Geçen mayıs ayından beri Fransa’nın Brötayn bölgesinde domuz eti fiyatının yüzde 20 artması için dünya domuz eti üretiminin yüzde 50’sini sağlayan Çin’in gereksinmelerinin yüzde 2’sini sağlayacak ithalat yapması yeterliydi. Piyasa salonlarından hareketle spekülasyonla çalışan gıda ürünlerinin küreselleşmiş piyasası böyle çalışmaktadır 7 ve 8 Temmuz’da Paris’te “Sağlık ve İklim” adlı küresel bir konferans düzenlendi. Sadece açılış […]
Geçen mayıs ayından beri Fransa’nın Brötayn bölgesinde domuz eti fiyatının yüzde 20 artması için dünya domuz eti üretiminin yüzde 50’sini sağlayan Çin’in gereksinmelerinin yüzde 2’sini sağlayacak ithalat yapması yeterliydi. Piyasa salonlarından hareketle spekülasyonla çalışan gıda ürünlerinin küreselleşmiş piyasası böyle çalışmaktadır
7 ve 8 Temmuz’da Paris’te “Sağlık ve İklim” adlı küresel bir konferans düzenlendi. Sadece açılış ve kapanış seansları basına açıktı. Fransa Çevre, Enerji ve Deniz Bakanı Ségolène Royale açılış konuşmasını yaptı ve ilk başta Paris’te yapılan iklim konferansının “önemli bir dönemeç olduğunu” belirttikten sonra “Gözü yükseklerdedir, evrenseldir” diyerek devletlerin ötesinde küresel ısınmaya karşı mücadelede tüm oyuncuları harekete geçirdiğini” ekledi.
Fransa’da olduğu gibi tüm dünyada da Paris’te Aralık 2015’de yapılan iklim konferansında altı çizilen amaçları, sorumlu kişilerin nasıl unuttuklarını görünce bu sözleri paylaşmak zor görünmektedir. Küresel ısınmaya karşı mücadele etmek için hızla alınması gereken girişimlerden söz eden yoktur. Bu Manuel Valls hükümeti için geçerli olduğu gibi kârın hizmetine girmiş toplumsal ve çevresel dampingle herkesin herkese karşı rekabeti üzerine kurulu değişimlerin küreselleşmesinin gidişatı içinde geçerlidir.
Bir şekilde S.Royale, açılışta yaptığı konuşmada bu gerçeği gizleyemedi: “Ormanların yok edilmesi uzun süren kuraklık dönemlerini pekiştiriyor ve birçok bölgede tarımı zorlaştırıyor”. Bu konuda sivil toplum örgütü Açlığa Karşı Eylem (AKE) açıkladığı bir bildiride sadece El Nino adlı iklimsel olayın son yıllarda kimi insanları “seri aç bırakan” (seri katil benzetmesi. -ç.n.) olay olarak hareket ettiğini belirtti. “El Nino’nun doğrudan sonuçlarından etkilenen 60 milyon kişi vardır: Etiyopya’da 10,2 milyon, Somali’de 4,9 milyon, Haiti’de 3,6 milyon, Zimbabwe ve Malavi’de 3 milyon ve Honduras’ta 1,5 milyon.”
İşte sonuçların bir kısmı. Bu arada Hindistan ve kimi Asya ülkeleri de olaydan etkilenmektedirler. Açlığa Karşı Eylem örgütü birçok ülkede devreye girdi. Ekipleri gıda, içilebilir su takviyeleri yapıyorlar ve kalan hayvanların yaşamı için saman desteği sağlıyorlar. Sağlık merkezlerinde kötü beslenmeden mustarip çocukları kabul ederek beslenme bunalımına yanıt vermeye çalışıyorlar. Ama gereksinmelerin boyutu dikkate alındığında bu yanıtlar gülünç kalıyor. “Uluslararası fon sağlayıcılarının finans ve hükümetler düzeyinde olaya tepki verecek düzeneklerin eksikliğinde bunalımın önüne geçmek çok zor” diyor AKE. 2,2 milyar avro ve hemen verilecek siyasi girişimlerle ailelerin durumunun daha kötüye gitmesi ve yeni kurbanların önüne geçilmesi önlenebilir.
El Nino iklimsel olayıyla ortaya çıkan açlıklar aracılığıyla sürekli tekrarlayan kuraklıklar, sel ve baskınlar ve ormanları yok eden yangınlarla küresel ısınmaya bağlı taşkınlıklar dünyasına girmiş bulunuyoruz. “2016-2025 OCDE (Avrupa Ekonomik ve İşbirliği Örgütü) ve FAO’nun (Dünya Gıda Örgütü) Tarımsal Perspektifleri” adlı raporda tüm bu saklı riskleri görmek bizi pek şaşırtmaz. Bu iki örgüt “2015 yılında balıkçılık ve su ürünleri dahil olmak üzere belli başlı hayvansal ve bitkisel ürünlerin fiyatının düştüğünü ve fiyatların yüksek olduğu dönemlerin artık geride kaldığını, 2014 yılında rekor fiyata ulaşan et fiyatının gerilemeye başladığını ve 2013-2014 yılında gerilemeye başlayan süt fiyatlarının düşmeye devam ettiğini ve 2012’de zirveye ulaşan bitkisel ürünlerin fiyatınında düşmeye başladığını” belirtiyor. Önümüzdeki on yılda “Arz ve talep büyümesinin toplamda dengede olacağını ve gerçek tarım fiyatlarının sabit bir düzeyde tutunacağını” da ekliyorlar.
Bu düşünce inanılmaz bir ahmaklık düzeyindedir ve birçok nedeni vardır: Tatmin edilmesi gereken küresel gıda gereksinmelerinden değil ama gıda maddelerinin küresel arzı ve ödeme gücü olan talepten hareket eder. Tahılların, süt ürünlerinin ve etin fiyatının 2-3 yıldan beri gözlemlenen azalışının gerçek nedenlerini çözümlemezler. Oysa, her sektör için açıklama göreceli olarak basittir: Arzın ödeme gücündeki talebi geçmesi ve yeni hasat dönemi geldiğinde devreden stokların bir yıldan diğerine artış göstermesi için belli başlı ihracatçı ülkelerde üç yıl süreyle tahıl hasadının iyi olması yeterlidir. Böyle olunca, fiyatın düşmesini yönlendiren piyasa salonlarıdır. Ama, 2007-2008 yılında olduğu gibi, buğday ve pirinç fiyatlarının birden fırlaması için bir iki hasadın kötü olması yeterlidir.
Süt ürünleri söz konusu olunca, küresel arzın ödeme gücündeki talebi yaklaşık yüzde 2 geçebilmesi için, ülke temelinde kotaların çıkışı çerçevesinde Avrupa’nın üretimini yüzde 5,6 artırması yeterlidir. Arz ve talep arasındaki bu küçük dengesizlik, Avrupa’da iki yılda süt fiyatını yüzde 20 azalttı. Çünkü süt üreticileri daha fazla sütü yağa ve süt tozuna çevirdi ve stoklamak gerekti. Burada da yine piyasa salonları ve finansal oyuncular (trader) devreye girdi ve fiyatı aşağı çektiler. Tahıl ve şeker gibi spekülasyona bağlı vadeli piyasalarda yağ ve süt tozu da satıldı. Avrupalı süt fabrikaları bundan yararlanıp bedeli köylüye ödettiler.
Domuz eti piyasasında ise Avrupa’da iki yıl boyunca fiyatların yüzde 25 düşmesi için küresel arzın talebi yüzde 2-3 geçmesi yeterli oldu. Ayrıca Avrupa etleriyle ilgili Rus ambargosu durumu ağırlaştırdı. Ama, geçen mayıs ayından beri Fransa’nın Brötayn bölgesinde domuz eti fiyatının yüzde 20 artması için dünya domuz eti üretiminin yüzde 50’sini sağlayan Çin’in gereksinmelerinin yüzde 2’sini sağlayacak ithalat yapması yeterliydi. Piyasa salonlarından hareketle spekülasyonla çalışan gıda ürünlerinin küreselleşmiş piyasası böyle çalışmaktadır.
Giderek çoğalan iklimsel rastlantılar nedeniyle gelecekteki hasatların verimi düzensiz olacağından bu yeni düzene tarımı uyarlamak acildir. Her ülke gereksinmelerine daha iyi yanıt vermeye çalışmak zorundadır; ülkelerinde yeterince tarımsal gizli güce sahip olmayanların giderek sayısının artmasıyla ithalata bağımlı kalmalarını engellemek zor olacaktır. Ama, dünyanın tüm bölgelerinde yeni her hasatta birkaç aylık güvenlik stoklarının bulunmasında yarar vardır eğer halkların gıda güvenliğini sağlamak ve piyasa salonlarından hareketle giderek gelişmekte olan spekülasyonu (azalış ya da artış yönünde) sınırlamak istiyorsak.
Bugün, Çin ve Hindistan dışında, çok az ülkenin güvenlik stoku vardır. ABD, Kanada, Brezilya, Avustralya ve Avrupa ülkeleri gibi ihracatçı ülkelerin stoklara gereksinmeleri yoktur. Bu tür stokları finanse etmek için birçok net ithalatçı ülke çok fakirdir, özellikle ihraç ettikleri petrol ve metaller gibi birçok ürününde fiyatı düşmeye başladığında. Kanada ile CETA (Ekonomi ve Ticaret Antlaşması) ve ABD ile TTİP (Transatlantik Ticaret ve Yatırım Antlaşması) gibi Avrupa’nın tarımsal ürünlerde fazla veren ülkelerle giderek görüşmeye başladığı serbest değişim antlaşmalarıda durumu ağırlaştıran etmenlerdir. Çünkü belli başlı sonucu köylüleri iflasa sürüklemesidir. Bu antlaşmaların kabul edilmesiyle, kapitalist ülkelerin ve yükselmekte olan ülkelerin yöneticileri tüm insanlığı tehdit eden ekonomik savaş suçluları olarak davranmaktadırlar.
[8 Temmuz 2016 tarihli L’Humanité gazetesindeki Fransızca orijinalinden İsmail Kılınç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.