Toplumsal mücadele yalnızca AKP’nin neoliberal İslamcı gericiliğini değil aynı zamanda onun karşısında iflas eden Kemalist laikliğin de sınırlarını zorluyor. Her ikisinin de duvarları çatladı
Toplumsal mücadele yalnızca AKP’nin neoliberal İslamcı gericiliğini değil aynı zamanda onun karşısında iflas eden Kemalist laikliğin de sınırlarını zorluyor. Her ikisinin de duvarları çatladı. Bugün politik bir ilke olarak laiklik, toplumsal/proleter bir devrime doğru genişletilmek zorunda
Gerici saldırılar şiddetlendikçe laikliğin savunma hattında bir yeniden canlanma gözleniyor. Popüler kampanyalar örgütleniyor, birlik çağrıları yapılıyor. Elbette gericiliğe karşı en küçük bir duyarlılığa bile ihtiyaç duyduğumuz günlerde samimi mücadele çağrılarının önemini kim yadsıyabilir ki? Ne var ki neoliberal İslamcı gericiliğe karşı etkin bir savunma hattının örgütlenmesinde başarısız olmuş ulusal/Kemalist cepheleşme eğilimleriyle de hesaplaşmak kaçınılmaz görünüyor. Gericiliğe karşı mücadeleyi burjuva “ilericiliği”yle sınırlayan devletçi bir laiklik anlayışının bugünün proleter toplumsal mücadelelerinin ayağında bir pranga olmaktan öteye gitmediği açık. Neoliberal İslamcı AKP gericiliği Kemalist laikliğin veya laikleşme projesinin açıkça iflasını göstermektedir. Buna rağmen CHP’den Vatan Partisi’ne TKP’lerden ÖDP saflarındaki kimi eğilimlere dek hala gericiliğe karşı mücadelede miadını doldurmuş Kemalist laiklik kavramlarını canlandırmaya çalışmaları anlaşılır gibi değil.
Laikliği, cumhuriyetin yarım bıraktığı, eksikleri, hataları olan, bugün devrimciler tarafından tamamlanması veya aşılması gereken bir proje olarak görmeye devam ettiğimiz sürece laikliğin oturduğu mevcut (burjuva) zemini oynatabilmemizin imkanı yoktur. Toplumsal ve siyasal hayatın dünyevileşmesi anlamında laikleşme, cumhuriyet reformlarıyla hayatımıza girmemiştir. Cumhuriyetin laiklik politikası 19. yüzyılın modernleşme çabalarının devamı ve yeni bir aşaması olmuştur ancak aynı politika laikliğin önündeki engellerden birini de teşkil etmiştir.
Kemalist kadroların da temel motivasyonu kapitalist Batı dünyası ile hem siyasal hem ekonomik anlamda bütünleşmekti. Kemalist laiklik de bu siyasal bütünleşmenin bir yolu olarak işlev gördü. Türk kimliği üzerinden yeni bir ulus yaratmak hedeflendi. Türk kimliğinin inşasında ise laiklik önemliydi. Çünkü eski rejim Müslüman kimliğine dayanıyordu, yeni rejimin Türk kimliği ancak eski rejimin anti-tezi olarak inşa edilebilirdi. Türklük seküleştirilmeliydi-dinsellikten arındırılmalıydı. Yoksa Müslüman-Türk bileşkesinde Müslümanlık (dolayısıyla eski rejim etkisi) hegemonik kalırdı. Böylece laiklik oldukça Türklük yüklü bir kavrayış halini aldı. Dolayısıyla laikliğin Kemalist yorumu/uygulanışı, onu sistem içi bir mesele olarak bıraktı. Kemalist laikleşme hamlesi en nihayetinde ulus inşası ekseninde yeni egemenliğin (sermaye egemenliğinin) hizmetine koşuldu.
Dolayısıyla farklı evrelerden geçmiş olsa da günümüz Kemalist laikliği için diyebiliriz ki:
Yani Kemalist laiklik, AKP ve Sünni İslam devletleşmeden önce (burjuvazinin çıkarlarıyla) sınırlı bir laikliği temsil ediyordu. Sermaye egemenliğinin önünün açılması dinin politik egemenliğinin kırılmasına bağlıydı; şimdi de tam tersi. Neoliberal sermaye egemenliğinin yerleşmesi, sermaye egemenliğinin dinselleşmesine bağlı. Yani bugün burjuvazinin çıkarları laikliğe ihtiyaç duymuyor. Bu sebeple Kemalist laikliğin içi tamamen boşalmıştır. Laiklik artık politik bir ilke olarak kapitalizme karşı mücadelenin kurucu ilkesidir. Bugün laik olmak demek, emek yönetiminin dinselleşmesine ve halkın kolektif hak arama eylemini gayrı meşru ilan eden sermayenin dinselleşmesine karşı mücadele etmek demektir. Sermaye birikiminin dinselleşmesine koşut olarak her türlü sömürüye direnmenin koşulları da sekülerleşmiştir. Dinselleşen sermayeye, dinselleşen cinsiyetçiliğe, sözün kısası, tahakküm kurmanın her türlü biçiminin dinselleşmesine karşı direnmenin yolu laikliği yaygın/kitlesel ve sistem-karşıtı bir mücadele hattına dönüştürmekten geçiyor.
[1] Burada elbette TSK’dan 27 Nisan 2007’deki açıklaması gibi bir hamle beklemekten bahsetmiyorum, TSK’nın dönüşümüne dikkat çekmek istiyorum.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.