Suriye’de yakılan ateşin en sıcak hissedildiği Hatay’dan bakıldığında hem bu vatandaşlık meselesi hem de Maraş’ta, Sivas’ta özellikle Alevilerin yoğun yaşadığı yerlerde bunların konumlandırılmaya çalışılması masumane görülmüyor ve bu, korkuları daha da büyütüyor Olayların patlak verdiği andan beri toz-duman bulutunun içinde kalakaldı şu Suriye meselesi. Etraf o kadar toz dumana boğuldu ki gerçekler gümbürtüye gitti hep. […]
Suriye’de yakılan ateşin en sıcak hissedildiği Hatay’dan bakıldığında hem bu vatandaşlık meselesi hem de Maraş’ta, Sivas’ta özellikle Alevilerin yoğun yaşadığı yerlerde bunların konumlandırılmaya çalışılması masumane görülmüyor ve bu, korkuları daha da büyütüyor
Olayların patlak verdiği andan beri toz-duman bulutunun içinde kalakaldı şu Suriye meselesi. Etraf o kadar toz dumana boğuldu ki gerçekler gümbürtüye gitti hep. Olanlarsa canından, sevdiklerinden, evinden yurdundan olan milyonlarca insana; “Allah-u ekber” naralarıyla acımasızca kesilen o masum çocuklara; ganimet olarak alınan, seks kölesi yapılan, mezatlarda satılan kadınlara oldu.
“Suriyelilere vatandaşlık verilecek” çıkışıyla birlikte toz-duman bulutu daha bir kaplar oldu çevremizi ve beynimizi. Fikirler seslere, sesler uğultulara, uğultular birbirine karışır oldu. Üzülerek söylemeliyim ki yine gerçekler gümbürtüye gitmekte. Ve yine üzülerek söylemeliyim ki bu toz-duman bulutu içinde kimi solcuların kafası ilk günkü gibi yine karışık maalesef.
Suriye’de olayların ısıtılmaya başlandığı dönemlerde “yaşananın bahar olduğu, rejimin özgürlük isteyen vatandaşları katlettiği, Suriye’de diktatoryal bir rejim olduğu, Arabistan, Katar, ABD ve Türkiye’nin desteğiyle de olsa bu rejimin yıkılıp yerine özgür ve demokratik bir yönetim anlayışı geleceği” yanılsamasını nasıl yaşadıysa kimi sol anlayışlar, şu vatandaşlık meselesinde de aynı yanılsamayı yaşamaktadır fikrimce.
Şüphe yok ki hümanizmayla yoğrulmuş sol düşüncenin, insanlığın utanç abidelerinden biri olan mülteci konusuna duyarsız kalması beklenemez. Tam da bu nedenden dolayı ülkemize sığınan kimi Suriyelilerin acılarına vurgu yapılmakta ve bunlara vatandaşlık verilmesinin sorun teşkil etmeyeceği, bunun insani bir gereklilik olduğu dillendirilmektedir. Hatta bazıları bir adım daha ileri gitmekte buna karşı çıkanları ırkçılıkla suçlamakta, “O halde Suriyelileri keselim gitsin” şeklindeki bir çıkışla karşı tarafı mahkum etmeye çalışmaktadır.
Şüphe yok ki bu coğrafyada yaşayan halkların hiçbirinin tarihinde, kültüründe, geleneklerinde insan kesmek gibi bir canilik yoktur. Bu coğrafya, insan kesme caniliğini sözüm ona Suriye’ye özgürlük getirecek mücahitler olarak takdim edilen insanlıktan nasibini almamış yaratıklarda gördü bir tek. Sebebi ne olursa olsun vatandaşlık verilmesine karşı çıkanlara yapılabilecek en büyük hakaret ancak bu ifadeyle olabilirdi kanımca. Dolayısıyla fikri ne olursa olsun bu ülkede yaşayan hiç kimse bu ifadeyi hak etmiyor. Gerçek bu olsa da bunda takılı kalmayı doğru bulmuyorum elbette. Kendi adıma bu ifadeyi kabul etmediğimi belirttikten sonra asıl konumuza geçmek istiyorum izninizle.
Öncelikle bir konuya açıklık getirmekle işe başlayalım. Bilinenin aksine, Suriye’den ülkemize gelen ve/veya getirilen Suriyelilerin hiçbirisi halihazırda mülteci statüsünde değildir. İstisnasız tümü “misafir” diye uluslararası hukukta karşılığı olmayan bir kavramın içinde hapsedilmiş durumdalar.
İkincisi; şüphe yok ki can derdine düşen, savaştan kaçan ve bugün ülkemizde yaşam mücadelesi veren, acılar çeken nice masum insan vardır bunların arasında. Lakin Suriye’den ya da başka ülkelerden getirilen, maaş ödenen ve yine kamplarda barındırılan adına “mücahit” denilen binlerce katil de yok değildir. Hatta bunların çoğu aileleriyle birlikte gelmiş ya da getirilmiş, ailelerini kamplarda bırakıp kendileri günübirlik Suriye’ye gidip, kan döküp, kelle kesip geri gelmekte. Öyle ki Suriye’deki bu savaş, değişik çıkar gruplarınca desteklenen, “profesyonel katillik” gibi bir mesleği bile ortaya çıkarmış vaziyettedir. Her ne kadar bu günlerde biraz daha dikkat edilse de savaşın ilk yıllarında askeri kamuflaj elbiseleriyle, Selefilere has, bıyıksız uzun sakallarıyla sokaklarda, parklarda ve büyük alışveriş merkezlerinde boy göstermekten çekinilmemekteydi. Buna ve bunlardan daha beterine tüm Hatay halkı birçok kere şahit olmuştur. Hele hele başta Apaydın Kampı olmak üzere bunların barındırıldıkları yerlere sivil toplum örgütleri temsilcilerinin, insan hakları savunucularının ve hatta milletvekillerinin bile girişlerine izin verilmediği göz önüne alındığında bu kampların ve kamp içinde kalanların masumiyetlerini şüpheli hale getirmektedir.
Hele hele Hatay’da yaşıyorsanız ve size ya da bir yakınınıza yoğun bakım ihtiyacı duyarsanız vay halinize. 06 plakalı 4×4 ve ranzalı ambulanslar bu “cihatçıların” emrine verilmiş, her gün hastanelere yaralı taşımakta ve işin ilginç yanı şu ki verilen emirler doğrultusunda bunlar Türkiye vatandaşlarından daha öncelikli ve daha ayrıcalıklı muamele görmektedirler. Savaşın başladığı ilk yıllardan beri hastasına yoğun bakımlarda yer bulabilen kendini şanslı hissetmektedir Hatay’da. Zira nice hastanın yoğun bakım ünitesinde yer bulmak adına İskenderun veya Adana’ya ulaştırılmaya çalışılırken yolda öldüğü yerel kaynaklarca sıkça dillendirilen iddialardandır. Ve işin acı tarafı şu ki bu katil sürüsünün tüm tedavi masrafları bizim cebimizden çıkmaktadır. Gezi olaylarında yaralanan insanlara yardım eden doktorlara açılan soruşturmaları ve davaları hatırladığımızda bunun Hipokrat’la, insaniyetle açıklanması inandırıcı olamamaktadır.
Dolayısıyla sapın samana, tozun dumana karıştığı böyle bir zamanda kimin masum kimin katil olduğunu kestirmek oldukça güçtür. Gerçek manada “masum” arıyorsanız gözünüzü size gösterilen yönden başka bir yöne, biraz yukarı bakmanızı öneririm. Soykırıma uğrayan, ırzlarına geçilen, mezatlarda satılan ve maalesef ki ülkemizde diğerleriyle aynı muameleyi göremeyen Ezidilere…
“Efendim bu sonuç. Bizim karşı çıkmamız gereken hükümetin Suriye politikasıdır” gibi genel geçer yargılar da her zaman doğru olamamaktadır. Olamamaktadır çünkü bu sonucu ortaya çıkaran nedenler bütün acımasızlığıyla geçerliliğini sürdürmektedir. Kaldı ki biz, başladığı günden beri, kimileri bunu savunurken bile, yazılarımızla, basın açıklamalarımızla ve mitinglerimizle bu politikaya karşı çıktık ve çıkmaya da devam ediyoruz. Lakin bu virajda karşımıza somut bir mesele çıkarılmaktadır. Şu insanlık sosuna bulandırılmış vatandaşlık meselesi… Sosun altındakini es geçip sosun damağımızda bıraktığı ve bize yabancı olmayan tatla taraf olmak ciddi manada mesele.
“Efendim, eğitimli insanları kaçırmayalım diye bu hamleyi yaptık” şeklindeki açıklamalar toplumu tatmin etmekten uzak. Hataylılar haklı bir şekilde tedirgin mesela. Az bir insan kitlesinden bahsetmiyoruz sonuçta. Dile kolay üç milyon insanı telaffuz ediyor diller. Bunların vatandaş olmasıyla Suriye’deki rejimi değiştiremediler belki ama Türkiye’deki rejimi değiştirecek güce eklemleneceği endişesini yaşamakta insanlar. Bunların önemli bir kısmının askeri anlamda da eğitimli oldukları, gerilla savaşını bilen, insan kesmekten gocunmayan, acımasız insanlar olduklarını düşünen Hatay halkı, bunların değişik zamanlarda ve değişik yerlerde kimi halklara ki özellikle Alevilere karşı kullanılabilecekleri korkusunu da yaşamaktadırlar. Suriye’de yakılan ateşin en sıcak hissedildiği Hatay’dan bakıldığında hem bu vatandaşlık meselesi hem de Maraş’ta, Sivas’ta özellikle Alevilerin yoğun yaşadığı yerlerde bunların konumlandırılmaya çalışılması masumane görülmüyor ve bu, korkuları daha da büyütüyor.
Sözün kısası İstanbul, Ankara gibi metropollerde yaşandığı gibi ateşin düştüğü sınır bölgelerinde hayat yaşanmamakta ve meseleler uzaktan görüldüğü gibi görülmemektedir.
İşte tam da bunları gören pencereden gelecekte olası acıları hesaba katan, geleceğinden endişe duyan insanların hassasiyetlerini gözeten bir çizgiden “Suriyelilere vatandaşlık verilmesine” bakmak gerekir.
Çözüm mü? Çözüm basit aslında. Sığınmacılara barındırıldıkları kampların ve kiraladıkları evlerin silahlardan arındırılması ve bunlara Birleşmiş Milletlerce kabul edilen mültecilik statüsünün tez elden verilmesidir. Bu durumda seçme-seçilme hakkı hariç tüm yurttaşların sahip olduğu haklara sahip olmaktadırlar. Bu ilk adımdan sonra asıl atılması gereken adım Suriyelilere yurtlarını geri vermektir. Bunun yolu da Türkiye’nin Suriye politikasını değiştirmekten geçer. Sınır güvenliği sağlanıp giriş çıkışlar önlenir ve bunlara verilen destek kesilirse olaylar durulur ve beklenenden daha kısa sürede biter. Bu ise Suriyeli mağdurlara yapılacak en büyük iyilik olur.