Düzen istikrarsız. Ayaklanma başladı. Fakat onu kim yönetecek? Aynı zamanda hem küresel seçkinlere hem de milliyetçi yobazlara direnmeye hazır, büyüyen bir demokratik karşı güç var
Şimdiki düzen istikrarsız. Ayaklanma başladı. Fakat onu (ayaklanmayı) kim yönetecek? Aynı zamanda hem küresel seçkinlere hem de milliyetçi yobazlara direnmeye hazır, büyüyen bir demokratik karşı güç var
İşler değişiyor. Küreselleşmenin yapısında büyük bir çatlak oluştu ve İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinden itibaren dünya ekonomisine egemen olan neoliberal düzen artık tehlikede.
Öyle ya da böyle, bu ille de kötü bir şey değil. Fakat zehirli otların, tıpkı yeşil filizler gibi bu çatlaklardan büyümesi muhtemel. John F. Kennedy’den alıntı yaparsak: “Yapıcı gelişimi imkansız kılanlar yıkıcı gerilemeyi kaçınılmaz kılıyor olabilir.”
Artık eski ulusların karışımı olan İngiltere’nin bölündüğünü biliyoruz. İskoçya, Kuzey İrlanda ve etnik olarak çeşitli olan Londra Avrupa’da kalmak için oy verirken, İngiltere ve Galler ayrılmak için oy verdi.
Bu oylama Birleşik Krallık siyasi düzeninin dikkat çekici bir reddidir. Üç ana siyasi partinin muhalefetine rağmen “Ayrılık” kazandı. Şimdi istifa edecek olan Başbakan David Cameron seçmenlere “Kalın” çağrısı yaptı. Bir kuşaktaki en solcu İşçi Partisi lideri sosyalist Jeremy Corbyn de “Kalın” çağrısı yaptı. Barack Obama Cameron’ın yanında yer almak ve ona desteğini sunmak için Atlantik’i geçti.
Seçmenler hepsini geri çevirdi.
İsyan başladı. Şu an ki soru, kimin onu ileri götüreceği?
Küreselleşmenin gölge benliği
Dünyanın finans ve siyaset seçkinleri, 1944 Bretton Woods Konferansı’ndan itibaren dünyayı şekillendiren ekonomik düzenlerine karşı direnişin büyük bir olgu olduğu gerçeğiyle artık yüzleşmeliler. Bu elitler görünen o ki endüstriyel dünyanın vatandaşlarıyla modern belleğin herhangi bir zamanından daha az iletişimdeler.
Şüphesiz ki: “Ayrılık” oyu küreselleşmenin reddiydi, hiç değilse mevcut durumdaki biçimlendirilişiyle. Bu, savaş sonrası refahlarının aşındığını gören ve toplumsal sözleşmeleri, şirketler ve finansal oligarşi tarafından içi boşaltılan Britanyalı işçilerin isyanıydı.
Fakat aynı zamanda dünya çapında daha karanlık ve daha meşum olan bir hadisenin işaretiydi: küresel nativizm* ve yabancı düşmanlığı. Dünya genelinde diğerlerinden korkmaya yönelik bu eğilim küreselleşmenin gölge benliğidir.
Çaresizin isyanı
Bu durum, Avrupa Birliği’nden ayrılmak için meşru sol bir görüşün olmadığı anlamına gelmiyor. “Sol Ayrılma” hareketinin ya da “Lexit”’in kendi destekçileri vardı. Biri “Bu gerici kuruma neden bağlı kalalım” diye sordu.
Fakat bu yakın-zafer küresel oligarşiye direnişle ilgili sol argümanlarla kazanılmadı. Sol bu iddiayı açıkça ve etkili bir biçimde ortaya koyamayacak kadar çok bölündü. “Ayrılma” ekseriyetle aşırı regülasyonlarla ilgili zayıf argümanlarda gizlenen, göçmenlere karşı fanatikliğin kışkırtılması ile kazanıldı. Meşru ekonomik sıkıntılar milliyetçi düşmanlığa kanalize edildi.
“Ayrılık” yönünde oy veren seçmenlerin çoğu artık kendi kaderleriyle ilgili söz hakları olmadığını düşünerek çaresiz hissetti. Haksız değillerdi. AB büyük ölçüde “serbest” pazarlar, özelleştirme ve kurumsal ekonomik yönetimden oluşan ve kendine hizmet eden neoliberal ideolojinin yönettiği ulus ötesi finansal güçlerin oluşumuydu.
Fakat, en kötü ihtimalle bile, AB bir semptomdur, neden değil. Birleşik Krallık vatandaşları kaderleri üzerindeki kontrolü AB’ye kaybetmediler. Kontrolü, pek çok Batı demokrasisinin liderleri gibi, kendi ülkelerinin liderleri gittikçe şirket çıkarlarının ve mali çıkarların esiri olduğu için kaybettiler.
İngiliz halkı NAFTA ve TPP gibi anlaşmalarda, AB’ye verebileceğinden çok daha fazla bağımsızlık kaybetti. Demokratik hakları AB bürokratlarınca değil, politika ve ekonomilerine hakim olan güçlü finansal çıkarlar tarafından günden güne çiğnendi.
Az bilgili seçmenler
Bu seçim sonucu orta sınıfa yardım etmeyecek. İngiliz işçilerin, AB üyeliği ile gelen işçi hakları artık garanti altında olmayacak. İngiliz şirketler daha az denetlenecek, bu da daha fazla çevre zararı ve çalışanlara ve müşterilere daha kötü davranış anlamına gelecek. William Blake’in deyişiyle “İngiltere’nin yeşil ve güzel topraklarında Kudüs’ü inşa” etmeyecekler.
“Ayrılık”tan yana pek çok seçmen muhtemelen bunu bilmiyorlar çünkü medya da onları yüzüstü bıraktı. AB üyeliğinin avantajları ve dezavantajlarının dengeli bir izanı yerine, İngiliz halkı sürekli, AB’nin gereksizce ve anlamsızca bürokratik olduğu görüşünü kuvvetlendirmek için havadan sudan hükümet karşıtı anekdotlar ve terör endişeleri ile beslendi.
Martin Fletcher’ın açıkladığı gibi, Boris Johnson gazeteci olduğu günlerde İngiliz şirket basınının performansını iki paralık etmede kilit bir rol oynadı. Diğerleri de onun hükümet karşıtı ve Avrupa karşıtı yargılarını taklit etmekte heveslilerdi. Peki şimdi? Sean Hannity’nin yanıltıcı heyecanı ve coşkusu onu en üst başkanlık adayı yapmış gibi.
Johnson ve UKIP lideri Nigel Farage, Donald Trump’ın ABD politikasında oynadığı rolün aynısını “Ayrılık” kampanyasında oynadı. Trump gibi, asıl sermayeleri olan göçmen karşıtı korku ve nefreti körüklemek için ekonomik endişeleri kullandılar. Sloganları da pekala “İngiltereyi Yeniden Büyük Yap” olabilirdi.
Kampanyanın korku tellallığı ve nefreti halihazırda Jo Cox’un hayatına mal oldu. Jo Cox beyaz İngiliz bir ırkçı tarafından hunharca kurban edildi. Çarpıcı bir şekilde, öldürülüşü terör saldırısı olarak tanımlanmadı, ki açıkça öyleydi. ABD gibi Birleşik Krallık’ta da “terörist” etiketini Müslümanlarla sınırlamak tam olarak bunun gibi hareketleri kamçılayan nefreti besliyor.
Birleşik Krallık göçmen nüfusu AB üyeliği süresinde 4,5 milyon arttı. Bu adil bir ekonomide sadece mevcut orta sınıfın büyümesine yol açacaktı. İngiltere’nin göçmenleri ülkenin orta sınıfını vurmadı. Göçmenler artan eşitsizliğin ve muhafazakar rejimin cezalandırıcı tasarruflarının günah keçileri.
Artçı şoklar
Şimdi ne olacak? Piyasalar şimdiden yeni ticaret bariyerleri ve siyasi belirsizlik beklentisiyle tepki veriyor ve kısıyor. Oylamadan önce, “Ayrılma” oyunun İngiliz ekonomisindeki etkisine dair tahminler “negatif” ten açıkça “felaket” e kadar çeşitliydi. Sonuç muhtemelen ikisi arasında bir yerlere denk gelecek.
Brexit için saldırganca zorlayan, kınanması gereken Mr. Johnson şimdi partisini, hatta belki de ülkesini yönetecek mi? Bu UKIP’in gücünü ne kadar arttıracak? Birleşik Krallık, AB’yi reddederek, yakında Cameron’un döneminden bile daha sert kemer sıkma tedbirlerine mi maruz kalacak?
İskoçya tekrar bağımsızlık peşine düşebilir, böylece Avrupa’ya yeniden katılabilir. Sinn Fein İrlanda’yla tekrar birleşmek için yeniden çağrı yapıyor. Birdenbire her şey mümkün görünüyor.
Fransa’da daha şimdiden benzer referandum çağrıları var.
Özellikle bu oylamanın sonucu olarak gelecek seçimlerde de aşırı sağ galip gelirse İngiliz işçilerin AB tedbirleri olmadan daha yoksul olması muhtemel.
Ayrılma koşullarıyla birlikte ticaret anlaşmalarının da İngiltere ve AB arasında müzakere edilmesi gerekecek. Yunanistan’a karşı tutumuna dayanırsak, Almanya kendi ekonomik kaderini yönetmeye kalkışacak kadar haddini aşan herhangi bir milleti cezalandırmayı tercih eder. Bu müzakereler keyifli olmayacaktır.
Yeni direniş
Şimdiki düzen istikrarsız. Ayaklanma başladı. Fakat onu (ayaklanmayı) kim yönetecek?
Tüm dünyada kaostan faydalanmaya hazır Boris Johnson’lar ve Nigel Farage’ler var. ABD’nin kendini oylamaya hemen angaje eden Trump’ı var. Yunanistan’ın Golden Dawn’ı var. Almanya’nın aşırı sağ, göçmen karşıtı AfD partisi var. İskandinavya’nın İsveç Demokrat Partisi ve Danimarka Halk Partisi var. Macaristan’da, kendisi de tabiatı gereği milliyetçi ve totaliter olan iktidardaki Fidesz partisi, ırkçı ve Yahudi düşmanı Jobbik Partisi tarafından geçilme tehlikesinde. Macaristan zaten Suriyeli mültecileri ülke dışında, Jobbik’i de siyasi güçten uzak tutmak için Trump gibi bir duvar, öyle ki, dikenli tellerden çit inşa ediyor.
Aynı zamanda hem küresel seçkinlere hem de milliyetçi yobazlara direnmeye hazır, büyüyen bir demokratik karşı güç var. Buna Yunanistan’daki SYRIZA, İspanya’daki Podemos ve Birleşik Krallıktaki Corbyn hareketi dahil (Bu oylamanın sonucunda Corbyn’ın kaderi belirsiz olmakla beraber). Bu ABD’de hem İşgal Et hareketinde hem de yakın zamanda yeniden dirilen, soldan esinlenen Bernie Sanders kampanyasında görülebilir.
Küresel finansal düzen çatlıyor. Fakat çökecek mi? Küresel finans güçlü ve iyi örgütlenmiştir. Çökse bile yerine ne geçecek: Daha insani bir küresel düzen mi yoksa milliyetçilik ve nefretle bölünmüş bir dünya mı? Bu yeni partiler ve gruplar ulusötesi bir hareket oluşturmalı mı?
Bu iktisatçı Yanis Varoufakis’ın, diğerlerinin yanında, amacı. Varoufakis SYRIZA yönetiminde Yunanistan’ın ilk Maliye Bakanı olarak, AB ekonomik liderliği ile müzakere ederken, doğrudan karşı koydu. Onlar galip geldi ve Varoufakis şu an sivil bir vatandaş.
Yunanlılar SYRIZA’ya oy verdikleri zaman ekonomik özerkliği seçtiler. Fakat elde edemediler. İngilizlerinden de bu oylamadan beklediklerini elde etmeleri muhtemel değil. Ne olursa olsun, İngiliz vatandaşları istedikleri yasaları yine yazabilecek bu kurumsal iktisadi güçlerin kölesi olacak.
Yunanistan’ın kaderi dünya için eğitici bir hikaye oldu: Günümüz ekonomik ve politik elitlerine dünya çapında koordine bir direniş için gerekenin güçlü bir ilüstrasyon. Oy verebiliriz. Fakat ekonomik özerklik olmadan, gerçekten özgür değiliz. Gelecek aylar ve yıllarda, Birleşik Krallık halkının gerçeği öğrenmesi muhtemel: Şimdi hepimiz Yunanistan’ız.
Soru, şimdi buradan nereye gideceğimiz?
* Çevirmenin notu: Göçü ve göçmen girişini engelleyerek yerel halkın etkilenmesini engelleme temeline dayanan siyasal akım.
[Ourfuture.org’daki İngilizce orijinalinden Sendika.Org tarafından çevilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.