AB’nin göçmen politikasını eleştiren herkes ırkçı değildir. AB’nin göçmenlik politikası AB’de yaşayan göçmen ya da yerli her emekçi için zaten bir sorundur
AB’nin göçmen politikasını eleştiren herkes ırkçı değildir. AB’nin göçmenlik politikaları özünde ırkçıdır ve temelini en yoksul işçilerin ve köylülerin ekonomik zor, politik zor vb. nedenlerle çok ucuza çalıştırılmaları ve bu sayede yerli işçilerin ücretlerinin, sosyal haklarının ve sendikal örgütlülüklerinin budanması oluşturur. Bu haliyle AB’nin göçmenlik politikası AB’de yaşayan göçmen ya da yerli her emekçi için zaten bir sorundur
BREXİT, HALKIN TEKMESİ – AHMET KAPLAN
Brexit referandumunda halk “AB’den çıkalım” deyince, AB’yi destekleyen burjuva partiler ve kurumlar, bunun ırkçıların ve sağcıların zaferi olduğunu iddia ettiler ve hatırı sayılır sayıda solcu da onlara katıldı. Ama veriler bunun tam aksini gösteriyor.
Oylama sonuçlarına baktığımızda sadece yoksul beyazların değil ama yoksul göçmenlerin de “AB’ye hayır” dediklerini görüyoruz. Özellikle Asyalıların toplumun yarıya yakınını oluşturduğu kuzeydeki Bradford, Oldham gibi kentlerin hepsinde, “Hayır”cılar kazandılar. Asyalı göçmenlerin oyları olmadan, Brexitcilerin bu sonucu almaları mümkün değildir.
Kamuoyu yoklamalarına göre ise, her üç Asyalıdan birisi, her dört siyahtan birisi “AB’ye hayır” demiş.[1] Yine aynı araştırmaya göre, (başka araştırmalar da aynı yöne işaret ediyor aslında) insanların eğitimi düştükçe AB’ye karşı çıkma oranı artıyor. Yani yoksullar daha fazla “AB’ye hayır” demiş, maddi durumu biraz iyi olanlar daha az karşı çıkmış; görünen bu. Kadın ve erkek oylar arasında da büyük fark yok. Yaygın kanının aksine oylar temel olarak ırka göre değil, sınıfsal duruma göre verilmiş. Yani sadece İngiliz işçiler değil ama yabancı işçiler de “Hayır” demiş.
Hatta sol partiler arasında sayılan ve referandumda AB’de kalmayı savunan İşçi Partisi ve İskoçya Ulusal Partisi’nin her ikisinin de her üç taraftarından birisi “AB’ye hayır” demiş. Burada da sınıfsal bir bölünme var. Geleneksel İşçi Partisi kaleleri olan Hull, Sunderland gibi yerlerde halkın yüzde 70’inden fazlası “AB’ye hayır” derken, Corbynn’ın seçim bölgesi olan İslinton’da ise halk yaklaşık aynı oranda “Evet” demiş.
Tabii burada şu denilebilir; tamam yoksullar “AB’ye hayır” demiş ama onların hayır deme gerekçesi yabancı düşmanlığı idi. Veriler tam aksini gösteriyor. Yukarıda bahsettiğimiz ve Lord Ashcroft tarafından yapılan kamuoyu yoklamasına göre, deneklerden yüzde 49’u “AB’ye hayır” deme sebebi olarak, “İngiltere’ye ilişkin kararların İngiltere’de alınması ilkesi” olduğunu belirtmiş. Yani AB’yi demokratik bulmuyorlar ve İngiltere demokrasisinin altını oyduğunu düşünüyorlar. İkinci sebep ise göçmenlik. Yaklaşık yüzde 33’ü sebebin bu olduğunu belirtmiş. Yani bu referandumda hayır diyenler hemen her etnik gruptan yoksullar ve ikincisi de hayır demelerinin sebebi İngiltere’nin kararlarının İngiltere tarafından alınmasını istemeleri.
Sonra da sırası ile diğer sebepler var. Zaten ortalık sakinleşmeye başladıktan sonra yazılan makalelerde sağdan ya da soldan yorumcular, AB’nin dayattığı neoliberal politikalar sonucu yoksullaşan kesimlerin, tepkilerini “AB ye hayır” diyerek gösterdiğini söylemeye başladılar.[2]
Aslında bu olayı en iyi anlatan haber Guardian’da çıktı. Frances Ryan, referandumda hayır oyu veren Martin Parker hakkında, 30 Haziran’da bir haber yorum yayınladı. Martin Parker makine teknisyeni, eğitimli bir eleman olarak hayatının daha önceki yıllarında oldukça iyi işlerde çalışmış, savaş uçakları ve tank parçaları üreten fabrikalarda çalışmış, daha sonra bilgisayar programcısı vb. olarak çalışmış, Londra’da yaşıyor, ama artık yaşlı, 60 yaşında ve bir çöp gibi devlet tarafından bir tarafa atılmış. Bir odada yaşıyor, kutu gibi. O kadar küçük ki odasında elbiselerini koyacağı dolap bile yok, işi yok, devlet bir ara yardım veriyormuş ama kesmiş. Aynı evde göçmenlerle beraber yaşıyor, hayır onlardan nefret etmiyor, “Bana asıl onlar yardım ediyor” diyor, bulduğu geçici işlerle ya da arkadaşlarından aldığı küçük yardımlarla geçiniyor. “AB ye hayır” oyu verdiğini söylüyor. “Neden böyle yaptın hayatın şimdi daha da kötü olacak” denince de cevabı, “Benim hayatım zaten berbat, hayatım acı içinde, elime fırsat geçince sistemin en hassas yerine öyle bir tekme attım ki, şimdi bizim çektiğimizi onlarda çeksin. Yoksa AB umurumda bile değil” oluyor.
Bu veriler ırkçılığın referandumda bir rol oynamadığı anlamına gelmiyor, sonuçta kampanyanın her iki tarafı da ırkçılığı yoğun olarak kullandı, hatta her iki tarafta bilinçli olarak sadece göçmenlik politikasına yoğunlaştılar. Bütün dikkatleri AB’den, onun anti-demokratik yapısından, neoliberal politikalardan vb. uzakta tutmaya çalıştılar. Bundan dolayı kampanya sırasında ortam çok fazla gerildi, ırkçı saldırılar hızla arttı, hatta bir milletvekili bir ırkçı tarafından öldürüldü. Ancak oylama sırasında, farklı etnik ve dini gruplardan halk, özellikle yoksul kesimler, farklı oranlarla da olsa AB’yi demokratik bulmadığı için hayır demiş durumda.
Brexit kampanyasında ırkçı sebeplerle oy kullananlar sadece Brexit’e hayır diyenler değildi, diğer taraftan evet kampanyasının liderleri de ırkçılığı sonuna kadar kullandı. Her şeyden önce, Brexit kampanyasında ırkçı kampanyayı başlatan David Cameron idi. AB ile yaptığı pazarlığın en önemli kalemini, göçmenlerin aldığı sosyal yardımları, sağlık, eğitim vb. hizmetlerini kısıtlamak oluşturuyordu. Halka bu konularda tavizler aldığını iddia ederek başlattı kampanyayı. Karşı taraf ise bunun aksini iddia etti, Cameron’a bu konuda taviz verilmediğini belirtti. Yani birçok ırkçı David Cameron’a inandığı için evet dedi ama birçoğu da inanmadığı için hayır dedi. Sonunda göçmen karşıtlığı kampanyanın her iki tarafında da vardı. Şimdi Theresa May ya da David Cameron’un örneğin Gove ya da Johnsonn’dan daha az ırkçı ya da sağcı olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak kampanyanın her iki tarafında da oy verenlerin çoğunluğu yalnızca ırkçılığa göre değil, ama çok daha farklı nedenlere göre oylarını verdiler.
Bu arada şunu belirteyim; AB’nin göçmen politikasını eleştiren herkes ırkçı değildir. AB’nin göçmenlik politikaları özünde ırkçıdır ve temelini en yoksul işçilerin ve köylülerin ekonomik zor, politik zor vb. nedenlerle çok ucuza çalıştırılmaları ve bu sayede yerli işçilerin ücretlerinin, sosyal haklarının ve sendikal örgütlülüklerinin budanması oluşturur. Bu haliyle AB’nin göçmenlik politikası AB’de yaşayan göçmen ya da yerli her emekçi için zaten bir sorundur. Olayı bu şekilde görenlerle, ırkçılar birbirinden ayrılmalıdır.
Posted Workers Directive denilen bir yasaya göre, taşeron firmalar işçileri asgari ücretin ve işçi haklarının daha az olduğu ülkelerde, mesela Polonya ya da İtalya’da işe alıp, asgari ücretin daha yüksek olduğu ülkelerde, mesela İngiltere ve Almanya’da Polonya asgari ücreti ile çalıştırabilmektedir. Bu işçiler fiilen İngiltere vb. gibi işçilerin haklarının görece daha fazla olduğu yerlerde çalışmalarına rağmen, işçi hangi ülkede işe alındı ise, İtalya, Polonya vb. onun yasalarına göre çalıştırmaktadır. Yani AB fiilen tek tek ülkelerin belirlediği asgari ücreti fiilen geçersiz kılmıştır.
2009’da Lindsey rafinerisindeki taşeron şirket 800 kadar işçiyi bir bahane ile işten attı ve daha sonra adını değiştirip İtalyan asgari ücreti ile işe aldığı İtalyan işçileri işe almak istedi. Tabii buna işçiler itiraz ettiler. Sendikaları sahip çıkmadığı için kendiliğinden gelişen bir grev oluştu. Doğal olarak akılları, bilgileri yettiğince sloganlar filan hazırlamışlar, bu sloganlardan birisi de “İngiliz işleri İngiliz işçilerine” sloganı. Tabii BBC başta olmak üzere tüm burjuva ve onlarla beraber sol sosyalist basın (sadece Sosyalist Parti hariç) ayağa kalktı, büyük bir yaygara koptu.
Sonuçta işçiler dertlerini anlatmak için greve gitmişlerdi ama hiç kimse bu işçilerin derdi ne anlamak istemiyordu. Hemen hemen tüm yazılar bu işçilerin nasıl ırkçı vb. olduğu üzerine idi. Oysa işçiler bir yerde sloganı görmüşler, o bilinçsiz halleri ile kendi dertlerini anlattığını düşünmüşler ve kullanmışlar. Sonuçta şirket AB’yi arkasına alarak asgari ücretin dahi altında işçi istihdam ediyor ve işçiler buna karşı çıkıyorlar. Ama ne sol basın ne de BBC, Guardian, Times gibi sağ ya da sol burjuva basın, ne AB’nin ayrımcı yasalarından bahsediyorlar ne de bu işçilerin işlerini haksız yere kaybetmelerinden. Öyle bir ırkçılık yaygarası var ki, iddiaya göre bir kısım ırkçı işçi, İtalyan işçilerin çalışma ve seyahat özgürlüğüne karşı! İşçilerin bu haklı grevine soldan tepki o kadar güçlü idi ki birkaç ay sonraki 1 Mayıs gösterilerinde bile ben bu greve saldıran bildiriler görmüştüm.
Bu arada olayı duyan ırkçı BNP de hemen olay yerine koşmuş ama işçiler ırkçı oldukları için BNP lileri kovmuşlar, zaten işçiler çoğunlukla işçi partili. Tesadüf aralarında sosyalist partili bir işçi var. Onun bilgilendirmesi ile durum anlaşıldı. İngiliz işleri İngiliz işçilerine sloganını hemen kaldırdılar. İşçiler bir grev komitesi oluşturmuşlardı. İtalyan işçilerle görüşmeye gittiler, onlardan bazıları bu işçilerle dayanışma mesajı verdi. Sonuçta AB’nin ırkçı istihdam yasasının tek kurbanı işlerinden olan yerli işçiler değildi, oraya çok ucuza ve çok kötü şartlarda çalışmaya gelen İtalyan işçiler de en az onlar kadar kurbandılar (şirket kalacak yerden tasarruf etmek için yüzlerce işçiyi balık istifi gemi konteynerlerine yerleştirmişti) ve iki taraf konuşunca sorun çözülmüş ve ortaya dayanışma çıkmıştı. İtalyan işçiler grev kırıcılığı yapmayı reddetti ve grev başarı ile sonuçlandı.
Bu grevden sonra bir yıl boyunca değişik rafinerilerde Polonyalı, İngiliz vb. işçiler grevlere gittiler ve birbirlerini desteklediler. AB’nin ucuz işçi çalıştırmayı sağlayan yasası hâlâ duruyor ama en azından İngiltere’de uygulanmıyor. Bu grev ve diğer grevler en azından İngiltere’de yasayı dumura uğrattı. Bu yasa AB’nin işçilerin yaşamını kötüleştiren yüzlerce yasadan sadece birisidir.
Şimdi bir işçi, AB’nin işçi düşmanı yanını görüp “AB’ye hayır” diyorsa niye ırkçı olsun? AB’den ben de hoşlanmıyorum, bu ülkedeki tüm sosyal kesintiler, özelleştirmeler, halk arasındaki yoksulluk, hatta ırkçılık AB’nin politikaları yüzünden artıyor. O yüzden AB’ye karşı her tepkiyi, AB’nin göçmenlik politikalarına her itirazı ırkçılık olarak değerlendirmek yanlıştır.
Yalnız burada bir sorun ortaya çıkıyor; neden sol ya da liberal sol yazarlar bu olayları farklı okuyorlar? Neden solcuların büyük kısmı ve liberal sol yazarlar İngiliz işçilerinin haklı eylemlerinde bile ırkçılık görüyorlar? Bu da diğer yazının konusu olsun.
[1] http://lordashcroftpolls.com/2016/06/how-the-united-kingdom-voted-and-why/#more-14746
[2] http://blogs.lse.ac.uk/politicsandpolicy/why-did-people-vote-for-brexit/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.