“IŞİD” eliyle gerçekleştirilen bu alçakça katliam, esas olarak halklarımızı gerici bir çatışmanın içine çekmeye dönüktür ve Kürtler’e teslimiyeti dayatmayı hedeflemektedir Politik ve toplumsal ilişkilerin bombalar ve kitle katliamları ile düzenlenmesi yolunda yeni bir adım Antep’te atıldı. Bir Kürt ailenin düğününe yönelik canlı bomba saldırısı ile yeni bir kitle katliamı gerçekleştirildi. Bu korkunç kitle katliamının […]
“IŞİD” eliyle gerçekleştirilen bu alçakça katliam, esas olarak halklarımızı gerici bir çatışmanın içine çekmeye dönüktür ve Kürtler’e teslimiyeti dayatmayı hedeflemektedir
Politik ve toplumsal ilişkilerin bombalar ve kitle katliamları ile düzenlenmesi yolunda yeni bir adım Antep’te atıldı. Bir Kürt ailenin düğününe yönelik canlı bomba saldırısı ile yeni bir kitle katliamı gerçekleştirildi.
Bu korkunç kitle katliamının ardından yaralılar hastanelere taşınırken, hastane önünde ellerinde Türk bayrakları ile beliren ırkçı-faşist grupların yaratmaya çalıştığı provokasyon, bu saldırıyla asıl olarak neyin hedeflendiğini ve bu katliamın toplumsal muhalefetin canlı öğelerine yönelik yeni bir saldırı dalgasının işaret fişeği olduğunu gözler önüne serdi.
Tayyip Erdoğan merkezli yeni iktidar bloğunun, devletin re-organizasyonu sürecinde yoğunlaşmış bir Kürt savaşı opsiyonuna hazır olduğunu göstererek kitleleri kendi çizdiği sınırlar içinde hareket etmeye zorladığını bir süredir gözlemliyorduk.
Hedeflenen, “Olağanüstü Hal Yönetimi”ne uygun bir Olağanüstü Toplumsal Durum yaratmaktı, toplumun mutlak zapturapt altına alınmasıydı
Siyasetin ve toplumsal psikolojinin bombalar ve kitle katliamları ile şekillendirilmesi bağlamında, son bir buçuk yılda art arda gerçekleşen saldırıların doğurduğu sonuçlar, Tayyip Erdoğan ve müttefiklerine, halka yönelik yeni bir yoğunlaşmış saldırı dönemini başlatmak için cesaret vermiş olmalı.
Son haftalarda art arda gelen tutuklamalar, Özgür Gündem gazetesine yönelik baskın, Aslı Erdoğan’ın tutuklanması ve Antep katliamı; bunların tümü birbirini tamamlayan olaylar ve halka, yeni saldırı döneminde saldırıların çapını ne kadar büyütebileceklerini ve kapsamını ne kadar genişletebileceklerini göstermeyi, halkta daha büyük bir “şok ve dehşet” yaratmayı hedefliyor.
Antep katliamı, aynı zamanda, son haftalarda şehirlerde art arda patlayan PKK bombalarına ve yoğunlaşan gerilla eylemlerine karşı, devletin yasadışı ama organik bir parçası olan “IŞİD” aracılığıyla verilmiş bir yanıttır. Tayyip Erdoğan merkezli yeni iktidar bloğu, PKK’yle yeni bir savaş büyüdüğü takdirde doğrudan sivil Kürt kitlelerini hedef alacağını bu saldırıyla ilan etmiştir. Mesaj açıktır: Ya teslimiyet ya sivil katliamları!
Antep’te katliam sonrası hastane önünde yaşananlar akıllara, 6-7 Ekim Kobane başkaldırısı sırasında yine Antep sokaklarında ellerinde kılıçlar, bıçaklar ve silahlarla yürüyen, ağırlıklı olarak Kürtler’in yaşadığı mahallelere saldıran ırkçı-faşist çeteleri getirdi.
Antep, son yıllarda IŞİD ve diğer gerici-faşist örgütlenmelerin merkez üslerinden birine dönüşmüş durumda. Kuşkusuz, Antep’te gericiliğin yükselişinde şehrin coğrafi konumu ve kültürel/tarihsel bağları nedeniyle, Suriye’ye yönelik emperyalist saldırı sürecinin önem taşıyan merkez üslerinden biri olarak tercih edilmesi önemli bir faktördür, ancak şehirde gericiliğin yükselişinin daha geriye giden, daha köklü ve esaslı nedenleri vardır.
Antep’in devlet ve egemen sınıf eliyle gericileştirilmesi sürecinin miladı 12 Eylül 1980’dir. 12 Eylül 1980’e dek, ilerici, sosyalist güçlerin ülkede en güçlü ve etkili olduğu şehirlerden biri olan Antep, bu özelliğiyle 12 Eylül faşizminin başta gelen hedeflerinden de biriydi. Antep’te, 12 Eylül sonrası ilerici, devrimci güçlere karşı yürütülen acımasız devlet terörü madalyonun bir yüzü; aynı dönemde önü sonuna kadar açılan, her türlü araçla her düzeyde desteklenen farklı gerici oluşumlar ise madalyonun diğer yüzüydü.
Fethullah Gülen’in çok güçlü bir devlet desteği ile sıkı bir örgütlenme oluşturduğu kentlerden birisi de, 12 Eylül sonrası sanayinin çok hızlı bir gelişme ritmine sahip olduğu Antep’ti. Geçtiğimiz günlerde, şehrin en büyük sanayici kapitalist ailelerinden biri olan Nakıpoğlu ailesi mensupları FETÖ operasyonu çerçevesinde göz altına alındı ve tutuklandı.
1980’den günümüze şehrin nüfusu yaklaşık üç kat arttı. Nüfusun ülke ortalamasının çok üzerinde artışının başta gelen nedenleriyse: kentin sürekli gelişen ekonomik kapasitesi ve 90’lı yıllarda yoğunlaşan Kürt savaşı nedeniyle aldığı göç idi.
Antep’in gerek geçmişinden gelen, gerekse de sözünü ettiğimiz nedenlerle son 40 yıldaki göçlerle giderek daha fazla artan nüfus çeşitliliği, gerici-faşist odaklar tarafından epeydir halklar arası gerici ve yıkıcı bir çatışmanın yakıtına dönüştürülmek isteniyor. 6-7 Ekim, bu durumun en gözle görülür hale geldiği momentti.
“IŞİD”in Türkiye’de gerçekleştirdiği katliamlar, “IŞİD” mensuplarının Türk devlet kurumları ve AKP ile ilişkileri, devletin polis ve istihbarat örgütleri tarafından nasıl korunup kollandığı geniş bir dökümantasyon ışığında ortaya konuldu. Muhalif kanatta bu konuda neredeyse kimsenin bir şüphesi yok.
Ama konu “IŞİD”in bölgesel ve dünya çapındaki faaliyetlerine geldiğinde, Türkiye ile olan ilişkileri ve gördüğü işleve dair üzerinde ortaklaşılan saptama farklılaşmaya başlıyor. “IŞİD”in AKP ile organik bağları ile aynı düzlemde ve düzeyde başka ülkelerin devletleri ve gizli servisleriyle olan ilişkileri genelde ya reddediliyor ya da olduğundan çok daha küçük gösteriliyor.
Oysa “IŞİD” Türkiye’de son bir buçuk yılda gördüğü işlevin hemen aynısını esas olarak Irak ve Suriye’de uzun yıllardır görmektedir. Bu örgüt hakkında en geniş ve kapsamlı bilgiler başından beri ABD’nin tekelindedir. Çünkü bu örgütün kurucu kadrolarının ve en önemli yöneticilerinin hemen tümü uzun yıllar ABD özel kuvvetleri ve CIA tarafından sorgulandıkları ve gözlendikleri Irak’taki özel hapishanelerde kalmıştır.
Türk devletinin ve ilgili Türk istihbarat örgütlerinin kuşkusuz ki bölgesel bir aktör olarak eskiden beri bu unsurlarla kimi temasları vardır, ancak ilgili Türk istihbarat örgütlerinin “IŞİD”e bu derece nüfuz edebilmeleri, son bir kaç yılda onu kendi siyasal hedeflerine uygun olarak harekete geçirme yeteneği kazanabilmeleri, esas olarak Suriye’ye yönelik emperyalist müdahale çerçevesinde örgütlenen vekalet savaşı sürecinde yüklenmiş oldukları bölgesel rolün bir ürünüdür.
“IŞİD”in Türkiye’de gerçekleştirdiği katliamlar sonrası ortaya çıkan “inanılmaz” istihbari ve polisiye ihmaller, “IŞİD” katliamlarını gerçekleştirenlerin pek çoğunun bilinen ve gözlem altındaki kişiler olduğu uzun zamandır belgelerle sabittir, ancak aynı durum Paris’i, Brüksel’i kana bulayan Avrupalı “IŞİD” mensupları açısından da geçerlidir.
Üstelik aradaki uzun mesafe dikkate alındığında ve takip altındaki şahısların Avrupa’dan Suriye’ye ulaşmalarının ve sonra tekrar Avrupa’ya dönmelerinin çok daha zorlu koşullar altında gerçekleştiği göz önünde bulundurulduğunda, Avrupalı “IŞİD” üyelerinin Avrupa istihbarat örgütleriyle bağlantılarını ortaya koyan çok daha güçlü göstergeler mevcuttur.
“IŞİD” eliyle gerçekleştirilen bu alçakça katliam, esas olarak halklarımızı gerici bir çatışmanın içine çekmeye dönüktür ve Kürtler’e teslimiyeti dayatmayı hedeflemektedir.
Reyhanlı’da patlayan bombalarla açılışını yapan toplumu bombalarla yönetme sürecinde gelinen nokta Antep katliamıdır. Tayyip Erdoğan ve AKP merkezli yeni iktidar bloğu, devleti kan ve ateş içinde yeniden yapılandırmak için harekete geçmiştir.
Daha büyük katliamların önüne geçmenin yegane yolu, halkların kardeşliği-işçilerin birliği temeline yerleşecek politik perspektifin yön verdiği bir sınıfsal mücadele hattıdır. Bu politik hat örgütlü bir güç haline getirilemediği takdirde, halklarımız çok daha büyük katliamlarla yüz yüze gelme tehdidi altında kalacak, halklar arası gerici bir iç çatışma tehlikesi daha da güçlenecektir.
21 Ağustos 2016
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.