Fransız egemenlerinin doymak bilmez kar hırsı, artık Fransız yoksullarının sadece sömürülmesine neden olmuyor, onların kitle katliamlarıyla yok edilmesine de yol açıyor.
“Tüm Fransa’nın İslamcı terör tehdidi altında olduğunu” söyleyen Hollande, daha birkaç ay önce, sözünü ettiği “İslamcı terör”ün kaynağı ve Şeriat rejiminin dünya üzerindeki cisimleşmiş hali olan Körfez Krallıklarında, kralların saraylarında onuruna verilen ziyafetlerde keyiften dört köşe olmuş halde, Fransız silah tekellerinin “öldürme araçları”nı bu krallara pazarlamakla meşguldü. Pazarladığı “öldürme araçlarının” Suriye’de, Yemen’de, Lübnan’da “İslamcı terörizm”in eline teslim edildiğini ve edileceğini bilerek yapıyordu bu pazarlama işini
Fransa sivillere yönelik yeni bir katliamla bir kez daha sarsıldı. Nice şehrinde gerçekleşen katliamın bilançosu giderek ağırlaşıyor. Son gelen bilgilere göre ölü sayısı 84’e yükselmiş durumda. Katliamdan bir önceki gün basında yer alan haberlerde, Fransa Devlet Başkanı Hollande, Suriye’de askeri faaliyetlerini arttıracaklarını söylemiş ve Charles De Gaulle adlı uçak gemisinin “IŞİD karşıtı misyon” için Basra Körfezi’ne gitmek üzere yola çıktığı belirtilmişti.
Fransa, geçtiğimiz kasım ayında gerçekleştirilen Paris Katliamı ile Nice katliamı arasındaki zaman kesitinde işçi sınıfının sahip olduğu son hakları da elinden almaya yönelik, işçi sınıfı açısından köleleşme anlamını taşıyan yeni yasal düzenlemeye karşı gelişen büyük eylemler ve bu eylemlere karşı Fransız kolluk güçlerinin geliştirdiği terörle gündeme gelmişti.
Paris Katliamı’nın yarattığı atmosferi bir fırsata dönüştüren emperyalist Fransız hükümeti, işçi sınıfının yasal düzenleme karşıtı hareketini polis şiddetiyle ezmeye çalışmıştı. Fransa’da Paris Katliamı’ndan sonra uygulanmaya başlayan Olağanüstü Hal devam ediyordu.
Financial Times’ın yeni haberine göre, Fransa Devlet Başkanı Hollande güvenlik yetkilileri ile bir güvenlik konseyi toplantısı yaptı. Toplantının ardından konuşan Hollande, “Fransa, ulusal tatil ve özgürlüğün sembolü olan 14 Haziran Bastille gününde vuruldu, çünkü insan hakları fanatikler tarafından reddediliyor ve Fransa onların açık bir hedefidir” dedi.
“Saldırının terörist doğası reddedilemez”, tüm Fransa, “İslami terör tehdidi altındadır.” diyen Hollande’nın ardından Başbakan Valls, Olağanüstü Hal’in devamı için önümüzdeki hafta parlamentoda yeni bir oylama yapılacağını bildirdi.
Olağanüstü Hal uygulamasının ve Paris Katliamı’ndan sonra bir kez daha yenilenen terörle mücadele yasasının katliamları durdurma noktasında herhangi bir etki yaratmadığı son derece açık. Bu araçların esas olarak işçi sınıfını köleleştirme amaçlı yasaya karşı gelişen muhalefeti ezmek için kullanıldığı son aylarda yaşanan olaylarla çıplak bir biçimde açığa çıkmış durumda.
Fransız yönetimi Charlie Hedbo katliamından beri adeta bir “Medeniyetler Çatışması”nın yaşanmakta olduğu yönünde söylemler geliştiriyor. Özgürlük, demokrasi ve insan haklarının sembolü Fransa’ya karşı “İslami terör tehdidi”, “fanatikler”.
Peki ya özgürlük ve demokrasi sembolü Fransa’da aylardır en temel demokratik ve ekonomik hakları için mücadele ederken gaza boğulan, şiddete maruz kalan emekçiler ve gençler… Onlar Fransa’ya uzaydan mı geldiler? Peki ya Fransa’yı en keskin hatlarda bölen sınıfsal ve sosyal eşitsizlikler? Bunlarda şu meşhur “Fransız demokrasi ve özgürlüklerine” içkin değil mi?
Fransız halkının yüz akı Jean Paul Sartre 1958 yılında sömürgeci Fransız askeri güçlerinin Cezayir’de gerçekleştirdiği katliamlarla ilgili olarak şunları yazmıştı:
“Fransa’da olanaksız olan bir şey yok: 1958 yılında işkence Cezayir’de düzenli ve sistemli biçimde yapılmaktadır; bunu, bay Lacosta’dan Aveyran’daki köylülere kadar herkes biliyor, fakat hiç kimse ağzını açmıyor: tek tük güçsüz sesler suskunluk içinde yitip gidiyor. Fransa işgal altındayken bile şimdikinden daha suskun değildi: O zamanlar hiç olmazsa ağzının bantlanmış olmasıyla mazur gösterebilirdi kendisini.”
Sartre’ın dile getirdiği bu katliam ve işkenceler ve “Fransız demokrasi ve özgürlükleri”nin bunlar karşısındaki sessizliği tabii ki normaldi, çünkü “Fransız demokrasisi ve özgürlüklerinin” iki farklı yüzü vardı. Ve tüm burjuva demokrasilerinde olduğu gibi onun da en büyük marifeti, yüzünün sadece bir kısmını gerçekliğin bütünü olarak sunabilmesiydi.
Paris’in sanat merkezleri, müzeleri, kütüphaneleri, konser salonları, bakımlı caddeleri, cafelerdeki nazik sanatsever insanları onun yüzünün sadece bir kısmıydı. Diğer kısımda ise mesela -temsil edici bir örnek olarak- 1961 yılında, Paris Polis Örgütü’nü yöneten Bay Gapon vardı. Bay Gapon Nazi işgali döneminde Nazi işbirlikçisi hükümet için aynı görevi yerine getirmiş. Fransa’da yaşayan Yahudiler’in ölüm kamplarına gönderilmesi sürecinde önemli rol oynamıştı. Aynı Gapon, işgalin ve savaşın sonunda yine görev başındaydı ve bu kez “Fransız demokrasisi ve özgürlükleri” için çalışıyordu.
1961 yılında sömürgeci Fransız askeri kuvvetlerinin Cezayir’de gerçekleştirdiği katliamları Paris merkezinde protesto etmek isteyen barışçıl Cezayirli siviller, Paris Polis Müdürü Gapon’un emriyle “Fransız demokrasi ve özgürlükleri”nin korunması amacıyla kurşunlandılar. 300 civarında Cezayirli bir kısmı Paris merkezinde Sen Nehri sularına gömülerek Paris polisi tarafından katledildi, çünkü “Fransız demokrasisi ve özgürlüklerinin” “barbar Cezayirlilerin” tasallutundan kurtarılması gerekiyordu.
İşte “Fransız demokrasisi ve özgürlükleri”nin bu kısmı Fransa’da doğup büyüyen, Fransız okullarında eğitim alan, ana dilleri Fransızca olan göçmen emekçi çocuklarının bir kısmını Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’ya Cihatçı olarak kustu.
Eğer fanatizmin bir etnik, dinsel grubun özsel niteliği olduğuna inanılmıyorsa, onu ait olduğu toplumsal koşullar içinde ele almak bir zorunluluktur. Emperyalist Batının egemenleri ise uzun zamandır, ait oldukları toplumsal ve tarihsel koşullardan bütünüyle koparttıkları kültürel kimlikleri temel alarak yaşanılanları “Medeniyetler çatışması” olarak sunuyorlar.
Mesela AKP, Ortadoğu’daki siyasi İslamcılık ve Avrupa egemenlerinin körüklediği “Medeniyetler Çatışması” bu bağlamda aynı ortak temelden besleniyor ve aynı sonuçta buluşuyor. Sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış demokrasi ve özgürlük değerleriyle donanmış Batılılar ve bunlara düşman fanatikler ve yine aynı biçimde sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış İslami değerlerle yoğrulmuş Müslümanlar ve bunlara düşman Batılılar…
Oysa, Batılı istihbarat örgütlerinin Türkiye, Körfez Krallıkları ve Ürdün istihbaratlarıyla ortak faaliyetleri sonucu dünyanın dört bir yanından toplayıp Suriye’ye, Libya’ya getirdikleri, fonladıkları, silahlandırdıkları Cihatçılar ve mesela Suriye’de bu Cihatçılara karşı savaşan “Ortadoğulu” tüm güçler bu yaklaşımda aynı kategori içine girerken, tersinden Cihatçıları destekleyen bu Batılılar da mesela Fransa’da yeni yasaya karşı direnen Fransa’nın Ortadoğu’ya yönelik emperyalist politikalarına karşı çıkan emekçi ve gençlerle aynı kategori içine yerleştiriliyor.
Bu kategorizasyon hangi temelde yapılıyor, “ait oldukları varsayılan özsel kültürel kimlikleri”. Bu kimliklerin vurgulanması aracılığıyla gerçek toplumsal çatışma ve bölünmelerin üzeri ustaca örtülüyor.
“Tüm Fransa’nın İslamcı terör tehdidi altında olduğunu” söyleyen Hollande, daha birkaç ay önce, sözünü ettiği “İslamcı terör”ün kaynağı ve Şeriat rejiminin dünya üzerindeki cisimleşmiş hali olan Körfez Krallıklarında, kralların saraylarında onuruna verilen ziyafetlerde keyiften dört köşe olmuş halde, Fransız silah tekellerinin “öldürme araçları”nı bu krallara pazarlamakla meşguldü. Pazarladığı “öldürme araçlarının” Suriye’de, Yemen’de, Lübnan’da “İslamcı terörizm”in eline teslim edildiğini ve edileceğini bilerek yapıyordu bu pazarlama işini. Bu “öldürme araçlarının” bir kısmının Fransa’ya kadar ulaşıp, bu katliamlarda kullanılması olasılığını da kuşkusuz biliyordu. Ama o Fransız egemen sınıflarının siyasi temsilcisiydi ve ona verilen görevlerin başında Fransız burjuvazisinin işlerini takip etmek geliyordu.
Evet. Fransız egemenleri, Ortadoğu’daki emperyalist müdahalenin önde gelen uygulayıcılarından ve Ortadoğu’yu kana bulayan “öldürme araçları”nın asli sahiplerindendi. Fransız egemenlerinin doymak bilmez kar hırsı, artık Fransız yoksullarının sadece sömürülmesine neden olmuyor, onların kitle katliamlarıyla yok edilmesine de yol açıyor.
Hangi etnik kökenden hangi dinsel inanıştan olursa olsun Fransız emekçilerini birleştirecek ve bu kan deryasından çıkaracak olan sınıfsal kimlikleri temelinde geliştirecekleri mücadeledir. Son aylardaki işçi sınıfı eylemleri bunun en güçlü göstergesidir. O eylemlerde her etnik gruptan, her dinsel inanıştan emekçi birleştirici sınıf kimliği çerçevesinde bir araya gelmiş, öfkelerini Fransız egemenlerine yöneltmişti. Devrimci sosyalistlerin görevi yaşanılanları sınıfsal temelleri itibariyle ortaya koymak, emperyalist burjuvazinin ideolojisi olan “Medeniyetler Çatışması” dolaylarında gezinen yaklaşımlarla arasındaki sınır çizgilerini netleştirmektir.
15 Temmuz 2016
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.