İktidar gücünü kanıtladı, camiler kışla görevi gördü, tekbir sesleriyle sakallı cübbeli cihatçılar demokrasiyi korumuş oldular. Biz de yedik!
İktidar gücünü kanıtladı, camiler kışla görevi gördü, tekbir sesleriyle sakallı cübbeli cihatçılar demokrasiyi korumuş oldular. Biz de yedik!
Çok sıcak bir temmuz gecesi oldu 15 Temmuz. Henüz edindiğimiz bilgilerle gözlemlediklerimizin duygusal karmaşası içindeyiz. Sezgilerimizle geleceğe yönelik kaygılarımızı pekiştiren olaylar devam ediyor. Korkudan kızgınlığa, kaygıdan cesarete, uçlardan köşelere gidip geliyoruz. Kafamız karışık içimiz allak bullak. Canımız yanıyor, ürküyoruz hâlâ.
Türkiye artık bir darbe girişimi beklemiyordu diyenlerle, böyle bir darbe girişimi öngörülmüştü diyenler, işin uzmanları tarafından yapılan açıklamalar, bütün bu yaşananların iktidarın kurguladığı bir mizansel olduğunu düşünenler, bir gecede kitlesel ölümlere, yaralanmalara sebep olan bu ‘kalkışma’nın nedenlerinden çok sonuçlarına odaklananlar…
İlk anlardan sonra bilgi kirliliği yerini daha net açıklamalara bıraktıkça neler olup bittiğini daha iyi anladık. Bankamatik önlerinde oluşan kuyruklar ve açık marketlerde kuru gıda alan insanların sıkıyönetim beklentisi durumun ciddiyetini sokaklara yansıtıyordu. TRT spikerinin alt üst olmuş yüzü, cep telefonundan Face Time olarak canlı yayına bağlanan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açıklamaları, ekranlarda ilk kez Körfez Savaşı’nda gördüğümüz, uçaklardan meclise atılan bombaların parlayıp sönen çizgiler halindeki ışıklarını göstererek o anın haberini yapan gazetecinin kaygı dolu sesi.
Sokağa çıkma yasağı falan olmadı aksine bu girişimi küçük bir cuntanın organize ettiğini belirten devlet yetkilileri halkın iradesine yönelik yapılan bu girişime karşı halkı meydanlara çağırdı. Caddeler, sokaklar hareketlenmeye başlarken, TRT’den duyurulan darbe bildirisinin işlevsel olmadığını anlayan darbecilerin CNN Türk’ün canlı yayınını kesişine tanık olduk. Bomba sesleri, silah sesleri özellikle Ankara ve İstanbul’dan gelen haberler ürkütücüydü.
Bu darbe biraz tuhaf ve alışılmadık ilerleyen süreçlere gebe oldu gerçekten. Ve ‘primetime’dan sabaha kadar saatlerce, canlı yayınlarla seyredilen neler yaşandığını anlamak için sosyal medya üzerinden takip edilen bir girişim olarak tarihe geçti.
Darbe girişimine karşı toplumun hemen her kesimi ortak bir tutum geliştirdi. Ülkenin darbelerle dolu tarihinin acı sonuçlarını yaşamış, ağır bedeller ödemiş olan halkın ve siyasetçilerin demokrasiden yana tavır alması sevindirici oldu.
Gerçekten oldukça sıcak geçen gecenin sabahında ise bilanço açıklandı. Ölümler, yaralanmalar, linç edilen askerlere yapılan işkenceler, akıl almaz bir vahşet, meydanlara çağırılan insanların demokrasi bayramı olarak değerlendirildi. Hükümet yetkilileri darbe girişiminin gece boyunca Diyanet’in emriyle verilen salalarla meydanlara çağırılan halk tarafından püskürtüldüğünü açıkladı.
Yaşanan süreci ve şu anda bulunduğumuz noktayı daha net görebiliyoruz bugün.
Biraz akılcı düşünürsek bu darbenin püskürtülmediğini, darbeye kalkışanların yeterince organize olamadıkları ve uluslararası destek alamadıkları için acemice davrandıklarını görmek mümkün. Peki, sokağa çıkanlar kimlerdi? Dünden beri ilan edilen demokrasi bayramının seçim sonrası zafer yaşarcasına coşkuyla kutlayanlara ne iş düşmüştü? Bu ‘evde tutulan ve biz istersek sokağa dökeriz’ söylemine çok tanıdık olduğumuz yüzde ellinin meydanlara çağırılmasına neden ihtiyaç duyulmuştu? Bu devletin böyle bir darbe girişimini engellemek için halkı çağırması dışında bir yöntem geliştirecek donanımı yok mudur?
Sorulacak soruları çoğalmak mümkün. İşin bundan sonrası tamamen siyasi manevralar olarak okumak gerekiyor çünkü. İktidarını kutuplaştırma ve nefret söylemiyle koruyan bir siyasi yapılanmanın tabanını böyle bir olayda sokağa çağırıp, azcık işe yarar kılması, sonunda içindeki vahşeti eyleme dökeceği bir ortam yaratılması hiç şaşırtıcı değil. Biraz enerji atıp (demokrasi ne ki!) liderlerini korumanın mutluluğunu yaşarken, düşmanı gerekirse ne hale getirebileceklerinin provasını yapmaları hiç şaşırtıcı gelmedi bana.
Berkin’nin annesini yuhalatan, polise emri ben verdim diyen bir lidere (Ah… Ah! Unutursak kalbimiz kurusun) bağlılıklarını gösterebilmeleri için sonunda bir fırsat yakalanmışken ellerinden geleni artlarına koymayanlar elbette teşekkürü hak etti. İktidar gücünü kanıtladı, camiler kışla görevi gördü, tekbir sesleriyle sakallı cübbeli cihatçılar demokrasiyi korumuş oldular. Biz de yedik!
Evet, oldukça sıcak bir gece oldu 15 Temmuz gecesi. Bundan sonrası adına yapılacak yorumlar içinse henüz erken. Zaten şimdi biz ne desek darbeci, ne desek paralelci, ne desek gezici, ne desek vatan haini, ne desek terörist, ne desek dinsiz falan ilan edilebiliriz. Oysa darbe karşıtı olmak için AKP’li olmak gerekmiyor. Bunu net bir biçimde ortaya koymak, bıkmadan söylemek gerekir ki iş darbeyi püskürtmekten çok daha farklı bir yere şimdiden varmıştır.
Güvenilecek tek bir kurumu kalmamış bir devlette demokrasiden söz etmek artık hayalci olmak demektir. Demokrasinin D’sinden bi’haber insanlara gerçek bir demokrasinin kurumlarla işleyeceğini anlatabilmemiz de pek mümkün görünmüyor.
Diktatör de darbe de istemiyoruz!
Ülke şimdiden şiddetin eşiğine bırakılmış durumda ve sağduyu yerine meydan çağrıları yapılmaya devam ediliyor. Bazı bölgelerden gelen haberler endişe verici. Bu yazıyı yazarken artık takip etmeyi bıraktığım bu kaygı verici haberleri aldıkça yüksek sesle soruyorum kendi kendime: Bu nasıl bir duyarsızlık? Bu nasıl bir akıl tutulması? Bu nasıl bir siyasi hınç?
Show must go on ya da başkanlık is coming değil mi sizce de?
Darbe istemiyoruz ama gücünü totaliter bir zihniyetten alan tek adama yaslanan bir sivil darbe hiç istemiyoruz.
Bu ülkeyi sevmek kimsenin tekelinde değil. Ve biz ülkesini gerçekten sevenler, bu ülkede demokrasinin hiç değilse şimdiki koşullarını koruması adına, sizin Türk İslamcı argümanlardan beslenen, askerle polisi karşı karşıya getiren, kardeşi kardeşe kırdıran kirli siyasetinizin geleceğimizi karatmasına izin vermeyeceğiz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.