Kendisini, “Kuzey Afrikalı, Arap bir Fransızca âşığı” olarak tanımlayan yazar Hawa Djabali’nin kaleme aldığı Siyah Yaseminler adlı roman Güldünya Yayınları’ndan çıktı. Yazar, 2001 yılında, Paris’te büyük bir mağazada bir bombanın bulunmasıyla başlayan romanında aşktan siyasal şiddete, cinsellikten sömürgeciliğe ve sömürgeciliğe karşı direnişe kadar pek çok zorlu konuyu ele aldı. Bir süre Assia D. takma ismiyle […]
Kendisini, “Kuzey Afrikalı, Arap bir Fransızca âşığı” olarak tanımlayan yazar Hawa Djabali’nin kaleme aldığı Siyah Yaseminler adlı roman Güldünya Yayınları’ndan çıktı. Yazar, 2001 yılında, Paris’te büyük bir mağazada bir bombanın bulunmasıyla başlayan romanında aşktan siyasal şiddete, cinsellikten sömürgeciliğe ve sömürgeciliğe karşı direnişe kadar pek çok zorlu konuyu ele aldı.
Bir süre Assia D. takma ismiyle yazılar yazan Hawa Djabali, 1949 yılında Fransa Créteil’de dünyaya geldi. 12 yaşında gittiği Cezayir’de tiyatro eğitimi aldı. Cezayir III. Radyo Kanalı’nda çalıştı, tiyatro oyunları ve romanlar yazdı. Belçika’da yaşayan Fransızca aşığı, siyasi İslam’ın yükselişinden kadınlar açısından çokeşliliğe kadar pek çok konuyu SanatFilan için değerlendirdi.
Romanınız Siyah Yaseminler’de siyasi İslam’ın yükselişinin izi sürülebiliyor. Bugünkü durum hakkında ne söylersiniz?
Dinler, binlerce yıldır, kötü güçlerin aracı olmuştur. Bugün medya dinlerin yerini alıyor ve bu da her dönüşüm gibi sıkıntılı geçiyor. Farklı öneme haiz iki unsurla karşı karşıyayız: Öncelikle Arap dünyasında Arabistan kralının ayağını kaydırmaya niyetli, kendine havalı bir şekilde “İslam Devleti” adını veren (Filistin’e asla “Devlet” demeyen batı medyasının da kullandığı terimle) bir grubun Suudi Arabistan’la rekabete girip iktidarı ele geçirme arzusu. Ve sonra gerçek büyük sebep, ABD hükümetinin ve müttefiklerinin Arap dünyasının sınırlarını ekonomik sebeplerle yeniden çizmek için açık istekleri.
Bunun ardından ikincil ama belli bir ağırlığı olan sebepler gelir: bilgisinin derinlerinde, Arap kültürüyle ortak kültürel kökün güçlü olduğunu, Batı medeniyetinin Arap kültürünün kızı olduğunu bilen ve “Arap”la “Müslüman”ı birbirine karıştıran batılı kompleksin geçmişi silmek istemesi. Ve Filistin’in anakronik bir şekilde sömürgeleştirilmesi ile Doğu’nun tenine Batının tırnağının geçmesi, tüm bu arzuları bir araya getirir. Pratikte bunu Cezayir’de gördüm, köktendinciliği kuran ABD’nin özel servisleri oldu. Trajik bir oyunda Siyonizmi kullandıkları gibi İslamcı köktendinciliği kullanıyorlar. Gerçekte, “dinler çatışması”, “medeniyetler çatışması” ya da “kültürler çatışması” falan yok, büyük maddi çıkarlar, bizi dümdüz duvara çarptıracak olan bir kapitalist sistem ve düşüncenin değil kronik korkunun (becerememekten, ölmekten, başkalarının gözünde var olmamaktan vb) yönlendirdiği insan larvaları ve kendilerine verilen rolü oynamaya çok uygun olan bid malzeme, yani maddi ve entelektüel yoksulluğun ele geçirmiş olduğu mutsuz kalabalıklar var. Ve her şey çok iyi örgütlenmiş.
Terör ve terörist çok sık ve zaman zaman yanlış kullanılan kelimeler. Siz bunları nasıl tarif edersiniz?
Bu da tarih kadar eski bir manevra: İnsanları ellerinde tutmak için panik yaratıyorlar. Ve bunun için yapılacak her şeyin iyi olduğu varsayılıyor: her türlü bahaneyle suikast grupları yarat ve devletlere onları korumayı teklif et. Eski mafya usulleri ulusal ve uluslararası düzeylere taşındı; göğün altında yeni bir şey yok.
Çokkocalılık bir kölelik de olabilir
Kadınların çokeşliliği konusunu ele alıyorsunuz. Sizce kadınları birden fazla erkekle birlikte yaşamaktan alıkoyan nedir?
Arap dünyasında, gizliden sevgili biriktiren bazı kadınlar var; dürüst kadınlar bunlar ve hiç de fahişe falan değiller. Erkek çokeşlilliğiyle kıyaslandığında bu doğal çünkü bir kadının erkeğe oranla daha fazla cinsel imkânı var ve bu erkek çokeşliliğinde olduğu gibi partnerlerin üzerine iktidar kurma anlamına gelmiyor. Ancak bu hayat tarzı, gerek kadınlar gerekse erkekler için çokeşlilik, derin aşkı, mutlak güveni ve ancak iki kişinin kalbinde yanabilecek güneşi dışarıda bırakır. Genelde. Romanın kahramanı olan Cezayir’in hikâyesinde beni düşündüren şey o ve dört aşığının arasında yaşananın aşk olmasıydı, gerçekten aşk, büyük saygı. Ve beni daha da şaşırtan şey dört adamı birbirine bağlayan şeyin eşcinsellikle hiçbir ilişkisi bulunmayan bir arkadaşlık olmasıydı (çünkü bunlar gerçek öyküler). Hayatta her şey mümkün… Ama bence çokerkekliliği sınırlayan birinci olarak patriarkal bağlamdır, kesinlikle. Ve ikinci olarak patriarkal olmayan, ama aynı zamanda eril olan ve birlikte yaşamanın mümkün olduğu erkekler bulmanın zorluğu. Ve ayrıca çokkocalılık bir kölelik de olabilir, dikkatli olmalı. Ve bir erkek bulmak başarı, birden fazla erkek bulmak… Neredeyse imkânsız.
Günümüz toplumunda yaşlı kadınlar görünmez kılınıyor ve değersiz sayılıyor. Ama sizin kahramanlarınız güçlü, ilginç ve birçok şeyi gerçekleştirebiliyor. Bu başka anlatılardan çok farklı. Yaşlanmakla ilgili genç kadınlara tavsiyeleriniz var mı?
Kadınlar üreme fabrikalarından ibaret olduğu sürece ki Arap dünyasındaki durum budur, üreme işlevleri durduğunda değerlerini kaybederler. Ama Sami dünyadaki geleneksel kadınlar yaşlanmaktan korkmaz. Saygı görürler, çevreleri kalabalıktır ve menopozdan sonra daha özgür olurlar. Bunun acı veren yönü şudur ki ailelerini otoriter bir biçimde yönetmeye başlar ve gençliklerinde yaşadıkları bütün kısıtlamaların öcünü alırlar. Birçok kadın için en ilginç konum, oğullarının olması, menopoza girmiş olmak ve dul kalmaktır.
Bence yaşlanmak ve bunu acılaşmadan yapmak bir zaferdir. Gerek fiziksel gerekse ahlaki olarak esnek kalın, sevmeye devam edin, bedeninizi bir çöpe dönüştürmekten kaçınıp zayıf kalın, yaşamaya devam edin! İnsanlara, genç kız ve erkeklere karşı yumuşak bir şefkat duymak büyük bir rahatlık getirir. Her şey yolundaysa insanın altmış yaşında olması yirmi yaşında olmasından öylesine çok daha hoştur ki!
Dünyanın her yerinde kadınlar toplumsal hareketlerin önemli bir parçası. Bunu mümkün kılan sizce ne oldu?
Kadınların çalışmasını sağlayan savaşlar ve solcu ideolojilerdir. Bu hem genel olarak kadınların bağımsızlığına doğru bir adım hem de yoksul ve altsınıf kadınların köleleştirilmesine doğru bir adım olmuştur. Ama kadınların çalışması toplumsal olarak tanınır hale geldi. Politikacılar kolaylıkla yönlendirebilecekleri, onlara oy verecek insanlar arıyorlardı, ama pek çok kadının gerçekçi ve öngörülü olduğunu göz önünde bulundurmayı unuttular. Ve bence kadınların varlığı toplumsal hareketleri muktedirlerin tahminlerinin ötesinde canlandırdı.
Dünya batılı ülkeler gibi giyiniyor, yiyor, oturuyor…
Kitabınız adeta Paris saldırısını tahmin etmiş. Bu olaydan sonra ne düşündünüz, ne hissettiniz?
Sanırım yirmi yıldan fazla bir süredir Belçikalı yetkilileri (Belçika’da yaşadığım için) uyarmaya çalışıyorum ama umurlarında olmadı. Cezayir deneyimim vardı (burada İslamcı faşistler 200 bin cinayet işlemişti) ve işlerin nasıl ilerlediğini görebiliyordum. Bunu Batılı ülkelerin yarattığını söylüyorum. Romanımda bu anahtar var ama kimse bundan söz etmek istemedi. Paris’teki saldırılardan bir hafta önce Brüksel vali yardımcısıyla birlikteydim ve bizi neyin beklediği konusunda onu uyarmaya çalıştım. Bu durmayacak ve daha ciddi bir şeye dönüşecek. Ama farkındalık olmayınca tuzaktan tuzağa düşeceğiz. O Büyük Beyazlar kendilerinden o kadar emin ki… Ve başka kıtaların gariban halkları, kendileri için hayatta başarmanın modelini temsil eden Amerikan toplumsal felaketinin büyülediği sürüler.
Dünya batılı ülkeler gibi giyiniyor, yiyor, oturuyor ve çelişkiler büyüyor. Bir an için bile belki de Batı tarzında giyinmeyi, yemeyi, oturmayı, düşünmeyi veya hayal kurmayı istemeyebileceğimizi düşünmüyoruz! İslamcı faşizme bulaşmış zavallı genç insanlar elektronik aletlerin hayalini kuruyor, genellikle Amerikanca konuşuyor ve ellerindeki, ölümden sonra da var olacaklarını vaat eden 1500 yıllık bir kitaptan ayetler okuyarak öfkeleniyor! Amerikan cennetinin serabıyla Müslüman cennetin serabı arasındalar, yaşamaya zamanları yok!
Daha önce oyunlar yazdınız. Bir romanda diyalogların rolüyle ilgili ne söylersiniz?
Öncelikle bir hikâye anlatıcısıyım. Bir düzine oyun yazdım. Ne yazarsam yazayım, çeviri disiplinini korurum. Yaşadıklarını gördüğüm, dinlediğim insanların hizmetindeyim, onlara yer açar, kenara çekilir, onları kendi egomdan veya kendi deneyimimden yola çıkarak yargılamam. O yüzden diyalog her yere sızar, şiirime bile.
En sevdiğiniz yazarlar kim?
Bilmem ki, çok sevdiğim o kadar çok yazar var ki! Söyleyebileceğim şu, benim için Fransızcada yazılmış en ideal şiirler, Fransız şairlerin içinde Arap tarzına en fazla sahip olan Louis Aragon’unkiler (romanları değil). Eserler de insanlar gibi, kıyaslanmaları çok zor ve belli birini tercih etmek neredeyse imkânsız. Eğer okumak kelimelere indirgenebilirse, eğer insan bir atmosferde soluk alamıyorsa, eğer onu duymuyorsak, ona dokunmuyorsak ya da onun ağzı sulanmıyorsa o zaman yazar boşuna yazmıştır. Benim için okur her okumada işin yarısını üretir ve ben iyi bir okurum!
Şu an Avrupa İslam’ı inkârdan gelinemeyecek bir gerçeklik. Bunun dünya üzerindeki İslami düşünceyi nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?
Bütün tek tanrılı dinler Sami dünyasında doğmuş ve Batı ile temas içinde katılaşmıştır. Tanrı, Şarklı despot modelinden yola çıkarak yaratılmıştı. Ama Batı ondan kendi aracını oluşturdu. “Laiklik” kelimesi İngilizcede spesifik anlamıyla yoktur ve Batı’da, ancak birkaç özgür vatandaşı olan Fransa hariç dinle olan ilişki çok çok muğlaktır. Kesin olarak konuşmak gerekirse, Müslüman “düşünce” yoktur, inançlar ve ritüeller vardır. Ve düşünce olmadığı için, manipüle edilebilir inançlar, bir aptallık, cehalet ve korku ikliminde iyi egemenlik araçlarıdır. Avrupa’da İslam’a dönmüş bazı Avrupalılar var, onlar bizimkilerden de kötü, kendilerini çaresizliğe hapsetmişler. Batı’da İslam sözde-Protestan Hristiyanlık (tabii, inanç olarak değil, biçim olarak) ve vahşi bir tarikat hayatının arasında tercih yapmak zorunda. Bizim eski sessiz ve barışçıl Müslüman ebeveynlerimiz nerede? (Tarihi neredeyse antik döneme dayanan ve sekizinci yüzyıldan itibaren ortada olan) Arap Düşüncesi’nin boğazını sıkmamış olsaydık din bu kadar kötü bir biçimde gelişmezdi. Ama Arap ateizmini ve buna ters düşmeyen gelişmiş bir Sufizmi inkâr ediyoruz. Avrupa bize yardımcı olmaz.
Batıdaki İslamofobya ile ilgili ne dersiniz?
İnsanın bir şeyi bilmediğinde her şeyi birbirine karıştırdığını söyleyebilirim. Yüzyıllardır, Güney Avrupalılar Yahudi olan her şeye “Arap” diyor ve şimdi de Batı her Arap’a “Müslüman” diyor… Irkçı, paternalist ve demagoglar arasında sanırım ırkçıları tercih ediyorum! Genellikle kendileri de inançlı, ruh âlemleri dengesiz ve tehlike olup olmadığını bilmeden saldıran vahşi hayvanlar gibi tepki veriyorlar. Çok zalim olduğunu bildiğim biz, zavallı korku içindeki maymunlara acıyorum. Eğer Batı’da yaşam standardı yükselirse, eğer nihayet zenginlik paylaşılırsa, eğer yoksullar üretken vatandaşlar olmak için bir yol gösterene ihtiyaç duymazlarsa, insan onuru tekrar oluşturulursa, İslamofobinin esamesi bile okunmaz.
Röportaj: Ayşe Düzkan
Çeviri: Handan Öz
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.