Fransız hükümetinin şu anki tutumu hem Fransa’nın hem de Ortadoğu ülkelerinin işçi sınıflarına ağır bir darbe getirecek niteliktedir. Bu yasa kendisini Fransız sermayesine adamış olan yönetici sınıfın ihtiyaçlarını karşılamak için geçirilmiştir. Bu gelişmeler Fransız halkını yeni yönetim şekilleri arayışına sürüklemiştir. Burada doğrudan demokrasi pratikleri geliştiriliyor ve kimsenin hükmetmediği yeni bir düzenin nasıl kurulabileceği üzerine tartışılıyor Fransa’da […]
Fransız hükümetinin şu anki tutumu hem Fransa’nın hem de Ortadoğu ülkelerinin işçi sınıflarına ağır bir darbe getirecek niteliktedir. Bu yasa kendisini Fransız sermayesine adamış olan yönetici sınıfın ihtiyaçlarını karşılamak için geçirilmiştir. Bu gelişmeler Fransız halkını yeni yönetim şekilleri arayışına sürüklemiştir. Burada doğrudan demokrasi pratikleri geliştiriliyor ve kimsenin hükmetmediği yeni bir düzenin nasıl kurulabileceği üzerine tartışılıyor
Fransa’da Kasım 2015’te ilan edilen ve üçüncü kez uzatılan OHAL işçi sınıfını hedef alırken Fransa’nın emperyalist müdahalelerini de meşrulaştırma işlevi görüyor.
2008 ekonomik krizi ile birlikte Fransız yönetici sınıfı pazarlardaki payları ile kâr oranlarını muhafaza etmek için içeride işçi sınıfını bastırıp çalışma rejimini tam bir kölelik haline indirgemeye, dışarıda ise emperyalist müdahalelere girişti.
2008’de iktidara geldiğinden beri “sosyalist” hükümet öncelikle sosyal yardım ve kamu alanında önemli kesintilere gitti ve sağlık, emeklilik ve eğitim alanlarına saldırdı. Aynı dönemde hükümetin on milyarlarca euro akıttığı sermayedarlar firmalarını kapatırken çalışmaya devam edenler ise her geçen yıl artan oranda sömürdü. Bu dönemde çalışan kesim daha da yoksullaştı ve işsizlik de arttı. Kapitalist sistemi doğrudan sorgulamaya yanaşmayan “sosyalist” hükümet adeta uluslararası kapitalist diktayı tatmin etme yollarını arıyor.
Bu uğurda halkını sömürmekten ve köleleştirmekten geri durmayan hükümet halkını “milli beraberlik” savı ile kenetleyebileceğini, direnenleri ise OHAL ile bastırabileceğini düşünüyor.
Tarihsel olarak Avrupa ülkelerinde milliyetçilik işçi sınıfını bastırma vazifesi görürken Fransa’nın ırkçı tutumu da sömürgelerini meşrulaştırma vazifesi görmüştür. Bu sene Fransa’nın 14 Temmuz Ulusal Bayramı’nda Tunus asıllı bir fransız vatandaşının Nice’te gerçekleştirdiği katliam sonrasında Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın ırkçı yaklaşımı da Fransa’nın Suriye ve Irak’a emperyalist müdahalelerini meşrulaştırma çabasıdır.
Şöyle ki katliamın hemen ardından ve henüz hiçbir terör örgütü katliamı üstlenmemişken ve haliyle olay henüz soruşturulmamışken Hollande İslami teröre karşı savaş halinde olduğunu açıklamıştır. Daha katliamın ilk anlarından itibaren Fransız medyası da İslami terörü hedef göstermiştir. Fransız yöneticileri ile medyasının bir vatandaşın etnik kimliğine bakarak vardıkları bu sonuç Fransa tarihinde kökleşmiş olan ırkçılığı anımsatmaktadır.
Hatırlanılacağı üzere 2011’de Norveç’te İşçi Partisi kampında 77 kişinin ölümüyle neticelenen katliam sonrasında ise Fransız siyasetçileri ve medyası katilin psikolojik unsurlarına odaklanmayı yeğlemişlerdi. Tunus asıllı bir Fransız’ın katliamı ise kasıtlı bir şekilde İslami teröre bağlanarak hem emperyalist savaşlar meşrulaştırılmak istenmiş hem de içeride milli beraberlik duyguları ile halkın kenetlenmesi ve böylelikle köleleştirildiklerinin farkına varmaları engellenmek istenmiştir. Ayrıca böylesine muğlak bir terör tanımı ile beraber toplumun önemli bir kesimi olağan şüpheli konumuna hapsedilmiş ve böylelikle genel bir baskılama aracı oluşturulmuştur. Buna ilaveten OHAL’le birlikte hükümet baskı ve sömürü politikaları ile polisin aşırı şiddetini meşrulaştırmayı istemiştir.
Hollande’ın savaş halinde olduğunu ilan ettiği İslami terör ise kökenini yükselen işçi hareketini bastırmak için dini duyguları canlandıran 1970’lerin emperyalist politikalarından almaktadır.
Unutulmamalıdır ki Avrupa ülkelerinde işçi sınıfını bastırma işlevi gören milliyetçilik gibi İslam’ın da önemli bir unsur olduğu toplumlarda din aynı işlevi görmesi için canlandırılmaktadır.
Fransız hükümetinin şu anki tutumu hem Fransa’nın hem de Ortadoğu ülkelerinin işçi sınıflarına ağır bir darbe getirecek niteliktedir.
Kısacası, Charlie Hebdo’dan beri peş peşe Fransa’da gerçekleşen katliamlarla “sosyalist” hükümet İslami terörle mücadele adı altında emperyal saldırılarını meşrulaştırma çabasına girişirken milli beraberlik söylemi ve OHAL uygulamasıyla kendinden önceki Chirac ve Sarkozy gibi sağ hükümetlerin bile göze alamadığı ve doğrudan işçi sınıfını hedef alan “İş Yasası” olarak adlandırdığı reformu gerçekleştirmeye koyulmuştur. Bu yasa kendisini Fransız sermayesine adamış olan yönetici sınıfın ihtiyaçlarını karşılamak için geçirilmiştir.
Oysa halktan tamamen kopuk yaşadığı anlaşılan “sosyalist” hükümetin masa başında aldığı kararların milyonlarca insanın hayatındaki yıkıcı etkilerinden bir haber olduğu da apaçık ortadadır.
Bütün bu gelişmelere rağmen işçi sınıfının haklarını koruyacağına adeta hükümet sevdasına tutulan bazı sendikacılara (MEDEF ve CFDT Genel Sekreteri Laurent Berger gibi) rağmen hayat standartları gittikçe düşen halk CGT, UNEF, FO ve SUD sendikalarıyla birlikte kölelik yasasına karşı sokaklara dökülmüş ve protestocuların sayıları kısa sürede bir milyonu aşmıştır.
Küresel kapitalist diktaları tatmin eden hükümet partileri ailesine girmekte kararlı olan hükümet OHAL uygulamalarını protestoculara karşı kullanmış, sendikacılar kapalı hücrelere hapsedilmiş ve polisin uyguladığı aşırı şiddet hafızalara kazınmıştır.
Mayıs-Haziran 1968’ten 48 yıl sonra çalışma saatlerinin uzatılması ve maaşların düşürülmesine karşı girişilen mücadele, şimdiye kadar yapılan reformların da tıkanmışlığını ortaya sermektedir.
Bu gelişmeler Fransız halkını yeni yönetim şekilleri arayışına sürüklemiştir. Iş yasasına karşı düzenlenen protestoları aşan toplumsal hoşnutsuzluk Nuit Debout (Gece Ayakta) hareketini doğurmuştur. Burada doğrudan demokrasi pratikleri geliştiriliyor ve kimsenin hükmetmediği yeni bir düzenin nasıl kurulabileceği üzerine tartışılıyor. Yaz dönemi nedeniyle durgunlaşan protestoların 15 Eylül 2016’da düzenlenecek olan genel grevle tekrar alevlenmesi beklenebilir. Buna ilaveten lise ve üniversite öğrencileri de blokaj ve barikat kurma hazırlığındalar.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.