Devrimlerin bürokrasiye dönmeden, kokuşmadan, halktan kopmadan, bastırmadan, “yeni imtiyazlılar” üretmeden gerçekleşmesi için ne yapabiliriz? Mucizevi çözümüm yok, sadece yanıt denemem var
Devrimlerin bürokrasiye dönmeden, kokuşmadan, halktan kopmadan, bastırmadan, “yeni imtiyazlılar” üretmeden gerçekleşmesi için ne yapabiliriz? Mucizevi bir çözümüm yok, sadece bir yanıt denemem var: İktidar ve halkın öz hükümeti, sürekli müdahale, tüm düzeylerde karşı iktidarlar, yapıların reformu, en altta halk komünleri, katılımcı demokrasi, “bir araya getirici”, temelde halkçı harekete öncelik…
İmkansız ise neye yarar “devrim yapmak”? Hem imkansız olduğuna kim karar verdi? İmkansız denildi diye vazgeçecek miyiz? Şairin dediği gibi yoksa; “vakitsiz bir gerçek, yarının gerçeği mi?” Sabah erken kalkıp, devrime inanmak, “yaşamı değiştirmeyi” tutkulu şekilde paylaştırmak koşuluyla.
“Devrim”in “ulaşılmaz” olması pek de önemli değil. Ufku belirler, yürümeye yardımcı olur, kuşkusuz (ve bereket versin ki) önceden çizilmiş bir yol olmaksızın, ama seçeneği önümüze koyarak, yol boyunca sürekli olan, bitmeyen ve her zaman yeniden başlanılacak bir şantiye gibi onu inşa ederek. Zekanın Gramsci kötümserliği ve iradenin iyimserliğiyle.
Devrimin birkaç gün, birkaç ay, birkaç yıl Paris, Leningrad, Managua, Havana, Karakas, LaPaz, Meksiko, Berlin, Belgrad, Lizbon, Santiago, Luanda, Pretorya’da mümkün olması onu güncelimizin, yolumuzun sürekli devingenliği yapar, enerji ve arzu verir; kolektif, dayanışmacı, insani sabahların mutluluğudur. “Devrimler kimi aydınların düşlemlerinden değil gereklilikten doğar” der “Sefiller” adlı o büyük eserinde Victor Hugo. Ortak malın, paylaşarak birlikte yaşamanın, diğerine güvenmenin, gerekirse “yeni değerler”, karışım, melezlik, çokkültürlülük, eşitlik “üretme”nin (korkunç!) gereksinmesi….
Kuşkusuz “devrim” sözcüğünün korku yarattığını kabul edelim, özellikle varlıklı olanlara (iyi de oldu!). Sözlüklerde devrimi “yapıların değişmesi” olarak tanımlar. Sonra da “şiddetli” diye ekleme yapar. Tarihsel olarak, bu yanlıştır. Şiddet kendini gösterdiğinde egemen sınıfları, “finansal feodaliteleri” reddetmek ve halkın iradesini kabul etmektir. Daha önce yenilen bir burjuvazinin barışçıl şekilde koltuğunu bıraktığını gördünüz mü? “Alçaklara” acımasız sosyal bir ırkçılık, zulüm, yabancılaşma, hor görme, aşağılama verdikten sonra “Gelin benim yerime oturun, koltuğu bırakıyorum” dediğini duydunuz mu? Devrimi, bu bostan korkuluğunu, zenginlerin bu korkusunu seviyorum. Yeni liberal sosyaller daha iyi “korumak”, kendiliğinden bir amaç gibi restore etmek için reform yaparlar. Amaç nedir? Kapitalizmin aşılması, sosyalizm. O halde bizden çaldıkları, soysuzlaştırdıkları, suçladıkları sözcükleri yeniden fethedelim.
Kaybedecek neyimiz var?
1789-1799 ve 1848 Fransız devrimleri monarşiyi devirir, çağcıl Fransa’yı (gerçekten çok kağıt üstünde tabi, neyse), ayrıcalıkların kaldırılmasını, insan haklarını, düşünme ve din özgürlüğünü, eşitliği (her zaman fethedilecek), seçilmişleri, halkın egemenliğini doğurur. Tüm bunlar askeri olarak bir araya gelmiş zenginlere, asillere, Girondin (Juppé’yide içine koyabilirsiniz) (Girondin bordo bölgesi ve Juppé’de Bordo belediye başkanı – ç.n.) ve merkezden “Marais”e (1792-1795 arası kurucu mecliste ılımlılar – ç.n.) (yani sağdan) karşı… Şu tümceyi kimin dediğini bilmiyorum: “Komünizmin kökleri her yerde vardır, yetiştirelim onları!” Bana Stalinci, aşırı solcu, anarşist, dogmatik, eski kafalı, hayalci diyeceksiniz. Seviyorum, seviyorum. Zola bana “devrimci” derdi, eğer bunu özgürlüğü elde etmeye kararlı gelişmenin insanları, tek bir tutkusu olan yani aydınlanma tutkusu olan insanlar olarak anlarsanız.
Kör değilim ama sadece “iyi görmüyorum”. Devrimlerin bürokrasiye dönmeden, kokuşmadan, halktan kopmadan, bastırmadan, “yeni imtiyazlılar” üretmeden gerçekleşmesi için ne yapabiliriz? Mucizevi bir çözümüm yok, sadece bir yanıt denemem var: İktidar ve halkın öz hükümeti, sürekli müdahale, tüm düzeylerde karşı iktidarlar, yapıların reformu, en altta halk komünleri, katılımcı demokrasi, “bir araya getirici”, temelde halkçı harekete öncelik…. Diyecesiniz ki bu pek gerçekçi değil, her şeyi ütopyalaştırıyorum (evet, evet, gereksinmemiz var) ve eski kafalının biriyim. Aman tanrım, ne mutluluk! Niye Kameleon gibi her yere uyum sağlamak zorundayız? Niye sıra dışı olmayalım ki?
Bırakın da Jaurès’in ülkesinde gençliğimin ideallerini sonuna kadar üzerime alayım (alalım). Düşlerimizin kanatlarını kırmayalım, akıntıya karşı kürek sallasak bile. Irmaklar hep gidip yataklarını bulur. Komünist, özgürlükçü, “mesihvari” (İşte burada abartıyorsun! Kışkırtıyorsun!) idealler en güzelleridir, bugünkü vahşi ormandan çıkmak için en gerekli olanlardır. İlk günkü gibi devrimleri sevelim. Amin. Çıplak elle.
“Genelleşmiş aldatma zamanlarında, sadece gerçeği (kendi gerçeğini) söylemek devrimci bir eylemdir.” (George Orwell, 1984)
[L’Humanité gazetesindeki 20 Ağustos tarihli Fransızca orijinalinden İsmail Kılınç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.