durmaya çalışan herkesi.
Ö.E.: Aslı Erdoğan’ın duruşu da bize güç kattı. Cizre konusunda söyledikleri bize daha çok güç katıyor, geleneğe devam ediyoruz…
E.Ö.: Şunu da eklemek istiyorum Suruç patlamasından bir gün önce Suruç’ta muazzam bir miting vardı. Orada patlatma yaşanmadı, ertesi gün dayanışma için çocuklara oyuncak getiren gençler arasında patladı. Bu böyle bir şey. Aslı gibi olaylarda dayanışmaya vurmak istiyorlar, asıl mesele bu!
Sendika.Org
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.