İnsan ruhunda başlayan mobbing de denen yıldırma zorbalığı sadece işyerinde kalmaz, insan zihnine bulaşarak insanın olduğu her yere taşınır
Sarmaşığın istilacı özelliği, kanaat önderi olarak patron eliyle ve/veya patron uzantıları aracılığı ile oluşturulagelen mobbing için de geçerlidir. İnsan ruhunda başlayan mobbing de denen yıldırma zorbalığı sadece işyerinde kalmaz, insan zihnine bulaşarak insanın olduğu her yere taşınır. Bir sarmaşığın ormanı kaplaması gibi, sanrılar da tüm zihinleri kaplar. Bu yapay çatışma bir avuç insanın/çalışanın esas soruları sormalarına engel olmakta, bu durum da Beybaba’ya zaman kazandırmaktadır. Çünkü tek kuruş ücret ödemeden çalıştırdığı işçilerle bir gemide işleri devam ettirmek elbette bir meziyet gerektirir. Hikaye tanıdık geldi mi size de?
Sarmaşık, denizde çalışmak zorunda kalan bir grup adamın hikâyesi. Çalışılmak zorunda olunan yer deniz olunca, elbette işyeri de “yorgun ama tıkır tıkır çalışan”, Mısır’a yük taşıyan bir gemi. Erzak kısıtlı, bütün çalışanların içeride alacağı var, bırakın zamanında ödenmesini ücretler ödenmiyor bile. Dört aya kadar alacağı birikenler var. Çalışanların ortalama iki aydır para alamamaları, “başka gemide de olsak alamazdık” inancıyla ve paralarının her an ödenebileceği umuduyla bir isyana dönüşmüyor.
Gemide durum bu, ancak işler daha da sarpa sarıyor. Uzun zamandır armatöre ulaşılamayınca ve İstanbul’da da lojistik anlamda istenilenler alınamayınca, armatörün iflası ve gemiye haciz konması sadece malumun ilamı oluyor. Liman idaresi gemide toplam altı kişinin kalmasına izin veriyor, diğerleri gemiden ayrılıyor.
Çalışanların gemideki iş tanımlarını, iş bölümünü yapan, gitmek isteyenleri ya da angarya çalışmak istemeyip ücretini isteyenleri geri püskürten, armatörün iflasını duyuran, iflas eden gemide kalma kararını veren ve kimlerin kalacağını belirleyen kişi gemiyi idareye yetkili olan bir nevi işveren vekili sayılan kaptan, namı diğer Beybaba. Lakabından da anlaşılacağı üzere çalışanlarıyla arasındaki ilişkinin belirleyicisi –gemi bir işyeri, aralarındaki de bir iş ilişkisi olmasına rağmen- iş sözleşmesinden çok erkek egemen, paternalist ilişkilerin yansıması olarak bir baba oğul ilişkisi. Dolayısıyla kamarot olan çalışanlara yemek yapmanın ötesinde kaptanın özel olarak hizmetini de gören Aşçı Nadir’in ailesinin kaldığı evin devlet tarafından yıkılacağını haberlerden öğrenip işten ayrılma hakkını kullanmak istemesini bertaraf etmek de çok kolay. Nitekim Çanakkale’de inmek için izin istediğinde, “Çocuk oyuncağı değil bu, yeni bir kamarot gelene kadar nasıl bekleriz?” diye sanki babası tarafından yapılıyormuşçasına kaptan Beybaba tarafından sadece azarlanarak hak talebi kolaylıkla durduruluyor.
İşi ya da işyerini sevk ve idareye yetkili olan kişilerin daha genel bir ifade ile kanaat önderlerinin tavırlarının, sorun tespit etme ve çözme becerilerinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Uluslararası Taşıma İşçileri Federasyonu (International Transport Workers’ Federation- ITF) iflas durumunda, gemi personelinin ücret ve diğer alacaklarının garantörü olan bir üst kuruluş. Kaptan dahil bütün gemi çalışanları uluslararası sulardaki bu örgütlülüğün nimetlerinden faydalanabilecekken, kanaat önderi olarak kaptanın, belirlediği beş kişi ile birlikte gemiyi neden denizde bağlı tuttuğu çalışanlar açısından tam bir muamma. İflas eden armatöre karşılık, örgütlülüğün ve yasaların koruyuculuğu yerine kaptanın gemiyi denizde bağlı tutmayı neden tercih ettiğinin sorgulanamaz bir duruma dönüşmesi süreci ise bizi çalışmanın konusuna yani “mobbing”e getiriyor.
“Mobbing”i bireysel deneyimlerden öte Aralık 2015’te vizyona giren, yönetmenliğini Tolga Karaçelik’in yaptığı “Sarmaşık” filminden okumak, kişisel tarihlerimiz içerisinde öznelliğe evrilebilecek bir değerlendirmenin ötesinde, izleyen herkesin tanık olduğu bu hikaye aracılığı ile her birimize aynı olguyu görebilme fırsatı sunuyor.
Mobbing, bir (ya da birkaç) kişinin iş yerinde başka bir (ya da birkaç) kişiye yönelik olarak onu (ya da onları) baskı ve kontrol altında tutmak için uyguladığı psikolojik yıldırmadır. Kendi dilimizde “bir tür işyeri zorbalığı” olarak da tanımlanabilecek “mobbing” kavramı dilimize İngilizceden geçmiş ve böylece kullanılagelmiştir. Modern anlamda “iş yeri” geleneksel üretim ilişkileri içinde üretimin piyasa için yapıldığı, ihtiyaçlar amacıyla çalışmanın kendi ya da ailesi için yapılmaya görüldüğü süreçten itibaren yani Sanayi Devriminin yarattığı dönüşümden itibaren her birimizin hayatının ayrılmaz birer parçası olmuştur. Yaklaşık yüz elli yıldır “işyeri”, “ücretli çalışan”, “patron”, “amir” vs. çalışma hayatlarımızın birer öznesi konumundadır. Ancak çalışma yaşamımızda karşılaştığımız sorunları stres, yorgunluk, sıkıntı, takıntı gibi bireye indirgeyen bir yaklaşımdan, genel bir olgu olarak değerlendirilip bir üst kavram olarak nitelendirilmesinin tarihi çok yenidir. Kavramın literatürümüze girmesi her ne kadar 2000’li yıllar olsa da elbette bu zorbalığın nihayetinde insan egosundan beslenmesinden kaynaklı olarak çok daha eskiden beri var olduğu ortadadır.
Mobbing, uygulayıcısının, yani diğerlerini yıpratan, engelleyen, baskılayanın kendine koyduğu o “ulu amaç” doğrultusunda diğer çalışanlara, astlara ya da benzer statüde çalışan kimselere yaptığı sistematik yıldırma çabasıdır. Bu yıldırma çabasının yönelerek etkisini gösterdiği kimseler ise mobbingin mağdurlarını oluşturmaktadır. Mobbing uygulayıcısının niyetinin ahlakiliğinden çok bencilliği görünür olandır. Mobbingci, sistematik olarak bu baskılamaya devam eder, ta ki kendine koyduğu o “ulu amaç”ı sonuçlandırıncaya kadar.
Kaptan Beybaba ve beş personelin gemide kalma serüveni başlar. Beş personel; ilk defa denizde çalışacak olan Cenk, gemiyi ikinci defa deneyimleyecek olan Alper, Aşçı Nadir, makine dairesinde çalışacak olan Kürt ve deneyimli gemici İsmail. Böylece gerilim sinemasının metafizik bir ögeye dayanmadan, referansı sadece insan duyguları olan mükemmel bir örneği ortaya koyulur ve perde açılır: Mobbing uygulayıcısı kaptan, mobbing mağdurları gemideki (kaptan dışındaki) beş personel ve mobbing izleyicileri bizler.
Beybaba hiyerarşik olarak ulaşılmaz olduğunu daha ilk hamlesinde ortaya koyar. Ailesi kendisinden para istediğinde kendini ancak “Ayrılıp ne yapacaksın, başka doğru dürüst iş mi var? Kimseye ödeme yapmıyorlar” diye savunabilen deneyimli bir gemi adamı olan İsmail’i kendine “efendi kaptan” yapar ve belirlediği diğer dördüne gemide kalacakları bilgisini öncesinde eşitlerden biri olan İsmail aracılığı ile bildirir. İlk toplanmacada (tarafların her birine görüşlerini dile getirme fırsatı sunulmadığı ve sadece hiyerarşik olarak üst olanın konuştuğu bir durum olduğu için “toplantı” kelimesi yerine “toplanmaca” kelimesi tarafımca kasten kullanılmıştır) İsmail Reis’in anlam ve öneminin diğer çalışanlara bildirilmesinin ardından, burada Beybaba’yı patron olarak değerlendirmek mümkündür, patron ilk hamlesini yapar. “İsmail neden kaldın?” sorusuyla dostça başlayan sohbet ki sohbetin tek yönlendiricisi vardır, patronun isteklerini belirtmesi ile sona erer:
Zor bir dönem geçiriyoruz, pasaportlar limanda dolayısıyla karaya çıkamayacağız. Armatör de yerimize yeni birilerini göndermeyecek ancak ipotekte ilk sıradayız ki bunun için kaldık. Kalanlardan Nadir, evini kaybetti gidecek yeri yok ancak Alper, Cenk ve Kürt’ü gözüm tutmadı. Tanıştın mı onlarla? Arkadaşları ol. Keş de mi bunlar?
İsmail’in sessizliği üzerine…
Bak, durumlar değişti; sen benim gözüm kulağım olmalısın, birlik olmalıyız.
Çalışanların her şeyden önce “insan” olduğunu unutmayan, “insan onuruna yakışır bir çalışma”nın gereği olarak çalışana buna uygun şekilde muamele eden ve etkin biçimde diyalog kurmanın gücünü hatırından hiç çıkarmayan bir patron ya da patron uzantısı mutlaka bir kanaat önderine dönüşür. Ancak aksi halde de durum değişmez. Bir kaptan, bir patron ya da bir işveren, her ne kadar bu statüler bir iş ilişkisi üzerine inşa edilse de, söze bahis sıfatlardaki kişiler, kendilerine bağlı çalışanların kanaat önderleri olmaktan geri duramazlar. Kanaat önderi olmak, bir diğer ifade ile lider olmak, tespit edilen sorunun ve olası çözümlerinin yorumlanış biçimlerinin tümüyle bir kitleyi yönlendirebilecek güce sahip olabilmesini beraberinde getirir. Dolayısıyla lider pozisyonundaki patron ve/ veya patron uzantılarının, gücünü işçi-işveren arasındaki eşitsiz ilişkiden alan etkin kanaatleri bir işyerindeki kurumsal kültürün temelini oluşturur.
Beybaba yöneteceği bir avuç insana eşit mesafede durmak yerine diğerlerini kontrol ve baskı altında tutmak için aralarından en tecrübelisini, kendine, göz-kulak seçme yoluna gitmiştir. Böylece doğrudan müdahil olmadığı grubu, kendine seçtiği ulak aracılığı ile hem görecek hem de duyabilecektir.
Ancak kanaat önderinin durumu algılama biçimi kocaman bir sürecin belki de en önemli belirleyicisi olmuştur. Bütün çalışanlara eşit mesafede duramayıp karşılıklı iletişimi ilke olarak benimsemediğini ikinci görüşmede de pekiştirmiştir. Bu sefer kamarot Nadiri görüşmeye zorlamıştır:
Şimdi Nadir ben seni severim biliyorsun, baş başa kaldık, bunun ne kadar süreceği belli değil ama kısa da sürmeyecek. Bundan sonra sen benim gözüm kulağım olacaksın. Yani sen benim adıma her şeyi göreceksin, duyacaksın, Alper’i, Cenk’i ve İsmail’i göreceksin! Bütün olunca birlik olacağız, o zaman gemide sorun olmaz. Bunda en kritik, önemli rol sana düşüyor. Anlaştık mı?
Beybaba adeta bir avuç insanı birbirine kurt etmiştir.
Gücün-otoritenin el verdiği insanların tavırları değişir mi? Patron uzantısı diyebileceğimiz bu kimselerin, kendisini patron ile eşdeğer gördüğü noktada diğerlerine karşı tahammülü azalır. İş sözleşmesi açısından işçi olan patron uzantılarının işveren gibi davranması, diğer çalışanlar tarafından fark edildiğinde ise işyeri stresi-çatışması/ huzursuzluğu/çok başlılık denilen süreç ya da çağdaş adıyla “mobbing” oluşmuş olur.
Tam görev insanı olan patron uzantıları kendilerinin işçi olduğunu unuttuğu noktada özünde kendini bağlamayan, direkt işvereni bağlayan durumlarda da patron tepkisi vermeyi kendilerine borç bilirler. Beybaba’dan icazet alan İsmail’in uyumaya çalışırken yan odadan Cenk ve Alper’in seslerine gösterdiği tahammülsüzlük sonucu (“yat dedim lan!”) çıkan tartışma, Cenk ve Alper’e ertesi gün daha kahvaltı bile edilmesine müsaade edilmeden, bir emir olarak geri dönmüştür: Yaklaşık iki aydır az yiyecek ve ücretsiz çalışan personele (İsmail, sanki onlardan biri değilmiş gibi; patron uzantısına dönüştüğü için angarya çalıştığını bile göremeyip hak aramayan, hak arayana da karşı çıkan bir işçi olarak) sabahın kör saatinde raspa yapmak olarak yansımıştır. Ancak bir önceki gecenin öcünün alındığının fark edilmemesi elbette mümkün değildir. Nitekim “Ne bu, bir tür güç gösterisi mi? …tanımak istiyorsan güç vereceksin bunlara…” diyen Cenk’in ifadeleri, bir önceki gecenin öcünün İsmail’in reis olmasından kaynaklı emir verme hakkının altına saklanmış biçimde kendisine yansıtılmasından duyduğu rahatsızlığı ve farkındalığı ortaya koymaktadır.
Mobbing dediğimiz şeyin çalışan açısından yarattığı asıl gerilimin de kaynağı budur; işyerindeki sözleşme kaynaklı hiyerarşik dizinin işten kaynaklı gerçek amacı dışında, patron ya da uzantısı tarafından kişisel nedenlerle ve çoğu zaman egoizmle harmanlanarak kullanılmasıdır. Mobbing, elinde sermayeden ya da sözleşmeden kaynaklı güç bulunan ancak iletişimden uzak her bireyin başvurduğu bir “psikolojik işkence” yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mobbing durumunda esas çözüm ise zamanın ruhuna uygun ifadesi ile aklıselimle iletişim kurmaktır. Cenk’in kendisiyle konuşma çabasına cevap vermeyen İsmail, daha ilk konuşmada patronun “Cenk’i gözüm tutmadı” demesinin temel yönlendirmesi ile aslında Beybaba’ya haksızlık yapıldığını düşündüğünü, Cenk ile diyalog kurmaktan kaçarak ortaya koymuştur. İsmail’in egoizmine bulaşan emir yetkisinin, asıl işten kaynaklı emretmeye ihtiyaç duyduğunda eski etkisini gösterememesi ise kaçınılmaz sonuçtur.
Daha ilk gerilimi masaya yatırmadan, şapkalar önlere koyulmadan gemide ikinci bir kriz patlak verir. “Beyler, güverteden yağ akıyor, yıkanacak” talimatının karşılığı: “Bi dur İsmail!” olur. Otoritesi tanınmayan İsmail, emrin mantığını “Yağ yüzünden ceza alırsak gemiyi buradan sittin sene kaldıramazsın” diye anlatamayınca, son kozu “Beybaba’nın talimatı” dediğinde ise ipler kopar:
Onun talimatı ise gelsin o söylesin, sana ne oluyor, yemek yok, ne kadar kalacağımız belli değil… Bana Beybaba’nın ağzıyla konuşma İsmail!
Akan yağ yüzünden çıkan tartışma, İsmail için bir işçi olarak içinde bulunduğu durumu fark etmesi yerine Beybaba’nın gözü kulağı olma fonksiyonunu yerine getirebileceği bir fırsata dönüşmüştür. Soluğu Beybaba’nın yanında alan İsmail, “Cenk’e iş yaptıramıyorum ben” diyerek durumu anlatmıştır. Onun adına onun gibi davranmasının karşılığını bulabileceğini uman İsmail Reis “Çok mu yağ akıtıyor, o zaman gitme üzerlerine” tepkisi ile hayal kırıklığı yaşar. “Ama siz dediniz boş bırakmayın diye” dese de, Beybaba’nın son cümlesi yine aynı olur:
Mayna!
İsmail patron uzantısı olarak davranır ve Cenk’i karşısına alır. Beybaba’nın adına Beybaba gibi davranır. Buna karşılık Beybaba, İsmail’i dinlemez bile, emir ve talimatları yerine getirilmemiş bir patronun tepkisi yerine olayı ciddiye bile almamıştır. İsmail boş yere yel değirmenlerine karşı kılıç sallamış olur; işveren vekili gibi sorumluluk aldığı işte, sorumluluğu veren Beybaba tarafından yetkisiz de bırakılmış olur böylece.
Cenk yine bir adım atar “Aynı gemideyiz oğlum” diyerek ancak nafile… Yeni bir tartışma ve yeni bir gerilim… Tüm bunların bir de doğrudan tanığı vardır bu sefer; Beybaba. Topu topu beş kişiden oluşan personelinin tekme tokat birbirine girmesine tanık olmuştur bu sefer ancak hiç bir şey olmamış gibi kaptan köşküne döner, rakısını yudumlaya devam eder.
Beybaba’nın telefon konuşmalarından duyulması ise gecikmez:
ITF ya biletleri gönderir hepinizi alırım ya da hiçbirinizi… Beybaba da gemiyi bırakmam diyor. Biz gidersek paramız yanar mı? Yoo, gidenlerinki de yanmadı ki. Elli gün mü oldu ne? Bi açıklama da yok… Köle miyiz biz? Neyi bekliyoruz. (Sadece Beybaba’nın maaş aldığını düşünüyor Cenk) Gidelim biz de!
Kaptan Beybaba odasından çıkmayan, kendi dışında kimseyi dinlemeyen, personeli hakkında kafa yormayan, onlarla doğrudan muhatap olmayan bir kanaat önderi olunca iletişimsizlik kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkar. Buna bağlı olarak her bir bireyin sinirlerinin gerilmesi, tahammülsüzlük, çökkünlük, sanrılar ve son kertede intihar eğiliminin ortaya çıkması ise bir tür anomi olarak değerlendirilebilir.
Beybaba, cesaretlerini toplayıp kendisi ile konuşmaya gelen personelini karşısında bulduğunda ise tepkisi, grubu yok saymak yani bağırıp çağırmak olur. Çalışanın işle ilgili sorulara cevap alma hakkını gasp eden, onları aşağılayan bu tavrı ile gerçekten de bir babanın çocuklarına yaptığı gibi çalışanlarını azarlayarak onları kapı dışarı eder. Ancak Beybaba otoritesinin sorgulanmaya başlanmasını sindirememiş olacak ki zulada bulunan kahvaltılık bir sucuğun kendine de ikram edilmesini fırsat bilip, tüm çalışanları güverteye toplayıp gerilimi tavana çıkarır:
İsmail bana yorgunlar, çalıştırma dedi; çalıştırmıyorum sizi, ama şimdi göreceksiniz!
Beybaba daha önce İsmail eliyle yaptığını şimdi kendi eliyle yapmıştır. İşten kaynaklı emir verme yetkisini (iş amacı dışında kullanmış) duygularına bulaştırarak çalışanlarını ezmiştir. Kontrolünü kaybettiğini hissettiğinde bir maraza çıkararak henüz çıkmayan bir isyanı bastırmış; yok ITF yok gemiyi terk etme, iş bırakma gibi esas meseleye dair kaygıların yer değiştirmesini sağlamıştır.
Gerilimin tırmandığı gemide gelinen nokta; kıt kumanya, kıt sigara, angarya çalışma ve geleceğin bilinmezliği, belirsizliği… Belirsizlik arttıkça gerilim artar, gerilim arttıkça sanrılar. Koskoca bir gemide kamplaşan ve yalnızlaşan bir avuç insan.
Sarmaşık bitkisi, bulunduğu florada diğer başka bitkilerin yaşam alanlarını büyük ölçüde kaplar. Sarmaşığın istilacı özelliği, kanaat önderi olarak patron eliyle ve/ veya patron uzantıları aracılığı ile oluşturulagelen mobbing için de geçerlidir. İnsan ruhunda başlayan mobbing de denen yıldırma zorbalığı sadece işyerinde kalmaz, insan zihnine bulaşarak insanın olduğu her yere taşınır. Bir sarmaşığın ormanı kaplaması gibi, sanrılar da tüm zihinleri kaplar. Bu yapay çatışma bir avuç insanın/çalışanın esas soruları sormalarına engel olmakta, bu durum da Beybaba’ya zaman kazandırmaktadır. Çünkü tek kuruş ücret ödemeden çalıştırdığı işçilerle bir gemide işleri devam ettirmek elbette bir meziyet gerektirir.
Hikaye tanıdık geldi mi size de?
Hangilerimiz, hangilerimizin gözü ya da kulağıyızdır acaba?