Faşist AKP ve onun Hitler kılıklı gestaposu Erdoğan, Türkiye’ye stratejik derinlikli ve neo-Osmanlıcılık sosuna batırılmış bölgesel bir rol biçmeye kalktı. Oysa ki bu gömlek faşist diktatörlük için asla giyilemeyecek bir ölçekteydi. AKP, içte ve dışta (Kürt sorunu başta olmak üzere) toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunların bir tekine bile çözüm üretme kapasitesi taşımadığı için dönüp dolaşıp […]
Faşist AKP ve onun Hitler kılıklı gestaposu Erdoğan, Türkiye’ye stratejik derinlikli ve neo-Osmanlıcılık sosuna batırılmış bölgesel bir rol biçmeye kalktı. Oysa ki bu gömlek faşist diktatörlük için asla giyilemeyecek bir ölçekteydi. AKP, içte ve dışta (Kürt sorunu başta olmak üzere) toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunların bir tekine bile çözüm üretme kapasitesi taşımadığı için dönüp dolaşıp geldiği nokta faşist terör rejimini derinleştirmek oldu. İç politikada iktidarını; hırsızlık, yolsuzluk ve kıyıcı terör politikaları ile sürdürdü. Avrupa birliği hedefi çoktan buhar oldu. İktidarda kalma varlık koşullarını nesnel olarak kaybeden diktatörlük dış politikada faşist, milliyetçi söylemlerle Arap halklarını kendine yedeklemeye ve bunu da iktidarını sürdürmenin aracına dönüştürmeye çalıştı. Bu doğrultuda “Arap Baharı” sürecinden yararlanmak ve kitle hareketini kendine yedeklemek isteyen faşist diktatörlük, kısa süreli de olsa bölgede bir etki yarattı. Ama gerçek sorunlar ve gerçek ilişkiler kısa sürede karşısına çıkınca ve Kürt sorununda olduğu gibi manevra alanı kalmayınca yaratmış olduğu sanal “gerçekçilik” gerçekten sanal oldu. Sömürgeci faşist diktatörlük iç ve dış politikalarında dün hararetle savunduğu söylemlerinden vazgeçmek zorunda kaldı. AKP faşizmi “stratejik derinlik”ten nedamet çizgisine nasıl ve niye geldiğinin yanıtı bu gerçekliklerdedir.
Faşist Türk devleti iç ve dış politikasının merkezine Kürt düşmanlığını koymuştur. Kürt özgürlükçü ulusal hareketine ve Kürt halkına sorunu çözme beyanında bulunmuş, manevra alanı kalmayınca, Kürt sorununu çözme iradesini asla taşımayan soykırımcı, sömürgeci, faşist devlet çizgisi devreye girmiştir. Oyalama sürecinin sonuna gelindiğinde Kürt özgürlük hareketi, devrimci, demokratik kuvvetlerin güçlendiği görülmüş, bu kuvvetlerin bileşeni olan HDP’nin toplumsal muhalif kesimlerin merkezine yerleşmesi netleşmiştir. Bu durumu, kendisi için büyük bir tehlike olarak gören AKP faşizmi ve sömürgeci diktatörlük maskesini çıkartarak topyekûn savaş, imha ve soykırım politikasını uygulamaya sokmuştur.
AKP’nin uygulamaya çalıştığı neo-Osmanlıcılık ilk olarak Suriye politikasında duvara tosladı ve planlar peşi sıra tepetaklak oldu; uygulanmak istenen politikaların iflasla sonuçlanmasıyla birlikte bugünkü adımları atmaya başladı.
Sömürgeci diktatörlük Rojava Kürdistanı’nda ortaya çıkan durumu tersine çevirmek için başta DAİŞ olmak üzere bölgedeki selefi çeteci örgütlerle ilişkilerini geliştirdi. Bu örgütlere, askeri lojistik, insan kaynağı için Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da örgütlenme alanı yaratarak Rojava’nın elde ettiği kazanımları ortadan kaldırmak için bütün gücüyle çalıştı. Bu eksende Suudi ve Kuveyt gerici devletleriyle birlikte bu selefi örgütlere özellikle El Nusra Cephesi, Ehrar-ül Şam ve bunların çatı örgütü Fetih Ordusu başta olmak üzere her türlü desteği sundu. Rojava devriminin siyasi ve coğrafi gelişimini, dün Kobanê bugün de Efrîn kantonuyla birleşmesini engellemek için Şehba bölgesinde bu çete gruplarını destekledi.
Minbic’i Özgürleştirme Hamlesi’yle elde edilecek stratejik kazanımları durdurabilmek için; bu çete grupları arasındaki anlaşmazlıkları giderip ateşkes sağlayarak YPG-YPJ ve onun bileşeni olduğu Demokratik Suriye Güçleri’ne (QSD) karşı birliklerini güçlendiriyor. Böylece, dün bu bölgede kuramadığı tampon bölgeyi bu sefer çete grupları ile sağlamaya çalışarak Rojava devriminin stratejik tamamlanma hamlesini durdurmaya çalışıyor. Yine bu çete gruplarıyla Halep’in kuzeyi ve Şehba bölgesinden Suriye rejimine karşı baskı kurmayı sürdürmek istiyor.
AKP faşizmi ve sömürgeci diktatörlük tüm zorlamalarına rağmen Uluslararası Koalisyon Güçleri’nin PYD ve QSD ile birlikte DAİŞ’e karşı yürüttüğü savaşta ne bu ittifakı bozabildi, ne de Fırat’ın batısında uçuşa yasak tampon bölge oluşturabildi. Keza Esad rejimini de bütün çabalarına rağmen deviremedi. Hatta Rusya ve ABD-NATO arasında gerilim çıkarma olasılığını hesaba katarak Rus uçağını düşürmeyi göze aldı. Bu manevrası da ters tepti. ABD Esad’la bir dönem daha devam etme yolunu seçerek Rusya’yla uzlaştı. Böylece TC’nin bütün hamleleri boşa çıkmış oldu. Son Ebu Lêyla (Minbic’i Özgürleştirme Hamlesi) Hamlesi’yle birlikte Türkiye elindeki bütün kozları kaybetmenin telaşıyla yılana sarılma stratejisine geçti.
AKP’nin yürüttüğü Kürt düşmanlığı politikasının onu getirdiği nokta burasıdır. AKP ve onun führer kılıklı şefi Kürt düşmanlığı üzerinden geliştirdiği politikaları sonucunda DAİŞ çetesinin terörü açmazıyla karşı karşıya kalmıştır. AKP’nin içte ve bölgede yürüttüğü politikaları iyice dibe vurunca onu yeni nedamet antlaşmalarına, diz çökmelere götürdü. Şimdiye kadar birlikte hareket ettiği bütün kuvvetleri satmakta ve yolları ayırmakta tereddüt etmedi; en küçük bir ilkesi, omurgası olmayan faşist AKP’nin emperyalizmle uyumlu hale gelmek zorunda kalan politikaları sonucu DAİŞ’le de birlikteliği pamuk ipliğine bağlı olmuş oldu.
AKP ve şefi Erdoğan iflas eden politikalarından dolayı çaresiz ve zavallı duruma düşünce Rusya’dan özür diledi, İsrail’e nedamet getirdi. Ve bütün bunları da ikiyüzlükle yaptı. Yalanlarına battıkça da halklarımızı yeni yalanlarla aldatmaya yeltendi. Ama yolun sonu göründü. Ne Rusya’dan özür, ne İsrail’in “çıkarlarımız için çok önemli anlaşma imzaladık” dediği diz çökme imzası AKP ve onun faşist şefinin sonunu uzatmaya yetmeyecek.
Osmanlı rüyası çabuk biten Türkiye, emperyalistlerin bölge politikalarıyla uyumlu adımlar atmaya başladı. DAİŞ’e desteğini görüntüde de olsa sınırlamak zorunda kalması (keza Rusya, Türkiye-DAİŞ işbirliğini belgelerle BM’e sundu), İsrail’le de bir antlaşma imzalaması… Filistin halkı için hiçbir yarar getirmeyen bu anlaşma tersine Gazze ambargosunun meşrulaştırılması anlamına geliyor. Rojava’nın stratejik tamamlanma hamlesi olan Ebû Leyla Hamlesi’yle birlikte faşist AKP diktatörlüğünün kırmızı çizgisi aşılmış oldu. Yine Esad rejimiyle Mısır’da MİT’in görüşmeler yaptığı açığa açıktı. Şimdilerde Mursi ve Müslüman Kardeşler’in (İhvân-ül-Müslimîn) adını anmayan faşist Erdoğan, darbeci Sisi’yle görüşmenin ve işbirliğinin yollarını arıyor. Arap halkalarının İsrail siyonizmine karşı inancını pazarlayan bu omurgasız, tüccarlar tayfası diğer taraftan Rabia işareti yaptıkları kanlı kirli irinli rüşvetçi elleriyle hem Arap haklarını aldattılar, hem özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürütenlerin kanını akıttılar.
Şimdiye kadar yaptığı bütün ittifaklarını satmakta, ihanet emekte yüz üstü bırakmakta ikirciklenmeyen Erdoğan ve sömürgeci diktatörlük düze çıkabilmek için yapmayacağı ilkesizliğin olmadığını bütün dünyaya gösterdi. Kanlı ve kirli ittifaklar kurduğu faşist DAİŞ çeteleri de, satılmak üzere olduğunu anlamakta gecikmedi. DAİŞ çetesi AKP ile birlikte Amed’de, Suruç’ta, Ankara’da özgürlük ve demokrasi güçlerini hedef aldı. Bu eylemleriyle AKP’nin tetikçiliğini yaptı. Şimdi karşılığını bekliyor. DAİŞ’in İstanbul Atatürk Havalimanı’na dönük saldırısı bu temelde okunmalıdır. DAİŞ Saray’a gözdağı vermektedir. ‘Beni gözetmeyen, yok sayan yeni bir ilişkiler sistematiği kurursan başına bela olurum, aynı bataklığın içindeyiz’ demeye getirmektedir. Türkiye bunu bildiği için, eylemi ne kendi basınında, ne de söylemlerinde demagojik de olsa kınayan bir tavır içerisine girmedi; köprü açılış haberlerini ön plana çıkarttılar. Bu da; kirli ve kanlı ittifakın sessizce onayından başla bir anlam ifade etmiyor.
Faşist Türkiye devletinin iflas eden Kürt politikası onu hızla politika değişikliğine sürüklüyor. Diktatörlüğün tek değişmeyen politikası Kürt düşmanlığıdır. İsrail ve Rusya ile yapılan anlaşmalar bunun sonucudur. Türk devleti her geçen gün Kürt özgürlük güçleri ve Türkiye ilerici güçleri karşısında kaybetmektedir. Kaybettikçe soykırımcı, katliamcı, faşist politikalara başvurmakta, sözde kafa tuttuğu gerici devletler karşısında diz çökmektedir.
Özellikle Rojava Kürdistanı’nın kazandığı mevziler faşist Türk devletinin kâbusu olmuş. QSD’nin Rojava ve Kuzey Suriye’de güçlenmesi ve demokratik özerk yönetimin uluslararası alanda da meşrulaşması sömürgeciliğin nedamet dilenmesini beraberinde getirmiştir. Soykırımcı faşist diktatörlüğün bu hamleleri onu düze çıkartmaya yetmeyecektir. Halklarımızın ve ezilenlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesi bu yalancılar, tecavüzcüler, katiller sürüsüne karşı zafer kazanacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.