Cadı avı da böyle bir işte… Yaktığınız kişinin cadı olması önemli değil. Önemli olan, onun cadı olduğuna kitlelerin inanması… Avrupa’da Hıristiyanlığın en bağnaz zamanları; Kilise’nin astığı astık, kestiği kestik. Yaşlı kıta vebanın yırtıcı pençesinin açtığı yaraları henüz tam sarabilmiş değil, halk hâlâ her tür salgın hastalık, kıtlık, doğal afet karşısında korumasız. Papa’nın oturduğu şehir bile, o […]
Cadı avı da böyle bir işte… Yaktığınız kişinin cadı olması önemli değil. Önemli olan, onun cadı olduğuna kitlelerin inanması…
Avrupa’da Hıristiyanlığın en bağnaz zamanları; Kilise’nin astığı astık, kestiği kestik.
Yaşlı kıta vebanın yırtıcı pençesinin açtığı yaraları henüz tam sarabilmiş değil, halk hâlâ her tür salgın hastalık, kıtlık, doğal afet karşısında korumasız.
Papa’nın oturduğu şehir bile, o kadar duaya rağmen veba belasından kurtulamamış, binlerce insan ölmüş, vebadan ölenleri gömecek yer kalmadığından, ölüleri gömmeye yetecek işgücü kalmadığından Papa yeni bir cenaze hizmetleri yöntemi bulmuş:
Cesetler getiriliyor, Papa iki dua ediyor, cesetler hop Seine Nehri’ne atılıyor!
Böyle bir ortam…
***
Papa kutsal bir adamsa, günahsızsa, kimin günahkar olduğunu bilecek kadar derin bir adamsa veba neden bitmiyor?
Yoksa Papa o kadar kutsal değil mi?
Şüphesiz o dönem Avrupalısından bir kısmının kafasında bu soru var; şüphe giderek büyüyor, insanların Kilise’ye güveni sarsılıyor.
Kilise’ye bir malzeme lazım…
İlk çare, vebadan dolayı bazı din ve mezheplerin sorumlu tutulması ki bu çare tutuyor, Avrupa kentlerinde insanlar kendilerine yeni bir düşman, yeni bir korku yaratıyor; kitleler halinde bazı mahalleleri basıyor, çoluk çocuk demeden önüne geleni kesiyor…
Fakat veba bitmiyor…
***
Kilise’nin yeni bir düşman yaratması, halkın o düşmandan korkması lazım ama öyle bir düşman olmalı ki bu…
Hem salgın hastalıkların, kıtlığın, doğal afetlerin sorumlusu olarak görülmeli, hem açlıktan, gıdasızlıktan dolayı artan bebek ölümlerine, sakat doğumlara, hatta mum ışığında oturup türlü hayaller gören, korku krizlerine giren kişilerin histerilerine gerekçe olarak gösterilebilmeli…
Öyle olmalı ki hiç kimse Kilise’yi “Bunları niye engelleyemedin” diye suçlamasın, düşmanın peşine koşsun…
***
Kilise aradığı düşmanı önce Avrupa’nın kırsal kesimlerinde, sonra kent merkezlerinde buluyor:
Cadılar!
Kim bunlar?
Ruhunu şeytana satmış insanlar. Şeytan onların ruhunu satın aldığı için onlara bazı metafizik güçler veriyor; mesela bunlar istedikleri kişinin rüyasına girip onu kırbaçlayabiliyor, istedikleri zaman uzaktan bebekleri öldürüyor, istedikleri kişileri hasta ediyor, bazen yağmuru kesiyor kıtlığa neden oluyor, bazen çok yağmur yağdırıyor sele neden oluyor…
Hatta bunların süpürgeleri var, süpürgeye biniyorlar, uçuyorlar!
Bazen uçan atlara biniyorlar…
İşleri güçleri kötülük!
***
Cadı avı kimilerine göre 300 yıl kadar sürüyor; kimileri 5 bin kişinin, kimileri 45 bin kişinin, cadı olduğu gerekçesiyle işkenceden geçirildiğine, yakılarak, asılarak ya da suya atılarak öldürüldüğünü söylüyor.
O cadı avı yılları boyunca, Avrupa’da hiç kimse, Papalık makamının, onun taşra örgütlenmeleri olan kardinalliklerin, piskoposlukların, kiliselerin ve onun mahkeme örgütü olan engizisyonun “hikmetlerini“ sorgulamıyor.
Şeytana ruhunu satmış kişilerin insanlığı salgın hastalıklarla kıracağına inanmış dini bütün Hıristiyanlar, ruhunu Tanrı’ya teslim etmiş papazların neden onlarla baş edemediğini hiç sorgulamıyor…
***
Ve belki de cadı avı sürecinin en acı, aynı zamanda en komik yanı:
Geceleri uçacak kadar, mevsimlerin düzenine etki edecek kadar, insanların rüyasına girip onları kırbaçlayacak kadar etkili “metafizik” güçleri olduğuna inanılan cadıları, sıradan köylüler, sıradan esnaf, sıradan papazlar yakalıyor!
Her şeye gücü yeten cadılara, sıradan insanlar işkence ediyor, saçını çekiyor, tırnağını çekiyor, kemiklerini kırıyor, derisini yüzüyor ve işkence ile itiraf alıyor ama cadılar işkencehaneden uçamıyor!
Tüm bunlar olup biterken hiç kimse, “Yahu bu cadı gerçekten uçabiliyorsa biz ona nasıl günlerce işkence edebiliyoruz” diye sormuyor.
***
Zaten Kilise de bu noktada kazanıyor. Kimilerine göre 5 bin, kimilerine 45 bin kadının cadıdır diye yakılması, asılması, boğulması değil; olan biteni izleyenlerin “Cadıysa niye uçmuyor, niye kaçmıyor” sorusunu aklına bile getirmemesi Kilise’nin zaferini perçinliyor.
***
Cadı avı da böyle bir işte…
Yaktığınız kişinin cadı olması önemli değil. Önemli olan, onun cadı olduğuna kitlelerin inanması…
O dönem bütün bir Avrupa, bazı kadınların cadı olduğuna inanıyor!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.