Artık bir daha kimse kırmızı çizgi çekemeyecekti ceza diye halklara, ki o kırmızı Kürt halkının ana rengiydi. Kırmızı, ateşli bir özgürlüğe dönüşüyor o çizgileri çiğneyiveriyorlardı
Artık bir daha kimse kırmızı çizgi çekemeyecekti ceza diye halklara, ki o kırmızı Kürt halkının ana rengiydi. Kırmızı, ateşli bir özgürlüğe dönüşüyor o çizgileri çiğneyiveriyorlardı. Kırmızı, özgürlüğün çizgisi oluyor kadınların çıkardığı çarşaflar yanarken daha da harlanıyordu…
Üzerlerindeki çarşafa değil IŞİD ve destekçilerine alaycı bakışıyla ağzındaki sigaraya bakıyorduk hepimiz. Hiçbir silah belki de bu kadar sarsmamıştı zalim olanı…
Hem bir kadın hem de muzafferdi…
Zalimler o kadar biçareydi ki “YPJ’liler yerel kıyafetler giyerek bu pozları veriyorlar” diyecek kadar zavallılaşıyordu. Heyhat! söylediklerine kendileri inansa; YPJ her yerde demiş de oluyorlardı…
Nihayet her yerden bu görüntüler ekranlarımıza akıyordu. İnsanlığın başladığı günden bu yana bu topraklarda olan Kürt halkını yerel saymayıp 1071’de gelenlerden sadece kendini yerel sayanlar pek komik oluyordu ama olsun, onlar zaten biz gülelim diye konuşuyorlardı.
Haliyle tebessümle karşılıyorduk söylediklerini.
Ama söylemeliyim özgürlükçü ve eşitlikçi insanlar için daha dün memleketinden göçmek zorunda kalıp, gelen bir emekçi de gittiği yerin yerelidir aslında. Emekçilerin evrenselliği yerelleşmiş bir şiardır devrimcilerde.
Şimdi yerellik nedir, köklü olmak nedir bir kez daha öğrenecekler. Hiçbir halkın sökülüp atılamayacağını, hepsini yok ettim zannetsen de neden sonra toprağın bağrından yeniden fışkıracağını öğrenecekler. Onurlu halkların nasıl sabırla direndiğini, bugüne değil yarına baktığını, yarını bugünden kurduğunu öğrenecekler.
Onlar kendi köksüzlükleriyle kadınları bu kadar yok sayarken, mesela Bülent Arınç bu sefer kahkahalarıyla değil kendi gözyaşlarıyla uğraşmak zorunda kalıyordu.
Üzerinde çarşaf olan kadınlar Münbiç’te çarşafları yakıyordu işte. Erkeğin kadına biçtiği ne varsa kadınlar tarafından biçiliyordu bir bir. Onları yok etmeye çalışanlarsa yok oluyordu özgürlük ateşinde. Dimyata pirince gidenler evdeki bulgurdan da oluyorlardı. Kürt halkına karşı ittifak ettiklerinin kendilerine karşı darbe girişimi yapmasıyla ittifakları yok oluyordu. Kendi darbecilerini kendileri yaratıyorlardı. Onlar şimdi iyilikten maraz doğdu dese de; biz savaşlar darbe doğurur derdik. Darbe istemiyorsanız barış demelisiniz diyorduk.
Onların dün beraber oldukları artık yoktu ama dün özgürlük için onurlarıyla beraber olanlar bugün daha büyük beraberlikler kuruyordu işte.
Kadınlar özgürse insanlık da özgürdü.
Herkes bilir; mal mülk insanın cezaevidir. O kadar hırsı ve arsızlığı korumak için o kadar arsızı etrafınıza doluşturmak zorundasınızdır. Zindanlara attığınız insanları orada tutmak için etrafınıza kendiniz kadar kötüleri doldurmak zorundasınızdır. Ve işte bu sizin cezaevinizdir. İnsanlara zindanlara tıkan kendini tıkmaktadır aslında ve Münbiç’te kırılan bu cezaevinin kırmızı çizgilerdir bir yandan da. Haliyle bu kırılma zalimleri bile “özgürleştirmiştir”.
Artık bir daha kimse kırmızı çizgi çekemeyecekti ceza diye halklara, ki o kırmızı Kürt halkının ana rengiydi. Kırmızı, ateşli bir özgürlüğe dönüşüyor o çizgileri çiğneyiveriyorlardı. Kırmızı, özgürlüğün çizgisi oluyor kadınların çıkardığı çarşaflar yanarken daha da harlanıyordu…
Münbiç’ten fotoğraflar 4 boyutluymuşcasına kadrajlarından çıkıp evlerimize doluyordu ki ben Münbiç’te bir kadına bakıp bakıp sigara yakanların tweetlerini büyük bir mutlulukla okuyordum. Ortadoğu’nun her yanını tütünlerimizin dumanı sarıyordu.
Tütün tütün üstüne…
Münbiç tarihsel bir kırılma anına işaret ediyordu ve bu gerçeği bize en iyi hissettiklerimiz söylüyordu. Hislerimiz can buluyordu Münbiç’te.
Hepimiz biliyorduk artık özgürlük kaçınılmazdı.
Artık biz onlara değil, onlar bize karşı direniyordu…
Ve bu elbette bu sadece Kürt halkının zaferi değildi…
100 yıl önce kucaklarında bebekleriyle Suriye çöllerine ölüme gönderilen Ermeni halkının da zaferiydi. Şimdi Münbiç Askeri Meclisi savaşçılarının kucağına aldıkları çocukları tüm halkların zaferiydi. Ki zaten oralarda tek dil, tek din değil her dil vardı. Her dilden mutluluklar gökyüzüne yayılıyordu.
100 yıl önce ölüme gönderilenler 100 yıl sonra yeni yaşamla dönüyordu…
Hiç ama hiç kimse üstlerindeki çarşafa bakmıyor gözlerindeki derin mutluluğu görüyordu. Ve gözleri çarşaflarını delip geçiyor bize kadar ulaşıyordu.
Münbiç sadece Münbiç değildi artık…
Ebu Leyla’nın gözleri gibi gülüyordu herkes…
Elbet bu devrimde dans da edilecek, ama şimdilik sigara…Hele bir kederler dağılsın…
Şimdi Ortadoğu’da halklar karşı olup, içlerine sindirdikleri bürokrasiyle ittifak edenler, kendi yarattıklarına karşı “Allah affettsin, millet affetsin” derken yarın da tüm halklara bizi affet diyecekler…
Oysa Cumartesi Anneleri çoktan söylemişti; çocuklarımızın kemiklerini, katillerini bize verin ki kimi affedeceğimizi bilelim…
İşte bu olgunluk dünyayı kurtaracak…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.