Küresel ölçekte bir “olağanüstü hal” söz konusu. Kanaatimce Türkiye’de içinden geçmekte olduğumuz süreci de belirleyen bu olağanüstü halin temel dinamiği bütün veçheleriyle kapitalist küreselleşme projesinin çökmüş olmasıdır
Küresel ölçekte bir “olağanüstü hal” söz konusu. Kanaatimce Türkiye’de içinden geçmekte olduğumuz süreci de belirleyen bu olağanüstü halin temel dinamiği bütün veçheleriyle kapitalist küreselleşme projesinin çökmüş olmasıdır
Olguların mutlak açıklayıcı olarak değerlendirildiği akut bir dönemden geçmekte olmamıza rağmen ve belki özellikle bu nedenle, tüm tarihsel-toplumsal-kültürel-politik-iktisadi özgülükleri akılda tutarak söylemeliyiz ki, içinden geçmekte olduğumuz sürecin temel dinamiği ne Türkiye’ye özgü, ne sadece Adalet ve Kalkınma Partisi ile ilişkili, ne sadece Tayyip Erdoğan’la, ne de sadece Gülen ya da Cemaat ile ilgili, tüm bunlar önemli olmakla birlikte yalnızca türev dinamiklerdir.
Küresel ölçekte bir “olağanüstü hal” söz konusu. Kanaatimce Türkiye’de içinden geçmekte olduğumuz süreci de belirleyen bu olağanüstü halin temel dinamiği bütün veçheleriyle kapitalist küreselleşme projesinin çökmüş olmasıdır. Daha açık ifade edersek, Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ardından muzaffer bir savaşçı görünümüyle arz-ı endam ederek, iktisadi-siyasal coğrafyasını genişletme arayışına giren kapitalist küreselleşme projesi tüm iktisadi, politik ve insani vaatleriyle birlikte “çökmüştür”. 1990’ların başlarında reel sosyalizmlerin çöküşünün ardından ABD hegemonyası altında insanlığa iktisadi anlamda refah, siyasal anlamda demokrasi, uluslararası sistem anlamında çatışmasız bir yönetişim vaat eden kapitalizmin ne ölçüde “başarılı” olduğu göreli olarak kısa bir süre içinde ortaya çıkmıştır. Günümüzde küresel ölçekte ve tek tek ülkeler özelinde yaşanılan temel sorunların, girişilen yeni arayışların, çatışan politika süreçlerinin anlaşılması gereken temel aks burasıdır. Kapitalizm yolunu kaybetmiştir ve kendine yeni bir yol bulmaya çalışıyor. Hem küresel ölçekte ama daha çok da küresel bağlar zayıfladığı ölçüde bölgesel ve ulusal ölçeklerde.
İçinden geçmekte olduğumuz sürecin yeni bir dönemin kapısını açacak gelişmelere gebe olduğu söylenmelidir. Bu anlamda tarihsel bir dönemeçteyiz. Öyle görünüyor ki, kırk ya da elli yıl sonra üniversitelerin siyaset bilimi, sosyoloji, iktisat, tarih vb. bölümlerinde ders anlatanlar bugün bizlerin “İkinci Dünya Savaşı sonrası yeniden yapılanan dünya ekonomisi- siyaseti” ya da “1980 sonrası dönüşüm” gibi kavramlarla anlattığımız milatlara, yakın geleceği işaret ederek yenilerini ekleyecekler. Öyle görünüyor ki, bugün bizlerin 20.yy başları için yaptığımız “Britanya’nın hegemon devlet olma gücünü kaybettiği” yönündeki tespit yüzyılı ikinci yarısında 21.yy erken dönemi ABD’si için yapılıyor olacak. Öyle görünüyor ki, “soğuk savaş dönemi” ve sonrasında “küreselleşme ya da tek kutuplu dünya” gibi adlandırmalara, adını henüz tam olarak koyamadığımız ama muhtemelen tek bir hegemonik devletin olmadığı, çok kutuplu bir küreselleşme sonrası dönem eklenecek.
Türkiye’de yaşanan darbe girişimi de asıl anlamını işaret etmeye çalıştığımız bu dönüşüm sürecinde kazanıyor. ABD hegemonyasının zayıfladığı, küresel siyaset mimarisinin tek kutupludan çok kutupluya evrildiği, tüm veçheleriyle küreselleşmenin krizi ile birlikte farklı bölgesel oluşumların önem kazandığı, ulus devletlerin hâkim uluslararası düzenden göreli özerk davranış alanlarının genişlediği bir dönemde, Türkiye’deki darbe girişimi, Türkiye’nin ABD hegemonyasının etkisinden nispi olarak uzaklaşması, içine girdiği alt emperyal arayışlar ve bunlarla ilişkili olarak çok kutuplu bir küreselleşme sonrası dönemde yeni yerini alma arayışının-politikasının bir sonucudur.
“Başarılı” ya da “başarısız” olmasından bağımsız olarak darbe girişimi tam da bu arayışı-politikayı hedef almıştır. Darbe girişimi yaygın olarak tartışılan yanlarının ötesinde Türkiye’nin küreselleşme sonrası uluslararası işleyişteki pozisyonuna yönelik önemli sonuçlar üretecektir. Bu sonuçların ne olacağına yönelik öngörüler mümkünken, bugünden kesin bir şeyler söylemek tarihin-toplumun-siyasetin dinamik yapısını inkâr etmek anlamına gelir. Eğer gerçekten de tespit ettiğimiz gibi tarihsel olarak yeni bir evrenin arifesindeysek yani taşlar sürekli yerinden oynuyor ve henüz yerli yerine oturmamışsa olasılıklar, politika tercihleri, arayışlar ve işbirlikleri sürekli olarak bozulup yeniden kurulacaktır.
Bu dinamik süreçte daha güzel bir dünya özleminde olan tarihin haklı ama mağlup çocuklarının hiç olmadığı kadar sıkı, hiç olmadığı kadar içten, hiç olmadığı kadar yoldaşça ve hiç olmadığı kadar “acil” bir şekilde bir araya gelmesi ve bu tarihsel sürece müdahil olması gerekir. Yoksa tüm o güzel özlemler yerinden oynayan taşların altında kalacak.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.