Resmi Gazete’ de 26 Temmuz’ da yayımlanan “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlardan Hükümlü Olanlara Uygulanacak Tedavi ve Diğer Yükümlülükler Hakkında Yönetmelik”in 7/1. maddesi ile “cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan hapis cezasına mahkûm olmuş kişiler hakkında, hükmün infazı ve denetimli serbestlik süreleri içerisinde cinsel dürtünün azaltılmasına veya denetimine yönelik tedaviler ile cinsel isteğin azalmasını veya yok edilmesini […]
Resmi Gazete’ de 26 Temmuz’ da yayımlanan “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlardan Hükümlü Olanlara Uygulanacak Tedavi ve Diğer Yükümlülükler Hakkında Yönetmelik”in 7/1. maddesi ile “cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan hapis cezasına mahkûm olmuş kişiler hakkında, hükmün infazı ve denetimli serbestlik süreleri içerisinde cinsel dürtünün azaltılmasına veya denetimine yönelik tedaviler ile cinsel isteğin azalmasını veya yok edilmesini sağlayan tedaviye tabi tutulmalarına ilişkin hüküm” yürürlüğe girdi. Bu yönetmelikte henüz kimyasal hadımın kimlere, nasıl uygulanacağı ve hangi kriterler altında gerçekleştirileceği açık olmamaktadır. TBMM Adalet Alt Komisyonu’nda yer alan ve kamuoyunda ‘kimyasal hadım yasası’ olarak bilinen ve cinsel şiddet faillerine testosteron azaltıcı tedavi uygulanmasını içeren bu yönetmelik nedir ve nasıl bir zihniyetin ürünüdür?
Bu soruyu cevaplamadan önce OHAL döneminde yürürlüğe giren kimyasal hadım yönetmeliğini çözüm olarak öneren iktidarın 14 yıllık iktidarı boyunca yaptığı kadınlara yönelik politika ve söylemlere dönüp bakmak gerekir. Kadın cinayetlerinin %1400 arttığı bu süreçte, AKP’nin çizdiği kadın modeli topluma dayatılmaya çalışılmıştır. Bu kadın modeli iş hayatında ‘belirli sınırlarla’ yer alan fakat asıl yeri ev ve asıl görevi çocuk ve aile bakımı olan, toplumda ikincil görülen bir konumdadır. AKP politikalarının uygulayıcıları Milletvekilleri, Diyanet, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı vb. gibi erkek devletin tüm organları ile KADEM, EVADER, GÜZİDER, YEKAD gibi kadın düşmanı dernekler bu modelin oluşturulmasında etkin rol oynamış, kadının toplumda biçimlendiği konumu üzerine birbirlerini destekleyen açıklamalarda bulunmuştur. Bu tanımı pekiştirmek adına TDK kapsamlı tanımlamalarına her geçen gün bir yenisini ekleyerek ayrıca yer vermiştir. Kadınların nasıl giyinmesi, nerede olması, ne zaman gülüp, kaşını ne zaman alacağı, kaç çocuk doğuracağına kadar tüm kararı verme yetkisini kendinde gören iktidar ve çevresi aksini uygulayan kadınları yarım olarak nitelendirmiştir. Tüm iktidarı boyunca uyguladığı politika ya gerici, eril zihniyetin tanımladığı biçimle yaşayacaksın ya da eril şiddete ve söylemlere maruz kalacaksın seçenekleri arasında kalmıştır. Kadınları toplumsal cinsiyet rolleri içinde kodlayarak emeğini sömürdüğü, aciz ve zayıf ikincil insan olarak tanımladığı ilk seçenekte de aynı eril şiddet yine de bulunmaktadır, yalnızca şiddetin meşruluğu iktidar nezdinde görecelenmiştir. Hukuksal açıdan da erkek adaletin hüküm sürdüğü uygulamalar, son olarak TBMM Boşanma Komisyonu ile kadın ve çocuğun sahip olduğu haklara da gözünü dikmiştir. Kadının adının olmadığı AKP iktidarının tüm bu sürecinde kadınlar için, yaşam ve erkek şiddeti arasında keskin bir mücadele oluşmuştur, yaşamını savunma mücadelesi.
Kadın ve erkeği eşit görmeyi fıtrata ters bulan, tecavüze uğrayan kadın ölsün diyen ve kadınlar için annelik kavramı dışında edepsiz, densiz, yaratık sıfatlarını kullanan bu zihniyet tecavüz kültüründe bir sorun görmemiş aksine tüm normlarını, tavırlarını ve dilini değer olarak sunmuş en sonunda da eril düzenin ‘’değerlerini’’ yıkmayacak bir biçimde çözüm üretmiştir.
Çünkü gerici politikalarını topluma dayatmaya çalışan bu iktidar, sokağa cihat çağrıları yaptığı bu zamanda bir yandan kendini aklarken bir yandan da gericiliği meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Yaşanan tüm bu cinsel saldırı olaylarının toplumsal ve politik boyutu göz ardı edilerek kendi politikalarının sonucu değil de ‘bireysel’ ‘insani’ meseleler olarak gösterip kendini aklarken, kısasa kısasçı şeriat kanunlarından çözümlerle gerici sistemini meşrulaştırma amacındadır. Yürürlüğe giren hükümde tek düşünülmeyen konu ise cinsel şiddeti durdurmaktır.
İktidarın çözüm olarak gördüğü kimyasal hadım; cinsel saldırıyı hormonal bir soruna dönüştürerek eril şiddeti görmezden gelip fiziksele indirger ve cinsel şiddeti bir şiddet biçimi olarak değil de bir tür hastalık olarak tanımlar. Bu nedenledir ki yayımlanan hükümde de kimyasal hadım, tedavi adı altında sunulur. Cinsel şiddet anlık kontrolsüzlük ya da hastalık değil erkek egemen sistemin sonucu görülen eril şiddetin somut halidir. Yani bireysel ya da insani değil aksine sistematik ve toplumsaldır.
Cinsel şiddetin tek bir yöntemi yoktur. Eril şiddet kendini sözlü, tavırsal, psikolojik ya da sanal taciz biçimleriyle de gösterir. Hormonal tedavi ile biyolojik bir meseleden ibaretmiş gibi algılatılmaya çalışılan cinsel şiddet olaylarında tecavüzün, tacizin fiziksel olarak gerçekleşmediği durumlar belli ki sorun edilmemektedir. Bu cinsel şiddet algısı da iktidarın erkekliğini açığa vurmaktan öteye gitmemektedir.
Kimyasal hadım erkekliği engelleyen değil fiziksel olarak işlevsiz hale getiren bir yöntemdir. Hadım uygulanan kişinin toplum içindeki şiddet eğilimi öncesinden farksız olacaktır ve tecavüzcü aynı erkekliği devam ettirecektir. Eril şiddeti yok etme yerine uygulanan bu bastırma politikası, aksi sonuç verip kimyasal hadım uygulanan kişide bu şiddetin gösterilme eğilimini arttırıcı etkide de bulunabilir. ‘Kaybettiği’ erkekliğini erkek egemen sistemde farklı şiddet ve iktidar biçimleriyle telafi etmeye çalışabilir.
Erkekliği organa indirgeyerek yücelten, erkek olmanın gururu ve simgesi olarak aktif bir ‘penis’ inin olmasını gören hadım çözümleri ‘erkekliği alma’ tehdidi ile onu aslında kutsallaştırmaktadır. Erkekliğin kıymetini dile getirerek kadını aşağılamaktadır.
Aynı zamanda ‘geri dönüş’ ün mümkün olduğu bu yöntem, hukuki bir çözüm olarak insan hakları açısından kabul edilemeyeceği gerçeği bir yana caydırılığının da olmayacağı açıktır. Kaldı ki fiziksel bir caydırıcılık cinsel şiddetin önlenmesinde etken olmayacak, aynı şiddet biçimi toplumda yine kendini sürdürecektir. Kimyasal Hadım Yönetmeliği yakından bakıldığında tüm bu çelişkileri içinde barındıran cinsel şiddete karşı önlem ya da durdurma çözümü değil, aksine erkekliğin yüceltildiği ve pekiştirildiği bir erkek aklı ve zihniyetin ürünüdür.
Kimyasal Hadım Yönetmeliğinin etik olmayan ve cinsiyetçi mantığının cinsel şiddeti önleme yöntemi olamayacağı gerçeğinin yanında, erkek egemen bu sistemde uygulanması da erkek adalet sınırları içinde olacaktır. Tecavüz davalarında kadının beyanını hiçe sayıp tecavüzcüye değil kadına ispat zorunluluğu getiren iyi hal ve tahrik indirimleriyle erkek şiddetinde cezasızlığa mal olan erkek adalet, kimyasal hadım çözümünde de kendini devam ettirecektir. Hukuki bir önlem Kimyasal Hadım Yönetmeliği değil kadınların sözleri ve taleplerinin dikkate alındığı, önceliğin olaya maruz bırakılanın durumu olduğu hukuksal süreçlerle gerçekleşebilir.
Cinsel şiddet sistemin erkek çözümleriyle değil tecavüz kültürünün yok edilmesiyle önlenebilir.
Bu da ancak kadınların dayanışması ve mücadelesiyle gerçekleşecektir.
*Üniversiteli Kadın Kolektifi Üyesi, İstanbul
Bu yazı Üniversiteli Kadın Kolektifi’nin Facebook sayfasından alınmıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.